Mustafa UÇURUM
Hande İkbal, öykülerini dergilerden takip ettiğim bir isim. “Severek okuyorum.” dediğim kategoriye giriyor onun yazdığı öyküler. Şiire de gönül dünyasında yer açıyor İkbal. En sevdiğim öykücü grubuna da girmiş oluyor böylelikle. Hece’de yayınlanan “Poetika” şiirini de severek okumuştum. 😊 Şiir, öykücünün elindeki en büyük kozudur. Onu yerli yerinde kullanırsa ortaya insana öykü okuma zevki sunan metinler çıkıyor.
Kitaba geçmeden önce Hande İkbal’in Poetika şiirinden bir bölümü buraya alıyorum.
“bana sözlerin kapalı diyorlar
halbuki dilim İbrahim baltası da
yıkamıyor içimin hurafe putlarını
ondan bu gizil utanç
meşakkat sunağına kanlı bir el
kanlı bir göz bıraktım harama değmiş
ölemeyen bir cadının laneti şimdi dizelerim”
Hande İkbal’in Her Zaman Hep Geç Olacak adlı öykü kitabı, insanın içsel yolculuğunu, geçmişin ağırlığını ve hayatın küçük detaylarına sinmiş anlam arayışını incelikle işleyen öyküler demeti olarak Hece Yayınları arasında çıktı. Her biri kendi içinde derinlikli bir dünya barındıran öyküler, okuyucuyu karakterlerin zihninde gezdirirken, yaşamın karmaşık dokusunu da sorgulatıyor.
Kitap, birbirinden bağımsız gibi görünen ancak duygusal bir bütünlük oluşturan öykülerle ilerliyor. Karakterler, çoğu zaman geçmişle hesaplaşma, aidiyet arayışı veya içsel bir yalnızlıkla boğuşuyor. Örneğin, “Karıncalar, Cüceler Derken Hoş Geldin Ali” adlı öyküde, görme engelli bir akademisyenin halüsinasyonları üzerinden gerçeklik algısı sorgulanıyor. Burada, fiziksel bir engelin ötesinde, zihnin sınırlarına yapılan bir yolculuk var. Karakter, “Güzel yanları da yok değil gördüklerimin. Zihnim bana dinlediğim müziklerin dans gösterilerini izletiyor,” diyerek iç dünyasının zenginliğini aktarıyor. Bu ifade, Hande İkbal’in dilindeki şiirselliği ve metaforik anlatım gücünü de yansıtıyor.
“Vişne Ağacının Kirazı” öyküsü ise bir trajedinin ardından yaşanan yıkımı ve belleğin insanı nasıl esir alabildiğini anlatıyor. Nesrin Teyze’nin kaybı, sadece bir karakterin değil, bir dünyanın da sonu oluyor. Yazar, burada şu cümlelerle okuru duygusal bir sarmala alıyor: “İnsan bu kadar sıvı mı derisinin altında? Ruh çıktıktan sonra bu kadar ağır mı beden?” Bu sorular, ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgiyi hatırlatırken, insanın içinde taşıdığı acıların fiziksel bir ağırlığa dönüşebileceğini de vurguluyor.
Kitabın belki de en dikkat çeken yanı, karakterlerin içsel monologları ve kendileriyle hesaplaşmaları. “Retorikler ve Parantez İçinde Kendime Not” öyküsünde, bir kadının günlük rutinleri üzerinden kendini keşfetme çabası anlatılırken, şu ifadelerle derin bir içsel sorgulama sunuluyor: “Anneler susar ağızların tadı kaçmasın diye. Yemeğin tuzu, çayın tadı, yoğurdun kıvamı yerini bulsun diye.” Bu cümleler, kadınlık, annelik ve özveri gibi temaları incelikle ele alıyor.
Hande İkbal’in anlatımında doğa ve nesneler de birer karaktere dönüşüyor. “Yoğurt” öyküsünde, sıradan bir gıda maddesi üzerinden toplumsal statü ve insan ilişkileri eleştirilirken, “Çaydanlığın Çilesi”nde ise bir çaydanlığın homurdanışları, karakterin içsel huzursuzluğuna eşlik ediyor. Yazar, bu nesneleri kullanarak okura, gündelik hayatın görünmez detaylarına dair yeni bir bakış açısı kazandırıyor.
Kitabın son öyküsü “Retorikler ve Parantez İçinde Kendime Not”, bir anlamda tüm kitabın özeti gibi. Burada, karakterin kendi iç sesiyle diyaloğu, yaşamın anlamını arayışı ve değişim arzusu, şu cümlelerle ifade buluyor: “Gideceğim yerde bulacak mıyım kendimi? Bulamayıp dönmeye karar verirsem ya döndüğümde eski beni bile bulamazsam?” Bu sorgulama, insanın kendini keşfetme yolculuğundaki kırılganlığını ve cesaretini yansıtıyor.
Her Zaman Hep Geç Olacak, Hande İkbal’in dilindeki incelik, karakterlerinin derinliği ve hayata dair samimi sorgulamalarıyla okuru sarıp sarmalayan bir kitap. Her öykü, bir parça geçmiş, bir parça umut ve bir parça insanlık barındırıyor. Okurken içinizde bir iz bırakacak bu öyküler, hayatın hep “geç” kalan anlarını değil, belki de tam zamanında keşfettiklerimizi hatırlatıyor.
Hande İkbal – Her zaman Hep Geç Olacak- Hece Yayınları- 2025
