Zübeyde Andıç’ın ilk kitabı; Kuşlar, Pıtraklar ve Tıraş Sandığı. Öykü, deneme, söyleşi, inceleme türlerinde çalışmaları bulunan Andıç’ın ilk kitabı öykülerinden oluşuyor. Turhal merkezli çıkan ve Turhal Milli Eğitim Müdürlüğünün bir yayını olan Dört Mevsim Edebiyat dergisinin her noktasında büyük katkıları olan bir isimdi Andıç. 2023 yılı ile birlikte yayın hayatını sonlandırmış olsa da dergi, yaptığı yayınlar ile iz bıraktığı muhakkak.

Edebiyat yolculuğunu dergilerle sürdürüyor Zübeyde Andıç. Elbette bu çok isabetli bir karar. Çünkü dergiler, edebiyatın görünen ve nefes alan yüzüdür. Son yıllarda birçok dergide onun öyküleriyle karşılaşıyoruz. Andıç ile hemşeri olsak da yollarımızın kesişmesi daha eskilere dayanır. 2000’li yılların başında, genel yayın yönetmenliğini yaptığım Yitik Düşler dergisinde de kendisini ağırlamıştık.

Kuşlar, Pıtraklar ve Tıraş Sandığı; on altı öyküden oluşan bir kitap. Okuduğunuzda sizi öyküye çağıran bir özgünlük var onun sesinde. Öykünün şiire yaslı yanı diyorum ben buna. Hayatın hangi alanında olursa olsun şiirle buluşmak ortama bir renk ve ahenk verir.  Öyküde de öyle. Kurulan cümlelerin bir imgesi olması, öyküyü de özgün bir sese kavuşturuyor. Anlattığınız olaylar hayatın içinden kesitler sunsa da öykü içerisindeki bir cümle, sizi alıp öykünün tam da ortasına bırakıyor. Zübeyde Andıç’ın öykülerinde bu şiirsel söyleyişler sık sık çıkıyor karşımıza.

“Bir haziran ikindisinde korkak düşlere dalmışken şehir, asfaltı yamadılar yırtıldığı yerden.” (s.9)

“Örselenmiş bir menekşe gibi pencere önünün aydınlığına sığınan Fatma abla, Muharrem’in annesiydi.” (s.27)

“Eski şarkılar gibi hüzünlüyken yüzü, dışarda mest eden bir bahar fışkırırsa dallardan ne çıkar?” (s.35)

Kitabın tümü böyle incelikle dokunulmuş cümlelerle karşılıyor bizi. Betimlemeler ve imgeler; sıradan bir olayın içindeyken, sizi bir anda öykünün içine çağırıyor. Gözünüzde canlanıyor kişiler ve mekânlar. Bu da öykülerin zihinde canlandığı gibi değil bir işçilikle ortaya çıktığını gösteriyor.

Anneler, babalar, kardeşler, yaşanmışlıklar ve daha fazlası hayattan kesitler sunuyor bize. Hayat kadar sıcak olaylar zincirinin bir halkası oluyoruz. Yadırgamıyoruz yani anlatılan öyküyü. Bu bizim hikâyemiz dediğimiz bir tanışıklık bizle birlikte ilerliyor.

Geçmiş zaman daha çok yer tutuyor kitapta. Bir anı tadını hemen hissediyorsunuz öykülerde. Unutulanlar, özlenen yaşanmışlıklar, güzel günler, duru vakitler gelip içinizin en ıssız yerine konuyor. Yani her şey çocukluğumuz gibi.

“Çocukluğumun şefkat dolu, bereketli kucağı…” (s.29)

Yazarların yaşadıkları şehri yazdıklarına yansıtmalarını çok değerli buluyorum. Uzay boşluğunda yaşıyor gibi yazanların yersiz yurtsuz hallerini çok da sıcak bulduğumu söyleyemem. Ayağının yere değdiği toprağını sahiplenmekle ilgili bir durum bu. Konum atar gibi derin ayrıntılara gerek yok. Küçük dokunuşlar bu içtenliği zaten hissettirecektir. “Eylül Sancısı” öyküsünün girişindeki ilk cümleyi bu anlamda çok kıymetli buldum. Bu öyküde başka bir ayrıntı yok şehre dair. Olması da gerekmiyor. Bu küçük işaret bile yazarın soluk alıp verdiği mekân hakkında bilgi sahibi yapıyor okuyucuyu.

“Güneş, Yeşilırmak’ın sularından beslenen ovayı selamlarken yine seni sayıklayarak uyandım Gülbeyaz.” (s.13)

“Züleyha’nın Köşeleri” ise tam anlamıyla Tokat’ın caddesi, sokağı, camisi, çarşısı ile bir şehri bize adım adım gezdiren bir öykü. Yeraltı çarşısından çıkıp birçok mekâna dokunuyoruz. Yanımızda Züleyha. Bir yazmanın nakışlı köşelerinde dünya telaşı ile gidip gelen Züleyha’nın çıkmaz sokakların ardında çiçek açan umutları…

Kitaba ismini veren öykünün yanında birçok kez babalar çıkıyor karşımıza. Babaların sessiz ve yalnız bir hali vardır. Edebiyata da en çok bu halleriyle yansır babalar. Annenin şefkatli ve sarıp sarmalayan sıcaklığının karşısında, sevgisini tam olarak gösteremeyen, otoriter olmayı olmazsa olmaz sayan bir baba profili vardır bizim toplumumuzda. Andıç, bunu da işliyor öyküsünde. “Fotoğraf” öyküsünün gizli kahramanı olan baba da klâsik Türk aile yapısının tam bir temsilcisidir.

“Öyle uzak ki babam bize! Sanki başkalarının babasıymış da geçici olarak bu evde yaşıyormuş hissine kapılıyorum çoğu zaman.” (s. 68)

Zübeyde Andıç’ın üslubundaki şiirsellik, “Araf” öyküsünde tam olarak dışa vuruyor kendini. Şiirlerle ilerleyen bir öykü Araf. İnsanın dünyadaki yerini bazen en iyi şiirler ifade ediyor. Şiirin hâle tercüman olma durumu diyebiliriz buna.

Kuşlar, Pıtraklar ve Tıraş Sandığı bir ilk kitap olarak okuyucularını bekliyor. Zübeyde Andıç da yıllar sonra dönüp baktığında, kendisi için yüz akı olacak bir kitaba imza atmış oldu. Devamının gelmesi dileğiyle.

Zübeyde Andıç- Kuşlar, Pıtraklar ve Tıraş Sandığı- Hece Yayınları- 2023

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir