Mustafa Uçurum

Hayatla ölüm arasındaki çizgide yaşanan ne varsa bir öykü olup çıkabiliyor karşımıza. Olup biteni anlatıyoruz. Geçmişi, şimdiyi, hayalleri bir kurgunun içinden geçirip öykü boyasına bandırıp bir örgüyü çevirip duruyoruz. Hayatı anlatmak kolaydır da mevzu ölüm olunca el de kalem de gönül de biraz geri duruyor cümlelerin yanında. En büyük hakikat ölümken bir gerçeği dile getirmek anlatılan ne olursa olsun biraz geriye çekiyor söz erbabını.

Hatice İbiş’in ilk kitabı Sonsuz Eksi Bir’i okurken ölüm sizi sürekli kendine çağırıyor. Sonsuzluk ile eksi bir arasındaki tedirgin halimiz tüm kitap boyunca devam ediyor.

Öykülerine dergilerden aşina olduğum bir isim Hatice İbiş. Açık bir anlatım, okuyucuyu kuşatan bir gizem öykünün tümüne yayılmış halde ve yazarın olay içindeki hakimiyeti kendini hissettiriyor. Sizi olayların içine çağıran ve yaşananlara şahit kılan bir realite bu.

Ölümün ve Acının Soğuk Yüzü

On dört öykü var kitapta. Birbirinden bağımsız öyküler bunlar ama ana tema; ölüm. Hayatın acı yüzünü anlatmak istiyor yazar, bu kesin. Daha ilk öyküde bunu tüm canlılığı ve can yakıcılığı ile hissediyoruz. “Sütsüz”, bir annenin sınandığı evlat acısının ve daha sonrasında yaşananların anlatıldığı bir dram öyküsü.

Mutlu bitmiyor öyküler. Bazen bir anda gelen ölüm çalıyor kapıyı bazen de acının ortasında buluyoruz kendimizi.

Doğumlar ve ölümler birlikte ilerliyor kitapta. Mesajını bazen öykünün içinde bazen sonunda veriyor Hatice İbiş. “Tarumar” öyküsü “Kendi göbeğini kendi kesti.” (s.18) diyerek sona ererken; “Mahizer’in Gözleri, “Beklenmedik ölümler sarsar insanı.” (s.19) diyerek başlıyor.

Öykü dilinde ve anlatımında; ben, sen, o dilini kullanıyor Hatice İbiş. Tek tarza bağlı kalmadan olayın akışına göre kişilerin konumunu belirliyor. Birinci kişili anlatımda kurgudan daha çok hayatın kesiti olduğu hissini daha baskın şekilde veren öyküler çıkıyor karşımıza. “Sancı” bu tür öykülerden. Baştan sona kadar bir sancıyı siz de hissediyorsunuz. Bir de sizde böyle bir sancıya düçar kaldıysanız ( ki ben çok iyi bilirim) hastane koridorları, acilde yaşanan telaşlar, tahlil beklemenin bunaltan yanı ve daha fazlası bir sancı olup size eşlik ediyor.

“Acil kalabalık. Doktor yetişmiyor. Her perdenin ardında sancılı bir hayat. Eteklerimde birikenler gittikçe ağırlaşıyor. ( s. 76)

“Sen” diliyle anlatılan öykülerde yazar, hakim bakış açısını kahramanla birlikte sürdürüyor. Yön verenden daha çok izleyen rolünde yazar bu kez.

“Çocuktun. Ya yediydi yaşın, ya sekiz. Tuhaf bir büyümek korkusu düşmüştü içine o zamanlar.” (s.31)

Kadın Kahramanlar

Kadın yazarlardaki kadın kahraman tercihine Hatice İbiş’te de rastlıyoruz. Bizi en iyi biz anlatırız anlayışının bir tezahürü olarak görüyorum bu tercihi. Anne, kardeş, evlat, çocuk… fark etmez. Öykülerin ya kahramanı oluyor bunlar ya da olaylara yön veren etkiye sahip kişiler. Daha da çok acılarıyla yüzleşiyoruz kadınların. Evlat acısı, ayrılık acısı, sessizliğin sancısı, buhranlar, hafakanlar, bir kahve telvesinden süzülen mezar, boşluk, kocaman bir boşluk ve kadınların sıkışıp kaldığı dünya mezarlığı.

Hislerine tercüman olmak denen şahitliği ve yaşanmışlığı anlatıyor Hatice İbiş. Bir ferahlık, bir ışık beklesek de dünya kopkoyu bir karanlıktan başka bir şey değil. En çok da kadınları içine çeken bir karanlık bu. Sonu ölüme çıkan bir yazgıdan başka bir şey değil yaşananlar. Adı Efza olmuş ya da bir başkası, fark etmiyor. Ölüm hep ansızın geliyor.

“Yumruklanan kapının ardından ses gelmeyince korkular büyüdü. Aç kızım, diye bağıran annesi yığılıp kaldı kapının önünde. Havada bir yanık kokusu… kapının altında beliren bir kızıllık… Kulaklara sıvanan bir çığlık… Efzaa deyip kapıya yüklendiler. Kapı kırıldı. Sesler kesildi. (s.71)

Hayata Dair Küçük Dokunuşlar

Öykülerinde okuyucuyu rahatsız edici bir üslupla değil de olay akışı içerisinde meramını anlatmak istiyor yazar. Gidişattan memnun olmadığı konulara dikkat çekmek de diyebiliriz buna. Tarumar öyküsünde “tuğlalar” diyerek gönderme yapıyor kitaplara. İnsanların arasına örülen bir set mi yoksa aşılamaz bir duvar mı bu tuğlalar? Ya da bir “kuma” mı eşler arasında?

“Askerden gelirken erinin eline baktı kadın. Aralarına duvar ören o ilk tuğlayı, ilk kumayı o zaman fark etti. Ardı arkası kesilmedi sonra. Her gittiği yerden dönüşünde eline baktı. İki kilo kıymayı, iki kilo eti belki bir kutu çikolatayı yuttu tuğlalar.” (s.15)

Sonra bir ölümle tarumar olan bir hayat ve bu kez kitapların tek tek kül oluşu yaşanan tüm anılar gibi.

“Tuğlalar kuzineli sobaya giriyor durmadan. Tuğlalar alevlerin koynunda kendinden geçiyor. Bir kadın söylene söylene tuğlaları parçalıyor.” (s.14)

Hatice İbiş, kurguya ve dile hakimiyetiyle ilk kitabında anlatacak daha çok öyküsünün olduğunu gösterdi bizlere. Öykü planı ve kurgusu sağlam metinlerle yıllar sonra da dönüp bakacağı bir yüzakı kitabıyla öykü dünyasında ben de varım dedi. Yaşamla ölüm arasındaki mesafeyi hayatları da incitmeden anlatan Hatice İbiş’in Sonsuz Eksi Bir’i edebiyat dünyamıza güç ve renk katacak bir çalışma olarak yerini aldı. Devamını bekliyoruz. Ne kadar sonu ölümle bitse de hayat devam ediyor.

Hatice İbiş- Sonsuz Eksi Bir- Hece Yayınları – 2024

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir