TASLAK (Web sitesi) - 1

Türk Edebiyatı’ndan Attila İlhan Özel Sayısı

Türk Edebiyatı dergisi 620. sayısında doğumunun 100. Yılında Attila İlhan özel sayısı hazırladı. Özel sayının editörü Prof. Dr. Yakup Çelik.  Titizlikle hazırlanmış bu özel sayı ile İlhan’ın şiir dünyasına tam anlamıyla girmiş olacağız. Hayatından ve edebî çalışmalarından kesitler de seçkin kalemlerin anlatımıyla okuyucuya sunuluyor. Edebiyatımızın bir dönemine şahitlik etmek ve şairi daha yakından tanımak için Türk Edebiyatı’nın 620. sayısını arşivlere eklemekte fayda var.  Emeği geçen herkesi canı gönülden kutluyorum.

Dosya, editör Yakup Çelik’in giriş yazısıyla başlıyor.

“2025, Attilâ İlhan’ın doğumunun yüzüncü, vefatının ise 20. yılı… 1940’tan vefat tarihi olan 10 Ekim 2005 tarihine kadar kalemini hiçbir zaman bırakmamış, kendince hazırladığı toplumsal kurtuluş reçetelerini şiir, roman, deneme, araştırma, hikâye, senaryo, makale formlarında sunmuş; ulusal televizyonlarda düşüncelerini tartışmış bir aydındır Attilâ İlhan.”

“Attilâ İlhan Dosyası”, elbette Attilâ İlhan’ın farklı yönlerini sergilemeyi gaye edinmektedir. Bu çerçevede değerli araştırmaların özgün çalışmalarını bir dosya içerisinde sizlere sunmaya gayret gösterdik. Emeği geçenlere saygı ve sevgilerimle…

Dosyadan birkaç yazıdan paylaşımlar yapacağım. Devamı Türk Edebiyatı sayı: 620’de.

Nurullah  Çetin- Attilâ İlhan’ın Aydın Kimliği

“Attilâ İlhan’ın temel yanılgılarından biri, Komünizmi Türk ulusalcığı/milliyetçiliği ile birleştirmeye, sentezlemeye çalışmasıdır. Gerçek dışı bilgi ve yorumlarla bu saplantısını ideal kurtuluş çaresi diye sunmuştur. Mesela Millî Mücadele’yi kazanmamızda Komünist Rusya’nın yardımlarını çok abartmıştır. Bu yardımlar da aslında Rusların değil, Türkistan Türklerinin bizim için topladıkları paralardır.”

Mehmet Can Doğan – “Mavi” Dergisi ve Attilâ İlhan

“Mavi etrafındaki toplaşmanın bir harekete dönüşüp dönüşmediği veya Mavi’nin bir hareket olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. Attilâ İlhan, Mavi’nin bir hareket olduğunu her fırsatta dile getirmiş; Orhan Duru, bir “akım” olduğunu ve kendinden sonrasını da etkilediğini belirtmiş; Bekir Çiftçi, Mavi’yi hem “hareket” hem “akım” olarak kabul etmiş; “Türk edebiyatında öylesi bir hareket bir daha görülmedi” diyen Yılmaz Gruda da Orhan Duru ile Demir Özlü de bu görüşlere katılmıştır.”

Mehmet Aça- Yerli ve Ulusal Bir Aydın: Attilâ İlhan

“27 Mayıs’tan sonra ordunun yönetime müdahalesinin Atatürkçülük olarak sayılmasına da itiraz eden Attilâ İlhan, Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun değil yönetime, siyasetin en ilkel şekline bile karışmasına karşı olduğunu hatırlatır. Mustafa Kemal Paşa, ittihatçılıkla orduya siyaset bulaşmasının işi nereye götürdüğünü fark eder etmez askerin siyasete karışmasına karşı olmuştur.”

Murat Lüleci – Kalabalıklar İçinde Bir “Ben” Şairi Attilâ İlhan ve Flanör

“Attilâ İlhan için kentli tavır yalnızca estetik bir tercih değil, bir var olma biçimi, bir ontolojik duyuş tarzıdır. Başka bir deyişle, İlhan’ın tavrı tam bir flanör tavrıdır. Walter Benjamin’in yazılarında flanör “bir temel kavram niteliğindedir ve yaya dolaşırken, aynı zamanda çevre izlenimleriyle düşünce üreten kişi anlamında kullanılır.”11 İlhan da kendi deyişiyle kökten bir şehir çocuğudur.12 Dahası, kendisini “genç kuşağın ‘şehir’i şiirselleştirmeye çalışan ilk ozanlarından biri olarak” görür.”

Ertuğrul Gazi Derhem- Bâbil’den Öteye Yolculuk “Sokaktaki Adam”

“Attilâ İlhan’ın ilk romanı olan Sokaktaki Adam, 1952 yılında Pazar Postası’nda tefrika edilmeye başlanmış ve 1954 yılında Seçilmiş Hikâyeler Dergisi Yayınları tarafından kitap olarak basılmıştır. 22 bölümden oluşan eser, yazarın bu bölümlerden ayrı olarak kaleme aldığı 3 bölümlük bir giriş yazısıyla başlar. Söz konusu yazıda Attilâ İlhan, roman türü hakkındaki görüşlerinden ve bu görüşler doğrultusunda yazdığı Sokaktaki Adam romanından bahseder. Yazara göre romancının görevi, alışıldık kalıpları kırmak ve gündelik hayatın sıradanlığı içerisinde görünmeyeni yaratıcılığıyla okuyucuya aktarmaktır.”

İbrahim Ay- Attilâ İlhan’ın Sinemaya Katkıları

“Edebiyat ile ekranın buluşması yalnızca bu uyarlamalarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda edebiyat dünyasının önemli kalemleri de sektöre katkı sunmuştur. Bu isimlerin başında, çok yönlü sanatçı Attilâ İlhan gelir. Attilâ İlhan (1925-2005), Türk edebiyatının çok yönlü kalemlerinden biri olarak şiirleri, romanları ve fikir yazılarının yanı sıra senarist kimliğiyle de kültür dünyamızda iz bırakmıştır. 1950’li yılların sonunda Yeşilçam için senaryolar yazmaya başlayan İlhan, sinemaya getirdiği özgün bakış açısıyla döneminin önemli toplumsal meselelerini beyazperdeye taşımıştır.”

Mehmet Konuk – Derin Bir İnsan, Derin Bir Sanatçı: Sadri Alışık

“Sadri Alışık, her yönüyle derin bir sanatçı, her yönüyle insanı etkileyen bir hayatın sahibi… Kendisi, yalnızca ekran ve sahnedeki karakterlerle değil, bir dönemin kültürel ve sanatsal yapısının şekillenmesinde de müşahhas bir şahsiyet olarak yer tutar. Onun adı, bir devrin özlemiyle birlikte anılmakla kalmaz; oyunculuğu, duygusal derinliği ve sanatla iç içe geçen yaşamı sayesinde her zaman saygı ve rahmetle yâd edilir.”

Türk Edebiyatı’ndan Şiirler
Gökte kandiller delikanlı Mehmet Han’ın
Yedi tebessümlü dilbere başlık borcu
Süzülür yıldızlar mazgallardan
Avuçlayıp rum ateşlerini bir bir
Güneş diye burca dikilir
Sağdıçtır bu düğünde Ulubatlı Hasan

Koca çınarlarda hatıralar fethin bereketi
O gün bu gün İstanbul’dan gördük
Sınırdan sınıra bütün memleketi
Yahya Akengin

Günüm hər gün göy əsgiyə bürünür,
Gözlərimdə aləm zülmət görünür,
Ayım, ilim dizin-dizin sürünür,
Həyatdan tamarzı gedən sevgilim,

Ömrümü tarimar edən sevgilim.
“Uf” demədən qoyub getdin hər şeyi:
Ev-eşiyi, var-dövləti, al meyi…
Son “ah”ınla lal eylədin sən neyi,
Yanan çırağımız söndü, sevgilim,
Dönəlgəmiz yaman döndü ,sevgilim.
Abuzer Turan

Gönlüne değince himmetin eli,
Ruhunda ırmaklar denize koştu.
Bağlardan kurtuldu çözüldü dili,
Yunus, Tanrı ile Türkçe konuştu.

İçtiği doluyla esrimiş gönlü,
Kayıtsız kalmadı kutlu çağrıya.
Gönül bahçesinden en güzel gülü,
Ana dille sundu Görklü Tanrı’ya.
Fazıl Ahmet Bahadır

Bir Nokta, Sayı: 281

Bir Nokta dergisi 281. sayısına Mürsel Sönmez’in akla, ilme, sanata ve sahih olana göndermeler yaptığı giriş yazısı ile başlıyor.

Yazıp çizerken güzeller güzeli hakikatin izine düşmüş de oluyoruz. Sözün ileri aşamasında varılası yer ise şurası: Canlardan perdenin kalkması. “Canlardan perde kalksaydı; her canın sözü, Mesih’in sözü gibi tesir ederdi.”(Mevlânâ) “Bütün renkler ve sesler ötelerden haberci” ya, o haberin peşindeyiz. Parçadan bütüne, sesten anlama ve “öte”ye doğru bir ruh hamlesi. Bütüncül bakış, duyuş ve düşünüş olmayınca yol tıkanıyor. Akıl da : “Parça buçuk akıldır ki, aklın adını kötüye çıkarmıştır.”

Düş Çınarının Gölgesinde  

Nurettin Durman, Beylerbeyi Günlükleri’ne devam ediyor. 2016 yılının Ağustos ayındayız. 15 Temmuz’a dair notlar var günlükte.

3 Ağustos 2016, Çarşamba… Kısıklı akşamında nöbetçi kütüphanede oturduk. Arif Dülger kardeşim geldi geç vakit. 12: 00 civarında. Arif Dülger geldiğinde saat on ikiyi devirdi yeni güne girmiş olduk böylece. Gecenin rengi bir başka oluyor tabii bu Kısıklı Parkın içinde. Alanda Cumhur Başkanının evinin önü ise kalabalık orası daha bir başka havayı soluyor. Parkta millet kilimlerini sermiş çaydanlıklarını almış yiyecekleri falan üstelik küçük çadırlar kurmuşlar. Bir hayli oturduk. Bizi gören dostlar geliyorlar, seviniyoruz birbirimizi görmekten…

8 Ağustos 2016, Pazartesi… Evdeyim. Öğlen olmuştur. Bir şeyler okuyorum gazeteden. Biraz da dergilere bakmak istiyorum Ahmet Haksal arıyor. Hayırdır diyorum, birileri gelmişler dergiye, ben de gelebilir miymişim? Hava biraz sıcak, terliyorum ama Mihrimah Sultan Camiinin oradan Yedi İklim dergisine epey yol var. Terlemiş olarak içeri giriyorum. Evet, gençler oturmuşlar, Ahmet Haksal ile Şakir Kurtulmuş var olunması gerektiği gibi. Gençler Van İlimizden gelmişler, Cihat Albayrak ve eşi Ayşe Hanım var bu ikili Erciş’te öğretmen ve orada Hayal Bilgisi dergisini çıkarıyorlar.

Anlama İştiyakı, Anlatma Arzusu

Anlamak ve anlatmak birbirini tamamlayan bir bütünün parçası. Gönüllere girmenin bir sürecidir bu. Anlatmak için anlamak gerek. Belki de günümüzde yaşadığımız birçok sıkıntının kaynağı burada yatıyor. Anlamadan anlatanlardan uzak durmak gerek. Hasanali Yıldırım, Anlama İştiyakı, Anlatma Arzusu üzerine yazmış.

“Anladığımızı hissederek yazmaya edebiyat diyoruz; onları her nasılsa öylelikleri içinde pazara sürmeye ise ilim. Fikir ise anladıklarımızın içinde bizzat yeralmayan hususların, o anlaşılanlardan hareketle belli kaide ve usûller çerçevesinde tahlil veya terkip yoluyla tespitinin dillendirilişi. Buradan rahatlıkla çıkarılacağı gibi umumi manâsıyla sanat ise anlaşılanların arasından anlatılmaya değerlerini belli tertip anlayışları çerçevesinde ayıkladıktan sonra elde kalanların harmanını his üzerinden, onun manevi dünyasından izler, kokular ve lezzetler taşıyarak ifadesi. Neticede ilim ve fikir afaki iken sanat enfüsi.”

Baudelaire Neyi Değiştirdi

Baudelaire hakkında yazmış Fatih Öğüt. Baudelaire’in şiirinden başlayarak onun dünya şiirine kattığı değere dair notlar var yazıda.

“Baudelaire, şiirden ne anlıyordu, sorusuna verilecek yanıt, nasıl bir hünerle söylersek söyleyelim daima meselenin merkezine uzak kalacaktır. Çünkü Baudelaire, mantıksal dizgeden çok, duyuşsal eşiğe odaklanmıştır. Bu eşik aşılmadan sözcükler, sadece ses morfemleri; ifade, robotik komut olarak kalacaktır. Şairin doğurduğu öfke, edebi isyana getirdiği canlılıkla koşut değerlendirilmelidir. Anlaşılmaktan çok duyulan bir yücelik öğretisi olarak şiiri, gerçek vadisine taşıyan şair, tanımların ve kalıpların ötesinde sezgisel farkındalıkla hareket etmiştir.”

Roman ve Psikolojik Diyalektik

Hayrettin Taylan, romanı psikolojik göndermeler ışığında ele almış. Psikolojinin insanı çözümleyen bir yanı var. Romanlarda bu çözümlemenin en net olarak görüldüğü türlerdendir. Tatlan, önekler eşliğinde psikolojik diyalektiği somutlaştırmış yazısında.

“Roman, somutu amaçlar, soyut düşleri somut hayata indirger. ‘İç konuşma’, bir psikolojik tahlil tekniğidir. Woolf, Franz Kafka gibi modernist yazarlar tarafından sistemli olarak uygulanmaya başlamıştır. Romanın somut teorileri yetersiz kalmıştır. Estetikçi gelenekçi romanların teorik kaynakları yetersiz kaldı. Modernistler, postmodernisler, yeni teknik arayışına girdi. Bilinç akışı, modernist romancıların yeni özelliğidir. ‘İç çözümlemede figürün zihni ve gönlü edilgen edimlerle verilir. Görünmeyen yaşantıyı “aksiyonel” çözümlemelerle vermeye çalışır., Figürün içiyle okuyucu arasında geçişliliği metinler ve bakış açısı belirler.İç konuşmada psikolojik durumu, insanın iç gerçekliği ve dış dünyayı, hayatı algılayışının boyutları paralel verilir.”

Sıddık Ertaş ile Söyleşi

Ercan Ata, söyleşilerine devam ediyor. Bu sayı Sıddık Ertaş ile yapılan söyleşi yer alıyor dergide. Ertaş’ın şiir yolculuğuna şahit oluyoruz. Şiir kitaplarına ve çalışmalarına dair soruları cevaplamış Ertaş.

“Sabretmek pineklemek değildir. Direnmeye devam demektir sabır, şikâyet etmemek demek, insanların yaralarını sarmaya çalışırken metanetli olmak demek. Mistik ile miskin arasında kelime düzleminde sadece ses yakınlığı var. Müslüman miskin olamaz. Peygamberlerin hayatları bize bunu haykırıyor, özellikle de şairlere…”

“Şiirin malzemesi kelimedir. Şair kelimeyi işleyen, ona biçim veren, kelimler arasındaki ilişkiyi yeniden kurabilen kişidir. Adem’e isimlerin verilmesi ayetini nasıl anlayabiliriz? Adem’e bütün isimler mi öğretildi, isimler bütünüyle mi? Yani esmanın künhü mü verildi? Cevabımız her ne olursa olsun, şiirin malzemesi olan kelime ilahi kaynaklıdır.”

Bir Nokta’dan Öyküler

Ahmet Yılmaz –Üçüncü

“Sofraya oturunca yemeğimi yiyorum. Suyumu içiyorum. Tabağımı sünnetliyorum. Dedemden babama babamdan bize. Siniyi yerden kaldırmaya yardım ediyorum. Sininin altında elek tahtası olur. Onu yuvarlayarak götürüyorum kapının arkasına. Annemi yakaladığım yerde yanaklarına öpücük ve illa ki dişlerim parlasın diye evladım önce banyoya.”

“Abim kitabını kapatıp bize baktı. Donakalmıştı. Annem ütüyü bırakıp halının ortasında sırt üstü yatan, tüyleri kararmış, dumanlar içindeki pandanın imdadına koştu. O sırada zil çaldı, babammış. Selam vererek odaya girdi. Sizde bir haller var dedi, ne oldu? Burnu havayı yokluyordu. Ne olacak ki dedi annem. Koca pandayı kaldırdı, koltuğun arkasına attı. Abim babamın bacaklarına sarıldı. Babamın üstüne zıpladım, havada yakaladı beni.”

Ahmet Şevki Şakalar – Kısa Günün Zararı / Seherde Z Raporu

“Ormanda sıradan bir gündü. Tilkiler ve çakallar meclisinde üst ırk-alt ırk/tilkiler, çakallar ve diğerleri başlıklı oturumda hararetli tartışmalar yapılıyordu. Tilkiler, aslanın yaşlandığını, tahtın kendilerinin veya tilki ırkına yakın bir türün hakkı olduğunu iddia ediyordu. İstişare sonucunda boynu kalın tilkiler cemiyetinin en yaşlı üyesi, kral olmaya en hırslı çakalı göstererek: Sen de bir tilki sayılırsın, yaşlı aslanı devirip parçalayabilirsin, bütün ormanın hakimi sen olabilirsin, en geniş ağaç kovuğunda sen oturabilirsin, günün birinde seni hayvanat bahçesine bağlamak yürek ister, güç yetiremezler sana, dediler. Çakal, hem tilkiler meclisinden hem de ormanın batı yakasından aldığı rüzgarla ormanlar kralı olma rüyasıyla temrinlere başladı.”

Bir Nokta’dan Şiirler
radyo pek pil yemezdi
gün aşırı hafif batı müziği
belki yarım asır
pili teypler yutardı
ayağında demir kunduraydı
elinde tüypamuk mendil
ki nere konduraydı
pilini ekmeğimizden kestiğimiz
teyp on yedi yevmiye ve bin paraydı
eloğlu binlik bozardı!
babam türkü okurdu kasete
Bünyamin K.

bir irkilti inince ruhun içine içine
temize çekilmiş ırmaklar hiç yorulmazmış yatağında
güneş gören bir lale kıvrılsın penceremin önüne
açılsın bilinçaltında güneş gören bir bilinç

Rabb’im
bana bir bulut açsın melekler oturup konuşalım
Yasin Mortaş

perdeler akşama hazırlarken öksüz evleri
her kelime içimde çırpınan soru yumağına dönüyor
kim görecek gecenin koynunda bekleyen düşleri
kim kaldıracak karanlığın izini kirpiklerimden
bir de unutursa açmayı kır çiçekleri
susmaların eşiğinde unutulan kokunu
kimin gömleğinde bulacağım
Akif Dut

vakitsiz kuşlar korosundan şarkı apardım
kırağı çaldı dil rahmine düştü diye telaşım
yaşama ustalığıydı bu dünyanın taze teşekkürü
şiir ayartması imge diyarının yanık türküsü

leylak ey baharı doğurmuş sükût annesi
mekânım üstümü örten senin yeşil perden
Vahdettin Oktay Beyazlı

Uçurum kenarlarında tutunacak taş arıyor
Gözleri dünyada kanlanmış
Ellerinde valizle gezinen delikanlılar
Bu şair kız kaçırırken düşüp
Dizinden yaralandığını da nerden bildi
Mesut Çağap

dili zülfikâr olur
dizer ateşten oklar
bilinci kavi, tunçtan
kırk çeri
ellisine dayanmış;
dualar kadar mahzun

dualar kadar sessiz
âciz…
iş görmez eli,
bağlı dili
dualar kadar
Köksal Geçer

Teferrüc, Sayı: 27

“Sevgili Hanzala” diye giriş yapıyor 27. sayısına Teferrüç dergisi. Filistin başta olmak üzere ümmet coğrafyasına dair hassasiyetleri hep canlı tutan bir dergi Teferrüc. Yani olması gereken de bu. Ali Havan giriş yazısına “Sevgili Hanzala” diye başlıyor.

“Sevgili Hanzala

Aslında bu yazıya sevgili okur diye başlamam icap ederdi ancak bir buçuk yıldır süren amansız bir katliamın vermiş olduğu can sıkıntısı üzerine bir davanın sembolü olmuş isimle başlamayı tercih ettim. Bu yüzden biraz Hanzala ile sohbet edip içimizi dökelim mi ne dersiniz.

Sen bize bakma Hanzala. Terk ettiğimiz, kaderiyle baş başa bıraktığımız adeta dipsiz yalnızlığa mahkûm ettiğimiz baba ocağına kilit vurma sonra kapısız kalırız. Hazreti Peygamber’in “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” hadisi şerifini layıkıyla anlayamadık. Görmemek için yönümüzü çevirdik gözlerimizi kapadık. Ellerimiz çolak kötülüğe kurşun sıkamıyor. Kalbimize dünyanın kiri bulaştığından temizleyemiyoruz bir türlü. Dünyalık sevgiler galebe çaldı aklımıza, zihnimize ve kalbimize. Buğz etmeyi de yıllar var ki unuttuk.”

Cennet Sürgünü Bir Haslet Olarak Haset

Hasetten bahsetmiş yazısında Nuray Alper. Her zamanki gibi incelikli bir bakış açısı ve kuşatıcı hislerle kaleme almış yazısını Alper. Hikâye cennette başlıyor aslında. Her şeyin başlangıç noktasında. Şeytanın hasedi şimdi dünyanın her yerinde kol geziyor. Kalpler kararmaya devam ediyor.

“Haset, Hâlık’ın ötedeki kuluna lütfettiğini sorgulamak değildir sadece, kendine sunulanın başkasında olmasını da taşıyamamaktır, hastalık hâli. Zaten modern zamanların ilaç yahut terapi ile kontrol altına alınabilen o meşhur ıstırabı, Othello sendromu da onun bir şubesidir. Sanı. Sanrı. Korku. Kâinatın nizamına, Rahman’ın takdirine tahammülsüzlük olan bu ağrı, bir gönülden kovulmanın en kolay yoludur zira gönül hisseder sevinciyle sevineni…”

Su Günlüğü

Yusuf Tosun son zamanlarda duygu ve düşüncelerini günlükler şeklinde dile getiriyor. Teferrüc’de su günlüklerini paylaşmış. Suyun serinliğini ve derinliğini hissediyoruz yazıda.

03.04.2020

Bazı kitaplar vardır yazarıyla özdeşleşir ve zamanla bir yazgı gibi alınlarına yapışır adeta. İşte böylesi kitaplardan biri de Muhittin Şekur’un Su Üstüne Yazı Yazmak kitabıdır. Rahmetli Ayşe Şasa onun için “ince gönüllü derviş” ifadesini kullanır. İtiraf etmek gerekirse; üniversiteli yıllarda okuduğum Su Üstüne Yazı Yazmak eserinden sonra yazarın birçok yeni kitabı çıktı fakat bu kitabın tadını o yeni eserlerde bulamadım doğrusu. En çok da kitabın ismine vuruldum. 

28.01.2021

Neredeyse çalışma hayatımın tamamının suyla içli dışlı bir sektörde geçmiş olmasından dolayı olsa gerek, su ile ilgili kitapları okumayı öteden beri sevdim. Öyle ki bu su kitaplarını okuma tutkusu bir süre sonra yazmalara dönüştü. Aldığım notlardan oluşan yazıların zamanla dostlarla paylaşılması ve derken kalıcılaşıp kitap haline dönüşmesi bu okuma-yazma aşkını perçinledi adeta.

Metropol Kelebeğinin Bahar Şarkısı

Bahar kuşatınca dört bir yanı içimizdeki kelebeklerin havalandığını hissederiz. Bu da bir nasip işi. Herkes duyamaz bu kanat seslerini. Hele de metropolde olunca daha bir karışır sesler birbirine. Yusuf Özkan Özburun Metropol Kelebeğinin Bahar Şarkısı’nı yazmış.

“Ben sana âşık olmuşum bahar. Dolu dizgin geldin ve girdin koynuma, aldın beni benden savurdun hiçliğin kıyılarına. Yele verdin benliğimi bir lüle saçı gibi. Ben, yani bu pejmürde fani, oturmuş bekliyordum yolun kıyısında, yolun tozuna bulanmış saçlarımla gelene geçene, özellikle geçene bakıyordum mükedder gözlerle. Sen yolun başında göründün, ayağında halhallar, gözlerinde meneviş, renklerle bezenmiş, geldin oturdun yanıma…”

İyilikle Öldürmek

İyilik varsa kötülük de vardır. Ayrılmaz ikilidir bunlar ve bu bir mücadelenin adıdır. İyiliğin galip gelmesini istediğimiz bir savaş ya da tüm yaşananlar. Uğur Canbolat, iyilikle kötülük arasındaki mücadeleyi yazmış.

“Başkalarını özgür kılmak yerine kişi yaptığı iyiliklerle başkalarını köleleştirme, kendine gösterilen minnet duygusunu sürekli körükleyerek ödemekle bitirilemeyen borç duygusu altında tutmak iyiliği özünden saptırmaktır. Bu ise… İyilikle öldürmektir. Aynı zamanda iyilikleri ve iyileri de öldürmektir. Demem o ki, iyiliği sadece iyilik için yapalım. Niyetlerimizi bozmayalım. Gösterişten uzak duralım. Rabbimizin hoşnutluğunu umalım. Başka geçici kazançlara iyilikleri âlet etmeyelim. Ya Selâm!”

Öfke Üzerine

“Kartal kanadında sezgiler için / öfken olmalı can / sevdan olmalı” diyor Celalettin Buğra Kurt Öfke şiirinde. Öfkenin olması gereken yerler de var. Her şeyin yeri ve zamanı olduğu gibi. Ramazan Biçer öfke hallerini yazmış.

“Öfkenin en şiddetli en şehvetli hali geçtikten sonra da yapılması gerekenler yapılır, söylenmesi gerekenler söylenir. Nasıl ki bütün duygular kısa ömürlü ve geçici ise öfke de geçicidir. Onu ortaya çıkaran sisler dağıldığında o da geçer gider. Geriye sadece pişmanlık, hüzün ve gözyaşı gibi tortular kalır. O halde akla gem vuran öfkeyi, yakıp kavuran bir ateş olmaktan çıkarmak için onu dizginlemek, bekletmek, geciktirmek gerekir. Böylece daha huzurlu ve daha mutlu bir yaşama kavuşmak mümkün olur.”

Teferrüc’den Öyküler

Muhammet Sinan Kökcü- Vasiyet

“Demirden adamlar diyorum bazıları için. Gaddar, asabi, hiddetli adamlar. Gülmeleri bile ürkütür insanı. Böyleleri de gerek elbet ama daha çok savaşlara. Her an savaşta gibi bu yönlerini göstermeseler olmaz mıydı? Sanırsınız kalpleri yarılmış, merhamet sökülüp alınmış oradan. Önlerine gelen her şeyi acımasızca katlediyorlar. Gözleri dönmüşçesine, hunharca…”

Babam geldi, ellerimi omuzlarından öne doğru attım, sırtına boylu boyunca uzandım. İki elleriyle ellerimden sıkıca yakalayarak ayağa kalktı ve merdivenlerden aşağı indik. O da ne! Karakaçan bizim evde! Karakaçana baktım gözleri gülüyor, sonra başımı elimden geldiğince yana doğru uzatarak babamla göz göze gelmeye çalıştım. Beni havalara uçuracak kadar mutlu edeceğini bilen gözlerle bakarak konuştu babam. “Son sözü, bundan öncesini telafi etse etse Ahmet eder. Vasiyetimdir, eşeği Ahmet’e verin olmuş.”

Ramazan Kayaoğlu- Mumcu Baba

“Mumcu Baba, genellikle ortalıklarda pek görünmezdi. Bu yüzden sokağa çıktığı o nadir zamanlarda, peşine muhakkak bir iki çocuk takılır, elindeki mumu söndürmek için gülerek onun etrafında dolanırlardı. O ise yanmayı göze alarak mumu adata göğsünde saklar, kimsenin onu söndürmesine izin vermezdi.”

“Mumcu Baba sustu. Ama bu suskunluğu yeryüzünün tüm dillerini barındırdığı için sanki Cafer Hoca, onu anladı ve ona yeniden elini uzattı. Mumcu Baba uzanan ele baktı, sonra tüm insanlara sırtını döner gibi arkasını dönüp yürümeye başladı.”

Fatma Cengiz – Yıldızlar Ülkesinin Çocukları

“Yerin göğsüne oturdu gök, gazabın rahmeti geçtiği o yerkabuğuna… Düştü yıldızlar bir bir gözlerinden ve karıştı açmaktan mahcubiyet duyan çiçeklerin toprağına. Bir Fairuz şarkısı söyleyen annelerin kucağında, yarım kalmış bir tabloyu andıran çocuk yüzlerinde yitirdik cenneti. Göğün bunlara bakmaya yüzü var mıydı, karanfil kokulu çocukların karanfil tadı veren sonlarına. Oysa kulaklarına hüznün küpesi takılı çocuklara, güvercinlerin gerdanlığına dizilmek yakışırdı. Göçmeliydi insan ve insanlık arasındaki ezeli savaştan, savaş ganimeti sayılmamalıydı.”

Teferrüc’den Şiirler
Oğul yolu bekleyen sabır kalesi anneler
Rızık peşinde koşan onurlu babalar
Hakkını vererek mübarek zamanın
Yaş alıyorken gecelerle omuz omuza
Torun torba oturuyorken köşesinde ulular
Erol Yılmaz

Her şey geçer mi ben gidince
Geçmesin diye yanındayım hep
Bir maymuncuk gibi
Açmak için yıldızlı karnelerini
Başını döndürmek için balıkların
Ayağın her suya daldığında
Özcan Ünlü

Yorulan bir varlıktır insan yorgunluğu hayra
yorulmayan, yoruldum tanrım saçlarım da
alışan bir varlıktır insan alışmakla cezalı
unutan hem unutuluşu ezbere alan

Soğuyan, insan soğuyunca üzerine toprak
atılan bir atımlık hevesle yalana aldanan.
Özlem Eylül Öz

Dünya kalkmak için düştüğüm yer
Takvimle hafifler sırtımdaki zaman
Yorulur kalbim döndüğü tekrardan
Gölgesiz ruhuma biçilen elbise dar
Arzular döşekte kesik bir nefes kadar
Mehmet Sertpolat

Bir bekleyiş içimizden bin kere boğulmaya
Bu dünyanın direğini çorak toprakla omzuna
Büyük kovulmayla başlayan dünya
Tütün sarısı alın yazısı bir zaman selinde
Geniş alnını okşayan bir inancı ve tarihin merhameti
Dilsiz bir konuşma başlarken kalbim her çarptığımda
Mülkiyeti verilmemiş uzak yolların tadını
Büşra Bağ

Şehir ve Kültür, Sayı:131

Şehir ve Kültür dergisinin 131. sayısının kapağını Sivas Divriği Ulu Camii süslüyor. Dünya tarihinin en görkemli eserlerinden biridir bu cami. İbrahim Yasak, Divriği Ulu Cami’yi anlatıyor yazısında.

“Sonra Divriği’nin meşhur ve her birisi muazzam ve muhteşem mimari yapısı, geleneksel ev kültürünü yaşatan konaklarını görmek üzere mahallelerine yöneliyoruz. Divriği sadece Ulu Cami’den, Şifahane’den ve kalelerinden ibaret değil ki… Divriği konaklarıyla, çeşmeleriyle ve sokaklarıyla Anadolu’nun ücra köşesinde zamana direnerek kendini koruyabilmiş nadir beldelerimizden birisi.”

“Nihayetinde 2021 yılında yapılan projenin en göz alıcı ve heyecan uyandırıcı yerine ulaştık. Geniş bir platform olarak vadinin üzerine doğru uzanan Cam Seyir Teras’ın giriş kısmındayız. Gerçekten etkileyici gözüküyor, biraz da ürpertici… Zeminden 243 metre yükseklikte, ülkemizin en büyük cam teraslarından biriymiş burası.”

Kadırgaya Yaslanıp Kıbrıs’ı Seyreylemek

Kâmil Uğurlu, tarihi süreç içinde Kıbrıs’ı anlatıyor.  Evliya Çelebi bize Kıbrıs’ı gezerken rehberlik ediyor.

“Evliya Çelebi Kıbrıs’a gitmeyi gönlüne aldı, niyet etti ve besmeleyle yola çıktı. O zamanlar Kıbrıs iskelesi olarak bilinen ve Silifke halkının mallarını sattığı Akliman’a geldi (Burası bugünkü Taşucu’dur). Akliman dizdarı ve kale muhafızı ile görüştü. Muhafız ona ve beraberinde olan zevata yardımcı oldu. Silahlı mürettebatlı, hızlı bir firkateyni 300 kuruşa kiraladılar. Oldukça yüklü bir para olan bu miktarın yarısını Kıbrıs Kadısı İbrahim Efendi’nin ödemesi hususunda anlaştılar.”

Taşın Hafızasıyla Konuşan Şehir: Ahlat

Saniye Öztürk, Ahlat’ı anlatıyor. Ahlat’ta taşların sesine kulak veriyoruz. Tarihin görkemi ve sükuneti can buluyor Ahlat’ta.

“11. yüzyılda buraya gelen Alparslan’ın ordusu, yalnızca bir zaferin değil, yeni bir medeniyetin eşiğindedir. Bu topraklar, Malazgirt’e hazırlık; bir coğrafyanın İslamlaşmasına, Türk yurdu olmasına önsöz hükmündedir. Ahlat, bu bakımdan bir tarih atlasının pusulasıdır.”

“Anadolu’nun Orhun Abideleri Vatan bir hafıza. O hafızanın saklı olduğu yer Ahlat. Buradaki abideler, Selçuklu taş işçiliğinin en nadide eserleri. Mutlaka görülmesi ziyaret edilmesi gereken bir yer. Çok etkilendik, şaşırdık, hayret ettik bu eserler karşısında.”

Ahıska Türkleri, Sürgünleri…

Mehmet Kamil Berse, Ahıska türlerini anlatıyor. Tarihi süreçteki yerleri, sürgünleri, acıları var yazıda.

“Ahıska Türkleri “Müslüman Meshiler”, Gürcistan’ın güneybatı ucunda, merkezi Ahıska (Ahaltsihe) olan Mesheti bölgesinde yaşayan Müslüman nüfusa 20. yüzyılın ikinci yarısında verilen addır. Bölgenin adından dolayı Meshet Türkleri ya da Mesket Türkleri ve Türkçede bölgenin adının Misketya biçiminde yanlış yazılmasından dolayı Misket Türkleri olarak da adlandırılmaktadır.”

Yok Olan Bir Şehirde Var Kılınan Yaşama Umudu

Necla Dursun bir kitaptan yola çıkarak acıyı, savaşın kirli yüzünü, insanların içinde daima diri olan umudu anlatıyor. Atom bombası ile yerle bir olan bir şehrin insanlarını hayata bağlayan kâğıttan turna kuşlarına şahitlik ediyoruz.

“Amerika Birleşik Devletleri’nin II. Dünya Savaşı esnasında Hiroşima’ya atom bombası atmasının üstünden birkaç ay sonra 80 yıl geçmiş olacak. Japonya’da 6 Ağustos 1945’te gerçekleşen patlama nedeniyle şehir yerle bir olurken insanlar da hayatlarını ve sağlıklarını yitirdiler. Hayatta kalanlara ‘hibakuşa’ denilirken vücutlarında başta kanser olmak üzere tedavisi zor şekil bozuklukları, ileri düzeyde yanıklar oluştu. Ömür boyu sakat kalanlarla psikolojik çöküntü yaşayanların yanında radyasyonun neden olduğu sağlık sorunları binlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açtı.”

Bursa’da Zamanın İkinci Boyutu

Bursa denince aklımıza zaman geliyor. Bursa’da zaman denince de Ahmet Hamdi Tanpınar’ı hatırlıyoruz. Tarihin dönüm noktalarından önemli bir duraktayız. Bursa’yı M. Nihat Malkoç adımlıyoruz.

“Devlet-i ebed müddet Osmanlı’nın gül kokulu dibacesisin Bursa… Bununla da kalmayıp yüzyıllarca Roma’nın görkemli hikâyesinin düğüm noktasını oluşturan kadim şehirsin sen… Ağaç nasıl ki kökünden beslenirse sen de ihtişamlı mazinden beslenirsin. Tanpınar’ın deyimiyle milliyetimizin en güzel kaynağısın, el değmemiş mazi rüyasıyla içimizden konuşan en geniş davetsin. Seni hakkıyla vasfetmeye kâfi gelmez gönül lügatimdeki sıfatlar. Sen gönüllere nazar eden esrarlı gözsün; basiret odağı gönül gözüsün.”

İçerişehir Bakü

Bakü gezisine dair notları paylaşıyor Mehmet Mazak. İçerişehir’deyiz. Tarih, kültür, ziyaret edilecek mekânlar derken kısa bir tur atıyoruz Mazak’la birlikte.

“İçerişehir’e gelenlerin mutlaka ziyaret etmesi gereken iki nokta var. Birincisi Şirvanşahlar Sarayı. İkincisi Kız Kalesi. İkisi de Şirvanşahlar döneminden kalma. Son derece mütevazı olan saray, avlu kısmına 12-16. yüzyıllar arasında eklenen cami, hamam gibi eserlerle külliyeye dönüşmüş. Şehrin tam merkezinde, etrafı 27 metre yükseklikteki, 5 büyük giriş kapısı olan ve 12.yüzyıl yapısı surlarla çevrili İçerişehir, labirenti andıran dar taş sokakları ve eski binaları ile çok güzel bir bölge. Ustalık ürünü balkonlar, kapı bezemeleri, sıra dışı pencereler ve sütunlar da bir o kadar etkileyici.”

Konya: Tarihin Koynunda Bir Güzel Başkent

Fahri Tuna ve Kadir Korkut şehir söyleşilerine devam ediyor. Bun sayı Konya’ya dair Korkut’un sorularını cevaplıyor Tuna.

“Tabii ki üniversitede. Sene 1978. Endüstri mühendisliği öğrencisiyiz. İktisat hocamız (O günlerde Prof. Dr. Sabahattin Zaim’in asistanıydı) Sami Güçlü ile. Esmer, karayağız, ortadan az uzunca, ciddi ve disiplinli, idealist ve fedakâr, teşkilatçı ve toparlayıcı hocamız Sami Güçlü ile. Önce Sami Güçlü hocamızı sevdik, sonra da onun şehri Konya’yı.”

“Harmancı ülkemizin sayılı öykücülerinden. Çocuk edebiyatında da en iyilerden. Türkiye’de hem edebiyat profesörü hem iyi yazar olan az sayıdaki güzel ve örnek insandan birisi. 2018’de 40 şair-yazar Balkan Kültür Kervanı’nda on gün beraberdik. Daha bir sevdik. Necip Tosun ile Nobel Edebiyat Ödülü Ankara’ya gelecek esprileri Türk edebiyatının en hoş hatırlarındandır. Şahidiz. Sakin, dengeli, oturaklı, müeddep, misafirperver, güzel kalemdir Abdullah’ımız. Vural Kaya iyi şair.”

Ayvazoski’nin Lirik İstanbul’u

İstanbul’un en güzel hallerini tuvaline taşıyan Ayvazoski hakkında yazmış Leyla Yıldız.

“İki yüzden fazla İstanbul tablosuna imza atan, Kırım doğumlu Rus ressam Ayvazovski, Konstantinopolis’i bir Ortodoksluk merkezi ya da patrikhane değil, görkemli minareleri ve sayısız camisiyle Müslüman bir ülkenin payitahtı olarak resmeder. Bu yaklaşım, Avrupa’da usta ressamın tablolarına olan temâyülü daha da artırır.”

Hamidiye Erkek Rüşdiyesi, Hamidiye Kız Rüşdiyesi

Menekşe Özkaya Tutum, İstanbul’ubn tarihi okullarını anlatmaya devam ediyor. Bu sayı Hamidiye Erkek Rüşdiyesindeyiz.

“Okul, I. Dünya Savaşı sırasında Kadıköy Yeldeğirmeni semtine nakledilmiştir. Mondros mütarekesinden sonra Yeldeğirmeni’ndeki binaların boşaltılmasıyla okul da o zaman Osmangazi adını taşıyan Ali Şamil Paşa köşküne taşınmıştır.”

“2010-2011 eğitim ve öğretim yılında okulun adı, İstanbul Anadolu Lisesi olarak değiştirilmiştir. 2020-2021 eğitim ve öğretim yılı itibarıyla okul arazisinin Fenerbahçe Kulübüne devredilmesi sebebiyle okul, eğitim ve öğretime Bostancı’daki yeni binada devam etmektedir.”

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir