Okuduğum kitapta kitabın adını taşıyan deneme, öykü ya da şiir varsa ilk ondan başlamayı tercih ederim. Her zaman, kitap hakkında genel bir kanaat vermese de okuduğum metin ya da şiirin kitabın adını taşımasının verdiği ağırlığı hissetmeye çalışırım.

Zeynep Sayman’ın ilk kitabı Uzakların Kokusu’nda da aynı yolu izledim.  Kapağıyla, ismiyle ve elbette yazarıyla merak uyandıran bir kitaptı bu. Loras Yayınları’nın kitaplarındaki titizlik her noktada hissediliyor. Uzakların Kokusu da içinde barındırdığı gizem ile okuyucuyu kendine davet eden bir içtenliğe sahip. Sayman, Mahalle Mektebi dergisinin öykü editörlerinden. Yani sadece öykü yazan biri değil, öyküye mesaisini ayıran ve öykünün mutfağında da yer alan bir isim.

Çiçekli bir nisanın soğuğuna yaslanmış sessizliği çoğalan bir sahnedeyiz. Ürperten bir soğuk. Yeşil bir süliet olarak yoldan geçen Âdem amcadan yayılan koku ile uzakların kokusunu çekiyoruz içimize. Yeşil türbe, yeşil bir seccade, yeşil bir gök ve uzaklardan gelip içimize yerleşen bir koku. Âdem amca ile özdeşleşen kokunun kaynağını da anlıyoruz sayfalar arasında ilerleyince. Babaannenin özlemiyle yanıp tutuştuğu ve “Nasip et Allah’ım, bir kere olsun nasip et şuralara gitmeyi!” dediği yerlerin kokusu, yani “hacı misi.”

Zeynep Sayman’ın öykülerini okurken bu “hacı misi” hiç eksik olmadı içimden. Babamdan da bilirim bu kokunun uhreviyetini. Hacdan getirdiği yuvarlak gümüş mis kokusunu çıkarır ve camiye giderken sakalına, bıyığına hacdan gelen kokuyu sürer babam.

On iki öykü var kitapta. Yani bize sunulmuş bir öykü demeti. Merkezinde insanlık hallerinin olduğu ve kulluk bilincini sık sık sarsan öyküler bunlar. Unutmamak, anmak, yüreğini yoklamak…

Âdem ve Havva öykülerde kahraman olarak karşımıza çıkan isimler. Birbiriyle bağlantılı öyküler olmasa da bunlar, kahraman isimleri aynı. Bu bilinçli bir tercih mi? Cevabı Zeynep Sayman’da.

“Kitaptaki öyküleri farklı zamanlarda ve birbirlerinden bağımsız olarak yazdım. Âdem ve Havva ismini ilk kez Tahayyül öyküsünde kullandım. Başka bir öyküde karakterlerime uygun isimler düşünürken onların da en az Hz. Âdem ve Hz. Havva kadar bu dünyanın acemisi olduklarını düşünüp en uygun isimlerin Âdem ve Havva olacağına karar verdim. Diğer öykülerimdeki karakterlerimde de aynı duygu ve düşüncelere kapıldığım için aynı isimlerin tekrarı kendiliğinden gelişmiş oldu.” ( Mahalle Mektebi – Sayı 70)

İçinde çiçek olan her şeyi severim; cenaze merasimleri hariç. Çiçeğin, bulunduğu yeri güzelleştiren bir hali var. Mustafa Kutlu hikâyelerini de ilk olarak çiçekli bahçeler gibi gördüğümden sevmiştim. Sayman’ın da öykülerinde de çiçekler çıkıyor karşımıza. İlk öykü “Kökler”de bir çiçeğin toprağa kök salışına adım adım şahit oluyoruz. Çiçeğin kökleri gibi sarılıyoruz aslında birbirimize. Sonradan da bir çiçeğin köklerinden ayrılışı gibi ayrı düşüyoruz. Bir annenin yavrusundan ayrı düşüşü gibi. Narinlik çiçeğe de insana da şart. Kırılmak da öyle. Hem çiçeği hem de insanı çok incitiyor.

“Çiçeğin dalını saksının tam ortasına tutturduktan sonra üzerine biraz daha toprak ekliyorum. Çok dikkatli davranıyorum, incitmemeye çalışıyorum.” (s.16)

“Sadece Birkaç Saniye”de bir düğün alanını süsleyen ve çıt çıt kırılan çiçekler, “Koleksiyon”da “kadifeler, gülhatmiler, sarmaşıklar, kasımpatılar ve “Ben Hiç Manolya Görmedim.”deki mahzunluk, bir köşede kalmanın verdiği ızdırap ve terk edilmişlik halinin boynu bükük çiçek duruşu…

Öyküyü canlı tutan bir anlatımı var Sayman’ın. Olay akışını sıcak ve canlı tuttuğu için kendinizi öykünün içinde buluyorsunuz. Serim ve düğüm bölümlerinin akışı sizi çözüm bölümüne merak unsurunu hiç sekteye uğratmadan taşıyor. Sürpriz sonlar ya da soru işaretlerinin biriktiği anlar öyküde nihayete erdiğinde tüm taşlar yerine oturuyor. “Yol Boyu”nda Âdem’in yaşadığı Ankara buhranı, “Sadece Birkaç Saniye”de mutluluğa giden yolun hazin sonu ya da “Ağabeyli Köyü”nün hali pür melalini Sayman ustalıklı bir dille öykünün içinden gönüllere sunuyor.

Uzakların Kokusu, Âdemlerin ve Havvaların öyküsü. Her şey yaşadığımız gibi. Dünyalıklarımızı taşıdığımız sırtımız bizi ne kadar taşırsa o kadarız biz. Bazen yaşadıklarımız aklımızı başımızdan alsa da şaşkınlıkla sorduğumuz; “Ben kim miyim?” (s.94) sorusunun cevabı değişmiyor. Kulluğumuz ve Âdemliğimiz değişmiyor.

Gerçek dünyandan çok da ayrılmayan, kurmacanın kıyısında köşesinde gezse de dünyanın tam ortasında olduğunu unutmayan öykülerin bir demet halinde sunulduğu UzaklarıN Kokusu, içinizde uzun süre çınlayacak hüzünlerin ve çok uzaklardan içinize dokunan kokuların öyküsünü sunacak size. Yeter ki duymak ve hissetmek için Âdem ve Havva olduğunuzu unutmayın. Cennetten dünyaya inilen o ilk günkü gibi;  duru, yalnız ve meraklı.  

Zeynep Sayman – Uzakların Kokusu – Loras Yayınları – 2023

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir