Mustafa Uçurum
Mustafa Uçurum
Emin Gürdamur’un Hece Yayınları’ndan çıkan Öykü Öykü Dedikleri, “öykü üzerine öykü” diye özetlenebilecek bir kitap. Yazarın dördüncü öykü kitabı Önce Biraz Ağladılar’dan sonra yayımlanan bu çalışma, kurmaca üzerine yirmi kısa deneme-incelemeden oluşuyor. Gürdamur, teorik bir öykü poetikası yazmak yerine, kendi öykücülüğünün izini sürüyor; okuru bir atölyenin içine değil, bir yazarın zihnine buyur ediyor. Kitap bu yüzden ne soğuk bir ders kitabı ne de popüler bir “yazma kılavuzu”; daha çok, dertli bir öykücünün kendiyle ve edebiyatla hesaplaştığı samimi bir günlük gibi.
Kitabın en çarpıcı yanı, ölümle kurmacanın ilişkisini en başa koyması. İlk deneme “Ya Ben Öleyim mi Söylemeyince?”de Yunus’un dizisinden yola çıkarak anlatmanın “ölmemek için” bir çırpınış olduğunu söylüyor. İkinci deneme “Kurmaca: Ölümün Gölgesinde Oyun Oynamak”ta ise Kierkegaard’dan Huizinga’ya uzanan bir çizgide yazmayı “ölüme karşı oynanan oyun” olarak tanımlıyor. Bu iki deneme birleşince kitabın ana omurgası ortaya çıkıyor: Öykü, insanın kadim yarasına (sürgün, fânilik, kimsesizlik) dille derman arayışıdır. Gürdamur’un öyküleri zaten hep bu damardan beslenir; teorik metinlerinde de aynı derin kuyuya iniyor ama bu kez kuyunun taşlarını tek tek gösteriyor.
“Kurmaca: Ölümün Gölgesinde Oyun Oynamak” isimli yazıda yazarlığın bir tür “oyun” olduğu fikri işleniyor. Gürdamur, kurmacanın gerçeklikle olan ilişkisini, yazarın hayal gücünü ve kurgu gücünü nasıl kullandığını anlatırken, yazma sürecinin bir tür var olma mücadelesi olduğuna dikkat çekiyor. Bu yazı, yazarların neden yazdıkları sorusuna cevap aramakla kalmıyor, aynı zamanda yazmanın insanı ölüm karşısında nasıl güçlendirdiğini de sorguluyor.
“Öyküde Diyalog: Sussan Olmuyor, Susmasan Olmaz” başlıklı yazı, diyalog yazmanın inceliklerine odaklanırken, “Taşra Öyküsü Bitti mi?” sorusu, taşra temasının edebiyattaki yerini ve önemini tartışmaya açıyor.
“Öykücünün Teoriyle İmtihanı” ve “Edebî Türlerin Sonu mu?” gibi başlıklar altında, edebiyat teorisi ve türlerin geleceği üzerine düşünceler paylaşılıyor. Gürdamur, bu bölümlerde yazarların teoriyle nasıl bir ilişki kurması gerektiğini ve edebi türlerin değişen dünyadaki konumunu irdeliyor.
Kitabın en güçlü taraflarından biri, teorik tartışmaları kişisel bir sesle kurması. “Kime Yazıyoruz?” sorusu birçok yazarda kaygıya dönüşürken Gürdamur’da bir tür meydan okuma hâline geliyor. Vasat okuru değil, klasikleri, ustaları, nitelikli okuru muhatap alıyor; hatta Borges’ten Poe’ya, Balzac’tan Rasim Özdenören’e uzanan bir “hayaletler korosu”yla konuşuyor. Bu tavır, Türkçede öykü üzerine yazılan çoğu metnin aksine, kibirli değil; aksine mütevazı bir cesaret içeriyor. Yazar, “Ben böyle yazıyorum çünkü başka türlüsü bana yalan geliyor.” diyor ve okuru da bu dürüstlüğe ortak ediyor.
Dil ve üslup üzerine denemeler (“Üslup Sahibi Olabilir miyiz?”, “İmge: Anlamın Büyük Patlaması”, “O Ses Sen Değilsin!”) özellikle dikkat çekici. Gürdamur, Türkçede sıkça tekrarlanan “Üslup doğuştandır, öğrenilmez.” ezberini nazikçe bozuyor; üslubun bilinçli bir tercih, uzun bir çıraklık ve sürekli didişme işi olduğunu savunuyor. İmgeyi ise “anlamın büyük patlaması” diye tanımlıyor; bu tanım, onun kendi öykülerinde imgeleri nasıl bir iç dinamikle kullandığını da ortaya koyuyor.
Öykü Öykü Dedikleri, Gürdamur’un en içten, en dertli öykü diliyle kurduğu özgün bir çalışması. Teorik derinliğiyle akademisyeni, samimiyetiyle genç öykücüyü, yer yer sert çıkışlarıyla da yerleşik öykü anlayışına mesafeli herkesi mutlu edecek bir kitap. Gürdamur’un öykülerine aşina olanlar; bu kitapla birlikte onun zihnine, vicdanına ve korkularına da ortak olacaklar. Kitap okunup bittikten sonra zihinlerde salınıp duracak cümlesi şu: “Anlatırız çünkü düştüğümüz yerde başkaları da düşmesin isteriz.” Bu kitap tam da bunu yapıyor: Öykülerle hemhal olan bir yazarın, elindeki fenerle karanlıkta yol gösterdiği bir iç dökümü Öykü Öykü Dedikleri.
Emin Gürdamur – Öykü Öykü Dedikleri – Hece Yayınları – 2025