Mustafa UÇURUM
Bir pazar yerinde, beli iki büklüm olmuş bir nine evinden getirdiği kavanozların içine üç harfli marketten aldığı reçelleri koymuş, “doğal” diye satıyor. Başka bir köşede yaşlı bir çift oturmuş; marketten aldıkları zeytinyağını boş bidonlara doldurmuş, “hakiki zeytinyağı” etiketiyle sergiliyor.
Cem Yılmaz’ın oynadığı bir reklam vardı. Yumurtaları köy yumurtası gibi göstermek için neler yapmaları gerektiğini anlatıyordu detaylıca J. Şimdi markette, pazarda gördüğümüz üstü pisli, samanlı yumurtanın köy yumurtası olduğunu nasıl anlayacağız? Burada vicdansızlık tavukta mı satıcıda mı?
İçini hoşnut etmek için köylü pazarına gidiyorsun. Yumurtayı alıyorsun. Biri yanaşıyor ve bütün sırrı bozuyor; “Tamam da bunlar tavukları kümesten hiç çıkarmıyor ki. Yemle besliyor. Sen en iyisi gezen tavuk bul.” İşi gücü bırakıp dağ bayır tavuk peşine mü düşeceğiz?
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Balda, tereyağında, zeytinde ve daha birçok üründe bu film fırıldak işleri dönüyor.
Ürünlerin sahteliği ya da gerçekliği çok da önemli değil aslında, hepimiz öleceğiz günü gelince, bu kesin. Sonuçta reçel reçel, yağ yağ. Ama mesele reçelde, yağda değil. Mesele insanda.
Doğallık artık sadece kavanozların, bidonların içine sığdırılmaya çalışılıyor. Etiketlerin ardına gizleniyor, pazar tezgâhlarında yüksek fiyatla sunuluyor. Oysa doğallık, önce insanın özünde olmalı. İçtenliğin, dürüstlüğün, güvenin adıydı doğallık. Bir ürünün saf olup olmaması, önce onu sunan kişinin samimiyetinden belli olurdu.
Bugün en çok bozulan ürün, ne reçel ne de yağdır; en çok bozulma insanda yaşanıyor. Çünkü çıkar hırsı, kolay kazanç isteği, güvenin üstünü örten kalın bir perdeye dönüştü.
Oysa bir zamanlar pazar yerleri, sadece alışveriş yapılan değil; güvenin, dostluğun, içten sohbetlerin yeşerdiği yerlerdi. Şimdi ise aynı pazarda, doğallığı kavanozlara değil, insanın özüne koymak gerek. Çünkü bozulmuş bir vicdanın düzelmesi, bozulmuş bir ürünün düzelmesinden çok daha zordur.
Doğallık pazarda satılmaz, etikete yazılmaz. Doğallık, insanın kalbinde başlar.