Mustafa UÇURUM
Şiir, hayatın bir parçası ise hayatta yer alan her şey şiire girebilmeli. Bu yaklaşım Garip Akımı’nın manifestosunu akla getirse de olması gereken budur aslında. Şiir hayattan beslenir ve yaşanılanla irtibatı ölçüsünde canlılığını korur.
Şiirin ve şairin kendini dünyadan azade tutması şiirin sıcak yüzüne de aykırı bir tutumdur. İmgeyi, kelimeyi, hayalleri, umutları yaşanılan hayattan alıp da dünyadan kopuk bir edebiyatın ardına düşmek ortaya konan eserin de koyu bir yalnızlığa sürüklenmesine sebep olur.
Sedat Umran, hayatın edebiyatta yeri olduğunu ve elimizin, gözümüzün temas ettiği her şeyin şiire konu olabileceğini şiirleriyle göstermiş ender bir şairimizdir. Onun şiirini okurken dünyaya dair her şey gözünüzün önünde arz-ı endam eder. Cansız eşyalar bir anda ete kemiğe bürünür ve sizinle yarenlik etmeye başlar. Şair, yalnızlığını eşyalara ve tabiatın içinde yer tutan her türlü nesneye paylaştırmak ister.
On iki yıl oldu Sedat Umran aramızdan ayrılalı. O kadar sessiz yaşadı ki sessizliğini de alıp gitti aramızdan. Önde olmak, kendini göstermek sevdasında olmadığından derinden yazmayı ve yoğun yaşamayı tercih etti. Etrafı hep gençlerle doluydu. Onunla sohbet etmek istediğinizde bunu görev addeden bir içtenlikle yapardı sohbeti. Şiir gibi yaşayıp, şiirin huzur ikliminden topladığı imgelerle aramızdan ayrıldı.
Hafızası şiir bahçesi gibiydi
Şairleri tarif ederken çizilen bir prototip vardır. Bohem hayat süren, yerleşik bir düzeni olmayan, şiir gibi düşünen ve yaşayan, kendi şahsına münhasır kişiler olarak tarif edilir şairler. Bu biraz kara mizah içeren tarif olsa da şairler sıra dışı düşünen ve yaşayan, yaşadıkları ortamda aykırı tipleriyle var olan kişiler olarak algılanmaktadır. Edebiyat tarihimize baktığımızda bu tanımlara uyan birçok şair ile karşılaşmamız mümkündür.
Sedat Umran’ı tanyanlar, onunla sohbet etme imkânı bulanlar karşılarında edebiyat tarihinden bir şahsiyet olduğunu daha birkaç cümlede anlarlardı. Yalnız yaşardı, bir huzur evinin sessizliğinde huzuru arayanlardan oldu. Ağır ağır konuşan, karşısındaki kişiyi önemseyen bir yüz ifadesi takınan, sohbetin aralarına şiirler serpiştiren şiir yürekli bir adamla karşı karşıya olduğunuzu anlardınız. Ahmet Haşim’den Yahya Kemal’e, Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a öyle güzel geçişler yapardı ki bir anda uzun soluklu bir şiir evreninde bulurdunuz kendinizi.
Sedat Umran’ın hafızasında ne kadar şiir olduğunu tahmin etmek imkânsızdı. Okuduğu şiirlerin tümünü ezberden okur ve bir şiire başlasanız hemen sonunu ondan dinlerdiniz. Şiiri ciddiye alan bir şair olduğunun en önemli belirtilerinden biriydi onun şiirle dolu hafızası. Benim şahit olduğum bir örnek şudur ki; birçok şairden şiirler okurdu ama söz Sezai Karakoç’a geldiği zaman bir anda sesi, tavrı, gözündeki ışıltı değişirdi. Karakoç’a hayran bir şairdi Sedat Umran.
Eşyayı şiire çağıran şairdi
Şairlerin sık kullandığı imgeler onların bazen kimliği olabiliyor; Ahmet Haşim’in “akşam”, Cahit Sıtkı’nın “ölüm” şairi olarak anılması gibi. İstanbul denince akla Yahya Kemal’in gelmesi onun bir İstanbul sevdalısı olmasından ve şiirlerinde İstanbul’u büyük bir coşkuyla anlatmasından kaynaklanıyor. Sedat Umran için belirli bir kalıp bulmamız çok zor. O, belirli bir imgenin ya da kavramın şairi değildi. Kainatın içinde yer tutan her türlü yaratılmış nesne onun için bir şiirin imgesi olmayı hal eden bir değerdi adeta.
Kara Işıldak, Sedat Umran’ın şiir serüveni içerisinde ayrı bir yeri olan kitabı. Şairlerin zirve eserleri vardır. Adlarını ölümsüzleştirir bu çalışmaları. Kara Işıldak da Sedat Umran için aynı değerde bir çalışmaydı.
Kara Işıldak’ta yer alan Eşya Şiirleri, Sedat Umran şiirinde ayrı bir değere sahip. Onun adının yanına eşyanın şairi sıfatını koymamızı sağlayacak şiirler var bu bölümde. Beşir Ayvazoğlu; “Şaşırtıcı bir şekilde eşyanın dilini konuşabilmesi” özelliğine vurgu yapıyor Sedat Umran’ın. “zemberek, fıskiye, balon, paspas, gözlük, maymuncuk, vantilatör, tarak…” ve daha birçok nesne Umran’ın şiirinde canlı yüzleriyle karşımıza çıkıyor. Musluk şiirine bakalım, bu şiirde de içini döken bir canlılık görüyoruz; “Döküyor içini garip musluk / Olduğu gibi mermer yalağa / Gerekli görmüyor saklanmağa / Yok onda bizdeki okumuşluk”
Adı şiirle, dostlukla ve samimiyetle anılmayı hak eden bir ömür yaşadı Sedat Umran. Onu tanıyan herkes içtenliğinden şüphe duymadı. Şimdi onu tanımakta geç kalanlar için şiirleri okuyucularını bekliyor. “gittin taş atarak denizlerime” dediği gibi şairin içimizin kuruyan bir yerlerine deniz serinliği sunan şiirlerle aramızdan ayrıldı; şaire rahmet diliyor, dualar gönderiyorum.