Karabatak’tan Ramazan ve Edebiyat Dosyası
Karabatak dergisi gönüllere dokunan dosyalar hazırlamaya devam ediyor. Ramazan ve edebiyat dosyası 79. sayının konusu.
Ali Ural’ın Giriş Yazısından…
Ramazan, insanın muhafızıysa edebiyatın da muhafızıdır. İnsan ve edebiyat ne zaman ayrı düşmüş! Şair ve yazarlara düşen kendilerini koruyan ramazanı eserleriyle koruyarak borçlarını ödemeleridir. Ahmet Rasim, bütün minareler ışıl ışıl aydınlatılmışken Süleymaniye’nin minarelerinin karanlık bırakıldığını görüp kalemini kınından çıkarmıştır bir ramazan akşamı: “Ne mübarek akşam… Ne hazin bir görünüş… Bu ne terk edilmiş manzara… -Yarabbi! Sen Süleyman ve Sinan’ın ruhlarına teselliler ver!”
Ramazan ve Edebiyat Dosyasından…
Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu – Kutlu Ramazan Ayları Birbirlerine Bağlıdır: Eskisi Yenisi Aynıdır!
“Kutlu Ramazan ayını Anadolu mayası bereketiyle yürekten karşılamakta ve her ânını saadetle ihyâ etmekte, Mübarek Kadir Gecesini Kadir Bayramını bulmuş bahtiyarlar olarak tes’îd etmekte, bin aylık ikrama nâil ve cehennem azabından halâs olmakla ve nihayet bayrama şekerlenmiş insan saadetiyle ulaşmakta müdavemet niyaz edelim. Nesillerimiz kıyamete kadar “Nice nice Ramazanlara.” duasını dilde ve gönülde taşısın. Yazarlarımız, eli kalem tutanlarımız kendi hayatlarına göre eskiyen Ramazan-ı şerif hatıralarını yazsın da sonraki kuşaklar okusun. Ramazan-ı şerif cümlemize, cennet vatanımızda cümle insanlarımıza ve dahi Ümmet-i Merhumeye tefrîc getirsin…”
Yunus Emre Altuntaş -Modern Türk Şiirinde Ramazan
“Osmanlı dönemi ile kıyaslandığında modern Türk şiirinde ramazanla ilgili şiirler oldukça azdır. Osmanlı döneminin “Ramazaniyye”lerine benzer müstakil eserler ise bir elin parmaklarını geçmemektedir. Dolayısıyla Osmanlı dönemi ile modern dönem arasında ramazan temasının işlenişi bakımından derin bir uçurum bulunmaktadır. Yine de bazı şairlerimizin ramazan temasını şiirlerine taşıdığını görüyoruz. Bunların bir kısmında Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci içinde bulunduğu yıllarda yazılmış olmaları sebebiyle münacat havası hâkimdir. Mehmed Âkif Ersoy’un 1910 yılında kaleme aldığı, “Yâ Rab, şu muazzam Ramazan hürmetine/ Kaldır aradan vahdete hâil ne ise;/ Yâ Râb, şu asırlarca süren tefrikadan/ Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se/ Mâdâm ki verdin bize bir rûh-i nevin…/ Yâ Râb, daha bir nefha-i te’yîd insin!” şiiri bunların karakteristik örneğidir. Geleneksel şiirimizde ramazan, daha çok tasavvufi ve dinî boyutlarıyla ele alınırken, modern Türk şiirinde bireysel ve toplumsal dinamiklerle işlenmiştir.”
Murat Soyak – Samanyolunda Ziyafet – Oruç Yazıları
“Sezai Karakoç’un dergi ve gazetelerde oruç hakkında yayımlanan yazıları bir kitap bütünlüğünde artık. “Samanyolunda Ziyafet – Oruç Yazıları” kitabı edebiyat ve düşünce dünyamızda çok boyutlu tefekkür derinliği ile oruç ibadeti üzerine yazılmış kıymetli, müstesna bir eserdir. Yeni yorumlar, farklı bakış açıları sunması bakımından önemlidir. Bu eser, her kelimesiyle uyanışa, dirilişe bir çağrıdır. Sözü özü oruç yazılarında umudu, irfanı, uyanışı, iyiliği okudum.”
Mustafa Özçelik- Mehmet Akif ve Safahat’ta Ramazan
“Mehmet Akif’in ramazandan söz ettiği ilk şiirine “Asım” kitabında rastlarız. “Oruç sıcaklara gelmiş, Kır Ağsı bakmış ki: Sabahlar akşam olur şey değil, bu, tiryâki;” beytiyle başlayan bu bölümde bir kır ağasının ramazandaki hâline dair bir hikâye anlatılır. Buna göre bir kır ağası, yaz mevsimine rastlayan bir ramazanda kendisine oruç tutmak zor geldiğinden seferi sayılmak için civar köylere gider. Oralarda sabahlayıp akşamlar. Sahur ve iftar yemekleriyle yetinmez, sabah ve akşam yemeği de yer. Bu kadar çok yemek doğal olarak uykularını kâbusa çevirir, çok tuhaf rüyalar görmeye başlar. Son uğradığı köyde de gece yine bir rüya görür. Hemen bir yorumcu bulmalarını ister. Ona Çarıkçı Emmi adında birini getirirler.”
Hümeyra Yabar – Ramazan ve İnsan Psikolojisi
“Günden güne zihnimiz berraklaşıyor. Sadece manevi bir rahatlık değil bu. Oruç tutmak, zihinsel fonksiyonlarımızın gelişmesine yardımcı oluyor. Ramazan ayı boyunca vücuda giren besinlerin azalması ve uzun bir süre aynı saatlerde yemeye alışmamız beyni rahatlatıyor. Bu dönemde algılama ve öğrenme faaliyetlerimiz artıyor, odaklanıp verimli çalışabiliyoruz. Orucun beyindeki öğrenme ve hafıza bölümlerindeki olumlu etkisinden ve Parkinson, Alzheimer gibi nörolojik sorunlara karşı koruyucu işlevinden söz ediliyor. Sadece bugünümüze değil, yarınımızı da şifa… Beyinde yeni kök hücrelerin oluşması için kimyasalların salgılanmasını destekliyor.”
Enver Resuloğulları – Etiyopya’da Ramazan Kültürü
“Harar, ramazan ayında bir dönüşüm geçirir. Ramazana hazırlık olarak, Harari halkı, evlerini parlak, canlı renklerle boyamayı âdet edinmiştir. Bu gelenek, sadece şehrin görünümünü canlandırmakla kalmaz, aynı zamanda kutsal ay boyunca toplumun ruhunu da yükseltir.
Toplu İftarlar: Büyük ölçekli sokak iftarları, hayırsever amaçlar için para toplama gibi asil bir amaçla düzenlenir. Elde edilen gelir, hem doğal hem de insan yapımı felaketlerden etkilenen kişilere yardım sağlar ve toplumun şefkatini ve cömertliğini yansıtır.”
Seyyid Gulam Faruk Şirzad – Afganistan’da Ramazan Kültürü
“İnsanlar genellikle sabah namazından sonra dinlenir ve saat 08.00 civarında işlerine giderlerdi. Diğer aylardan farklı olarak ramazanda çoğu insan ikindi namazından sonra veya hemen öncesinde işlerini bitirir ve evlerine dönerdi. Ramazan ayında iftar ve sahur hazırlıkları büyük ölçüde kadınların sorumluluğunda olurdu. Ne yazık ki erkeklerin bu hazırlıklara katılımı yaygın değildi. Afganistan’da, çoğu restoran ve kafe Ramazan ayına saygı göstermek amacıyla ikindi namazına kadar kapalı kalır. Oruç tutmayanlar ise toplum içinde yemek yemez, bunu gizli yaparlardı.”
Ahmet Özhan ile Söyleşi
Ramazan ve Edebiyat Dosyası’nı tamamlayan bir söyleşi yer alıyor Karabatak’ta. Ahmet Özhan ile ramazan, ilahiler, musiki konulu yapılan bu söyleşinin soruları Hümeyra Yabar’dan.
“Ramazan ayı bir yılda bize bahşedilen kandil dediğimiz, mübarek vakitlerin sonuncusudur. Ramazan on bir ayın sultanıdır, deriz. Çünkü bir sürecin en “top” noktasını, zirvesini temsil ediyor Kadir gecesiyle. Dolayısıyla imamet makamındadır. Aslında kamerî/hicri takvime göre Muharrem ayında başlayan serüven, evvela Rebiyülevvel ayında nur-ı Muhammedî’nin açığa çıkışıyla, insanın en önemli kazanımını ortaya koyar.”
“Ramazan orucun önemiyle bir bütündü iç dünyamda. Çocukluk aklımla, tutabildiğim kadar tuttum; ama kendimi bildim bileli oruç tuttuğumu da söylemek durumundayım. Hatta bir keresinde zannediyorum, orta ikiye gidiyordum. Ramazanda oruçluydum ve hastalandım. Yani en aşağı 40 derece ateş içinde yatıyorum. Susuzluk nasıl kavuruyor içimi. Annem başımda “Oğlum bu şartlarda su içebilirsin. Orucun bile bozulmaz hatta bozulsa da Allah günah yazmaz,” diye bana söyleniyordu. Ama beni ikna edememişti. İftara kadar beklemiştim ve su içmemiştim.”
Projektör’de Ahmet Can Söyleşisi
Ahmet Can ile şiiri ve şiir kitapları üzerine yapılan söyleşi projektörde Karabatak okurlarını bekliyor.
“İki mısrayı sık sık hatırlatmaya çalışırım kendime. Cenklerim, yenilgilerim, öfkelerim, her sabah erkenden apartmandan çıkışım, kapıyı kapatışım, yürümekten hiç yorulmayışım, hüzünlerim, düşmelerim, yerden kalkmalarım, yaralarım yani bir Ahmet’in bu mısrayla son bulacağını biliyorum: Karacaoğlan da ölür sevdiğim. Diğeri de Yunus’un bir mısrası: Cennet dahi tuzak imiş mümin canları tutmaya. Didar varken bu tuzağa düşmek istemiyorum.”
“Yunus Emre ve Karacaoğlan’ın bizim şiirimizde iki ayrı derya olduğunu düşünüyorum. Oradan başlamam gerektiğini ve orada bitirmem gerektiğini biliyorum. Her kitap sonunda Yunus bağına dönmem o yüzden. Kitap değil belki ama moderniteye dair okuma yapmadan bu çağdaki insanın sinir krizleri, tedirgin yaşaması, vurdumduymazlığı ve susması nasıl anlaşılır bilmiyorum.”
Karabatak’tan Öyküler
Gülnaz Eliaçık Yıldız – Parlama Noktası
“Ayaklarım yok. Aç kaldığımda yedim onları. Evet, önce ayaklarımdan başlamıştım kendimi yemeye sonra sıra diğerlerine de gelecekti. Gitmemesi gereken yerlere gitti, yürünmemesi gereken yollar aşındırdı, sözümü dinleseydi böyle olmazdı.”
“Artık topaldım. Ama sol bacağım fazla dayanmadı yola, güneş tepemde, susuzluk alnımda damla damla ter. Kanıma susadım! Oturup sol ayağımı da yedim. Ferahladım. Ayaksız diye dalga geçecekler şimdi benimle, olsun. Onlar bilmiyor cüzzamlı bir eşiğin lanetine kapıldığımı. Bilseler iki gün bile koymazlar beni burada. Aç bırakırlar. Ellerimden başlarım bu sefer yemeye, doyururum karnımı, tenezzül etmem kimseye el açmam!”
“Daha dün mendiline tükürten, elbisesine sürtündüğüm bu köylü, bu odanın dışına çıktığım her yerde korkuyordu benden, uğursuz diye taşlıyorlardı. Sabrımın orta yerine bağladığım o taş bir gün tam orta yerinden çatladı. Annem uyuyordu, ellerimi çözdüm. Ayaklarımı yediğim günden beri, ağzımda kalan o paslı çivi tadını yeniden almak için bekledim.”
Mehmet Akif Yılmaz – İskeletler Yüzemez
“Tekrar oltasına dönüyor. Dünyada her şey yolunda. Düğümler çözülecek birazdan, ipler düzelecek, büyük bir balık takılacak oltaya, kalpte tatlı bir heyecan, yüzde gururlu bir gülümseme. Hayat, su ve balıklar ne güzel!
Bu kadar iyimser olması canımı sıkıyor; suya daldırıyorum başımı. Kulaklarımdan ve burnumdan kabarcıklar çıkıyor. Su bulanık. Yosunlar, köklerinden kopmuş dallar, taş parçaları… Kirli bir yeşilliğin içinde dalgalanıp duruyorlar. Yavaş yavaş aşağı iniyorum. Elimi uzatıp yosunlu bir kayanın yumuşak yüzünü okşuyorum usulca.”
“Bana bakmıyor Zafer, kıpırdayan misinaya doğru yürüyüp çekiyor ipi yavaş yavaş. Büyük bir şey olmalı, diyorum içimden çünkü çekerken zorlanıyor. Bir yandan gülümsüyor. Başarısını ödüllendirecek bir iki yalan söylüyorum uzandığım yerden. Ve oltanın ucundaki görünüyor. Siyah, kocaman bir bot. İçi yosun ve çamur dolu.”
Ali Seyyah – Baba Türbesi
“Yükümü sağıma indirip, sırtımı bahçenin duvarına yasladım. Karanlık sis olup ovaya inecekti birazdan. Bahçedeki ayçiçekleri yüzünü güneşten toprağa doğru çevirecekler bir bir. Börtü böceğin vardiya değişim vakti. Gececiler iştahla havanın kararmasını, gündüz halkıysa uyuyabileceği bir yeri gözlüyorlar. Av vakti yaklaşıyor, bu yüzden melodilerini kısıyor kuşlar. Ceylanlar daha temkinli atıyor her adımı. Ve karanlık dişlerini biliyor avcıların.”
“Babam öldü mü bilmem. Bir sabah, vaktinden evvel beni uyandırıp, yola düş, dedi. Bineğimi, çarığımı, azığımı hazır etmişti bile. Köyün çıkışına varınca şöyle deyip uğurladı beni. Çiti geç, pınarlarda alnını ovuştur, gülleri kırma.
Deh demezsen yerine çivilenen ihtiyar at benden evvel düştü yola. Dönüp babama baktım, ilk kez iner gibi yürüyordu yokuşta.”
Nehar Çakır Ordu – Sırlı Dağlar
“Hoşo Yaylası’nın çocuklarıyla anlaşıp dağın zirvesine açılan oyuğun bulunduğu yere ve bütün dağların birleştiği göğün altına yayılan düzlükte Yedi Göller’i bulmak için yürüyorduk. Sabahın erken saatinde ligarba toplama bahanesiyle ayrıldık. Dağlar pusunu kaldırmış, ırmakların aktığı cenneti doyasıya seyredebiliyorduk. Hoşo Yaylası’nın çocukları çobanlık yaptığı için kaybolmamız imkânsızdı. Bir yandan ıslık sesleri bir yandan kaval sesi derken Hızır amcanın yanında bulmuştuk kendimizi. Hepimiz oradaydık.”
Karabatak’tan Şiirler
selam verip sağdan sola okur ramazan şiiri
atı yedi süvarinin şelaleden su içer iftarda
komşuluk kırk evle başlar sağdan say kırk
soldan say kırk önden ve arkadan kırk say
ramazan köyünde ne güzeldir insanlık
A.Ali Ural
Tutunup çocukluğumun serçe parmağına
Nefes nefese bir gündüzü aştım
Melek oldu da annem kaç kez uyandırıldım
Meğer bir kozalağı kemiriyormuşum gün boyu
Boş bir kaşıkla en uyanık yerimden kandırıldım
Hüseyin Akın
En güzel denizlere gidildi
Ve deniz kızları iğfal edilip,
analar zehirlendi.
En güzel çocuk büyüdü
ve gözlerine uzaktan kaç mil çekildi.
En güzel günlerimiz,
Şam’da kayısı, Antep’te zerdaliydi.
En güzel sözlerimiz söylendi ve sağır etti.
Veda hutbesi artık politik bir söylemdi.
Mehmet Sabri Genç
Savaştan önce kalan resimlerini gösterir
Hangi ihanet hangi nîran hangi meydan
Sürekli unuttuğu şeyler çıkıyor evin köşelerinden
Kavgası, ayrılık korkusu, uzak kalışı
Sürekli unuttuğu şeyler
Herkes bir sonraki kahkahaya geçerken
Bir göğçek uğruna arşa inmiş, divane
Ahmet Can
Rüzgârını sevdiğim dünya, kalbimin ışıltılı aynası
Keşfini bir bilebilse kaç bahçelik tarladır dünya
Aşağıdan yukarıdan bir bakıp bir görür gibi
Söndürür gibi içindeki yangınları insanın
Ayları günleri nakışlayıp kendine edince yoldaş
Biraz da ey hayat yaşamak mecburiyeti var.
Nurettin Durman
canlar canı uğruna geçip tatlı canından
acıya katlanarak tuzaklardan kurtulur!
düşünceler işler de kalp genişler genişler
ve ebrû gerçekleşir, nûr üstüne nûr olur!
Hasan Akay
Bir eksiğim varsa yüzüme söyle
Sırtından vurma kar tanelerini
Bugün uykusuz kalsın gökyüzü
Merdivenleri süpürmesin yaşlı teyzeler
Ayak izleri kalsın üst geçitlerde
Cüzdanımın arka sayfasında sakladığım
Sarı saçlı ince dudaklı benli fotoğrafın
Ercan İriş
Edebiyat Ortamı’nda“Edebiyat ve Teoloji Dosyası
Edebiyat Ortamı’nda yeni dönemin etkileri kendini göstermeye başladı. Dosya konuları, derginin işleyişi gibi birçok konu ile ilgili değişiklikler giriş yazısında anlatılmış. Dergi okurlarını çok güzel sürprizler bekliyor.
Bu sayının dosya konusu “Edebiyat ve Teoloji.”
Dosyadan…
Mehmet Kurtoğlu – Edebiyat ve Teoloji
“Aslında Batı’nın bütün büyük yazarları eserlerini yaratırken teolojiden beslenmiş, ancak felsefe yapmaktan da geri kalmamışlardır. Shakespeare, Dante, Goethe, Cervantes, Tolstoy, Dostoyevski, Andre Gide, J. Paul Sarte, Allbert Camus, Stefan Zweig, SorenKierkegaard, Nietzsche, Kazancakis, vs. yazarların eserleri aynı zamanda felsefi metinler olarak da okunmaya müsaittir. Özellik – le Sartre, Camus, SorenKierkegaard, Nietzsche Varoluşçuluk ve Nihilizmin kurucu filozoflarıdır. Alman felsefi ekolü olmasaydı Goethe gibi bir büyük yazar Almanya’dan çıkmazdı. Goethe Alman felsefe okulunun devamıdır. Ayrıca bir Rus felsefesinden söz edilecekse eğer Dostoyevski ve Tolstoy’dan başlamak gerekir. Dostoyevski bir romancı olarak Batı varoluş felsefesini etkilemiş bir yazardır. Ele aldığı inanç ve varoluş sorunlarını romanlarında dile getirmiştir.”
Muhammed Enes Kala – Edebiyat ve Teoloji İzinde Anlamın Derinliği
“Dilin, kutsal olanı ifâde etmede ne kadar yeterli olduğu kuşkusuz tartışmalıdır. Dil, kutsalı ifâdelendirme çabasında bir köprü işlevi görse de aynı zamanda onu sınırlayan bir araç olarak değerlendirilebilir. Edebiyatçılar, kutsal olanı anlamlandırmaya çalışırken, dilin sınırlarını zorlar, dinî temaları ve metafizik kaygıları sanatın bir parçası hâline getirmeye çalışır. Böylece dilin sonsuza uzanabileceğine dâir bir umudu dillendirirler. Bunda teoloji ve edebiyat alanının önemli işlevleri fark edilmelidir, zîrâ her iki alan da insana sembol ve simgelerle görünenin ötesine gitme yollarından haber verirler.”
Münire Kevser Baş – Diriliş Düşüncesi’nin Bütünlüklü Formu Metodoloji Olarak Tevhid
“Varlık tevhid yöntemi ile kurgulanmıştır. Varlığın hakikati tektir. Hilkatin dilini söze, müziğe, sanata aktaranlar kimi zaman mecaza yönelseler de hakikatin formülüne yaslandıkları müddetçe sahih eser verebilirler. Bütün mecazlar hakikate tabidir. Mecaz gibi görünen özünde hakikattir. Mecazlar hakikatin farklı görünümleridir, temsilleridir. Tevhidmetodolojisi, insan zihnindeki suni bölünmüşlük duvarları yıkmak ister. Çünkü ontolojik, epistemolojik, etik, estetik, sosyal, siyasi, ekonomik, hukukî vs tüm alanları kuşatan bir hilkat teknolojisi geliştirmek zorundadır, hakikat medeniyetine ulaşmak için…”
Mehmet Yıldız – Teoedebi Okumalar Bağlamında İsa’nın Son Üç Günü
“Mehmet Kurtoğlu’nun aralık ayında 2024 biterken yayınladığı “İsa’nın Son Üç Günü” kitabı okurla buluştu. Deneme türünde kaleme alınan eser üslubu, içeriği ve felsefi derinliği ile dikkat çekiyor. Bu anlamda “teoedebi” okumalar alt başlığı ile okuyucuya sunulan kitap bu türde yazılmış belki de ilk eser olma özelliği taşıyor. Kitaptaki on yedi deneme iyi bir edebî eserin güçlü bir teolojik ve felsefik altyapısının olması gerektiği düşüncesinden hareketle kaleme alınmış.”
Sadık Yalsızuçanlar ile Söyleşi
Yunus Nadir Eraslan’ın sorularını cevaplamış Sadık Yalsızuçanlar. Eserleri bağlamında hikmetin dilini anlatıyor Yalsızuçanlar.
“Yıllardır düşlediğim bir şeydi. Hz. Pîr’i, ilk olarak, Mesnevî’sinden başlamak suretiyle 1980 yılında okumağa başladım. Üniversitedeyken, O’nun sevgili torunlarından Âmil Çelebioğlu hocanın talebesi olma lütfuna erişmiştim. Hoca fevkalade güzel gönüllü bir insandı. Sıkı bir uzmandı. Hezarfendi. Kendini sürekli yenileyen, çok çalışkan, üretken bir âlimdi. Aynı zamanda süluk etmiş bir dervişti.”
“Ârifler, bir tür yapısökümcüdür. Gramerleri bakımından böyledir. Yıkarak kurarlar. Akılla öğreti arasındaki ilişkinin köhneyen, pörsüyen yanlarını yenilerler. Değiştirir, dönüştürürler. Onların kelamı dölleyicidir. Zaten insan nazar ve kelamla mayalanır. Hz. Pîr, tasarrufunu kelamına yüklemiştir. Yüzyıllar boyunca etkilemesinin, değerlemesinin, dönüştürmesinin sebebi budur. Onların algısı her dem tazelenen bir idraktir.”
Filistin’in Şiirsel Sesi Mahmud Derviş
Belkıs Kılıç, Mahmut Derviş üzerine yazmış. Şairin şiiri, şiirindeki Filistin, devrimci duruşu gibi birçok konu işlenmiş yazıda.
“Vatan kaybı ve yıkımı, kaçış ve sınır dışı edilme, sürgün, tanınma, özerklik ve bir Filistin devleti için siyasi mücadelenin onun şiirinde ana temalar hâline gelmesine şaşmamalı. Filistin halkının acısını, üzüntüsünü ve özlemini olduğu kadar işgale karşı direnişini ve kendi devletlerine dair umudunu da edebi olarak ifade eden Mahmud Derviş böylelikle Filistin’in sesi hâline geldi.”
Varoluşsal Bir Seçimdir Duruş: Mehmet Akif
Canan Olpak Koç, Mehmet Âkif’i hayata karşı mücadeleci duruşuyla anlatıyor. Memuriyetteki, dildeki, milli mücadeledeki, Cehalete karşı dik duruşu anlatılıyor yazıda.
“İş hayatı şairin karakter olarak duruşunun şekillenmesinde etkilidir. O, ne kendisine yapılan haksızlığa razıdır ne de samimi arkadaşlarına yapılan haksızlıkları kabullenir. Yalnız memurluğu değil hocalığı sırasında da, farklı sebplerle okulla bağı koparılan arkadaşlarının uğradığı haksızlık sonrasında Ziraat Nezareti’ndeki ve Darülfünun’daki görevinden istifa eder. Bunu yalnızca bir yakınlık, arkadaş bağlılığı diye düşünmemek gerek. Akif itiraz edebilen insanları anlamaya ve haklıysa yanında durmaya çalışır. Ölene kadar arkadaş kaldığı Mithat Cemal’in söylediği gibi şairin kalbine fakirlerin girebilmesi için giyinmesi değil zenginlerin elbiselerini çıkarması gerekir.”
“Mehmet Akif her türlü sömürüye karşı çıkar. Ne ülkesinin ne inancının ne söz söyleme hakkının sömürülmesine razı olur. Cehalet de ona göre en büyük sömürü aracıdır. Yakın arkadaşlarının tanıklıkları da Akif’in cehaletten nefret ettiğini gösterir. Dini kullanarak insanların sömürülmesini istemez. Hatta bilimsel ölçütlere yer vermeyen birtakım tedbirleri anlamlı ve doğru bulmaz.”
Melâl Neslinden Delâl Bir Şair: Metin Önal Mengüşoğlu
Mehmet Atilla Maraş, Metin Önal Mengüşoğlu’nu anlatmış yazısında.
“Hiçbir cemaat ve cemiyete, hiçbir tarikata ve tekkeye, hiçbir siyasi partiye ilgi duymadı. Türkiye Yazarlar Birliği hariç, hiçbir sivil toplum kuruluşuna, derneğe ve vakfa üye olmadı. Metin Önal Mengüşoğlu, bir başına özgür ve serazattır. Bu bağlamda bağımsız ve bağlantısızdır. Ama İnancına bağlı, Kuran ve Allah’ın resulüne bağlı ve bağımlıdır. Tek kelime ile Müslüman, Mümin ve Muvahhittir. O bütüncül bir dünya görüşünü (Tevhit), bütün bir hayatı boyunca savundu ve yaşadı. Lisede öğrenciyken, Malatya’ya bir konferans vermek için gelen şair Necip Fazıl Kısakürek’le tanışır. Üstadın konferansında takdimcilik yapar, onu sahneye davet eder.”
Yazarın Seyr-i Sülûku
Mustafa Asım Sarı, bir yolculuğa davet ediyor okurları. İnsanın kendisiyle olan yolculuğu bu aslında. İki adımda gerçekleşen bir yolcululuk bu. İlk Adım: Düşünce Tembelliğini Nasıl Yeneriz?
İkinci Adım: İnsan Kendinden Ne Öğrenir? Yazarlık dersleri olarak da görebiliriz bu yazıları.
“Yazar ya da şair adaylarının başlangıç olarak iki konuda kendilerini geliştirmesi gerekir. Oysa onlara ilk etapta çok okuması ve yazması tavsiye edilir. Ancak bunlardan önce iki meseleyi çözmedikleri takdirde yazar ve şairlerimizin eserleri sığ veya tekrardan ibaret kalacaktır. Bahsetmek istediğimiz ilk konu, düşünce tembelliğini yenmek, ikincisiyse kendisiyle tartışır hale gelebilmek.”
“Düşünüp konuşmayı öğrenme sürecinde kitaplar okuyup onu fikri açıdan da beslemeliyiz. Böylece bize söyleyecek bir şeyler edinen kendimiz, en yakın dostumuz olur. Gerekli durumlarda onunla meseleleri istişare edebiliriz. Kendimize tez sunarken o da bu teze antitez üretir. Sonuçta birlikte bir senteze ulaşırız ve böylece daha iyi kararlar alabiliriz. Sorunlarımızın ve bazı konulardaki meselelerin üstesinden gelirken bizim yanımızda olur.”
Sadık Yalsızuçanlar Portresi
Fahri Tuna, Sadık Yalsızuçanlar portresi ile dergide yer alıyor. Tuna’nın her cümlesinde samimiyet ve içtenlik var. Bir gönül insanı da ancak böyle anlatılabilir.
“Derviş. Zamane dervişi. Modern zamane dervişi. Kırklanmış modern zamane dervişi. Kırklara karışmış modern zamane dervişi. Kitaplarının sayısı kırkı geçince, saymayı bırakmış modern zamane dervişi. Zayıfça bir vücut, açık genişçe bir alın, ince biçimli bir ağızla adeta kafiyeli kaşlar, uzunca kulaklarıyla vezinli uzunca bir burun, daima mehabetle bakan siyahı kahverengisine galip bir çift siyah göz, ben Doğuluyum ağam diye haykıran kumral bir yüz; işte size Sadık Yalsızuçanlar.”
“Bilgisi çok ama irfanı az bir çağın çocuklarıyız. En büyük ihtiyacımız, bilgi ile gönlü birleştiren ârifler değil midir? Sadık Yalsızuçanlar bilgi ile sevgiyi tevhid etmiş, tevlid etmiş, teçhiz etmiş çağdaş ariflerimizdendir işte. Çağdaş Horasan erenimizdir o bizim. Anadolu ve Rumeli erenlerini de isim isim, menkıbe menkıbe, türbe türbe araştırmış ve günümüze aktırmıştır.”
Edebiyat Ortamı’ndan Öyküler
Havva Kantar Yıldırım – Beyin Yıkayıcı Aranıyor
“Kafamdan akan sular, önce yanağıma sonra omzuma uğrayıp yere düştü. Sabah işe giderken radyodaki kadın söylemişti, önleminizi alın, şemsiye, şapka kullanmadan güneşte fazla kalmayın, diye. Ancak şemsiyenin taş duvar örülen yerde olduğu nerde görülmüş. Şapkam ise evde kalmış. Aslında herkesin arabasında, iş yerinde hatta cebinde bu günler için şapkası olmalı ama benim yok.”
“Çıktım. Beyni yerine koyacak kim vardı. Hem toz kir içindeydi. Dolaba koysam donuyor, sıcakta iyice akıyordu. Beynim elimde öylece kalakaldım. İyice sulanmıştı. Tamamen sıvı hale gelmeden çare üretmeliydim. Beynimi yıkayacak sonra da yerine koyacak kim vardı. Kararımı verdim. İlan verecektim. Açtım akıllı telefonumu, ilanım. com.tr adresine şöyle kısa ve öz bir ilan girdim.
-Beyin yıkayıcı aranıyor-”
Ahsen Dalca Korkutan – Eli Şakağında
“Sokak mı çok sessizdi, neydi. Yankı olmuştu hemen. Çınladı kulaklarda. Bu işten nasıl sıyrılacaklarını düşünüyorlardı şimdi. Baba, dedi biri, herkes bize bakıyor mu. Yerde yatan kadının açık kalan gözlerinden başka bir bakış göremediler. O da zaten çamaşır makinasına dikmişti gözlerini.”
Ayşe Yazıcı Yavuz – Nail Baba
“Adım Nail, kuyumcular çarşısında esnafım. Yok, kuyumcu değilim. Hoş, benim de düğün dernek işlerine kıyıdan yanaşmalarım oluyor ama benim dükkânımda daha çok kına gecesi ya da çeyiz hazırlığı için alınabilecek türden levazımat var. Aha işte, gördüğünüz gibi defler, mumlar, sepetler, bindallılar, kilo işi kuruyemiş, incik boncuk, söz nişan tepsisi, kırmızı renkte bilumum zamazingo… Çarşıdaki pek çok insan bana baba der.”
“Adam avukatmış. Bunu duyunca bütün orman uğuldadı kulaklarımda. Öyle bir belaya çatmıştık ki şu ormanda ölsem daha iyiydi. Meğer adamın rahmetli babası da avukatmış ve sedir ağaçlarını çok severmiş. Oğlu avukat olarak mezun olunca oğlunun adına evin bahçesine sedir ağacını dikmiş. Bu canına yandığımın ağacı da çok zor büyüyüp gelişen ve tepesi kesildiği taktirde de diğer ağaçlar gibi yanlarından ışkın verecek bir ağaç değilmiş. Adam anlattıkça ben daha beter oldum.”
Edebiyat Ortamı’ndan Şiirler
Acılı ve ağrılı bir gökyüzüyüm yaş aldıkça
defterlerim benim yerime susup konuşuyor ne yapsam
benden bir şeyler var sanki okuduğum her kitapta
ne yapsam çıkamıyorum kendimden ve gurbetimden
ömrümün çat kapı şehri suskun şehir gitgide
hız ve haz şehrim ki Ardahan bile değil artık
kışta değil yazda bile kar yağıyor anılarım üstüne
mistik ve metafizik retorik günlüksüz günlerim
Hüseyin Alemdar
Güzel, dalgınlığın gülümsemesi
Dalgınlığın gülümsemesi güzel!
Anlam bir virgül atıyor araya
İş bulunca yorul yol bulunca gel
Mehmet Aycı
surlardan geçtim
lâle bahçelerine bakarken endülüsün sokaklarından
dünü ve bugünü silinmiş
başlangıç ve bitiş çizgisi arasında
taş devrinden kalan zamanda eriyecek
aradaki etkin uyumsuz dil
sessiz harfler çoğaldıkça
yeni bir dile evrilecek
Şakir Kurtulmuş
Şeytani ihtirasla kulakları kapalı…
Yüzünde bir ekşilik, bir mekanik duruş var.
Tesadüfler yumağı, maddenin oyuncağı;
Kaç yıldız sayabildi ellerin bugüne dek!
Mademki istiyorsun şu dağları devirmek.
Olgun Albayrak
Ellerin ve yüzüm arasındaki boşlukta sırtım ile sırtın arası nda
Şimdi her şey birliktedir bir yas gibi yorumladılar bizi
Ağzımı yakarken tınısı az duyulan sesinin
Kim anladı ırmaklarımızı, gövdem içindeki arınmışlığı
Kulağımdaki ses kaybolunca bulunan isminle geçilen dam altlarında
Tanığıydı ellerinden suya doğmuş bu yüzü çağıran dünyada
Burhan Tuz
Sebilürreşad, Mart 2024
Sebilürreşad dergisi, mart ayına yakışan bir kapakla çıktı. İstiklâl Marşı’nı her fırsatta anlatmak gerek. Çünkü marşımızda geçen tüm mesajlara her zaman ihtiyacımız var.
Prof. Dr. Ebubekir Ceylan’ın Takdim yazısından…
“Sebilürreşad olarak, Akif’in izinden yürüyerek istiklal mücadelesinin her safhasını anlama ve anlatma çabamıza devam ediyoruz. Bu yıl da İstiklal dosyamızın, tarihimize ışık tutması, milli şuurumuzu pekiştirmesi ve gelecek nesiller için bir ilham kaynağı olması temennisiyle, okuyucularımıza derinlikli ve ufuk açıcı bir sayı sunuyoruz. Yazılarıyla bu sayımıza değer katan tüm yazarlarımıza teşekkür ediyorum.”
Balkanlarda Bosna Direnişi ve Aliya’nın Entelektüel Mirası
Yusuf Yavuzyılmaz, Bosna’nın mücadelesi üzerine kaleme aldığı yazısında başarının mimarı Aliya İzzetbegoviç’in devlet adamlığının yanında entelektüel duruşunu da anlatıyor.
“Bosna-Hersek’in tarihi Aliya İzzetbegoviç’in liderliği ve mücadelesi ile iç içe örülmüştür. Bosna’nın bu yiğit insanı her şeyini ülkesi için harcarken gözünü bile kırpmamıştır. Hayatının en verimli dönemlerini hapiste geçiren İzzetbegoviç’in yüzünde yılgınlıktan eser yoktur. Aliya, iyi bir komutan, iyi bir vatansever, iyi bir siyasetçidir; ama aynı zamanda iyi bir düşünürdür. Yazdığı eserleriyle 20. yüzyılda İslam’ın varoluş kavgasını vermiştir.”
İstiklâle, Milli Mücadeleye ve Mehmet Âkif’e Dair
12 Mart vesilesiyle dergide istiklâl mücadelesi konulu birçok yazı var. Sadece Türkiye sınırları değil ümmet coğrafyasını da içine alan mücadelelere de değini var yazılarda.
Fatih Bayhan- İstiklal Coğrafyası; Halep ve Şam
“Mehmet Âkif Ersoy, sadece bir şair ve edebiyatçı değil, aynı zamanda güçlü bir gözlemci ve bir dava adamıydı. İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu anlamak, Müslüman coğrafyanın dertlerine ortak olmak ve çözüm yolları üretmek için sık sık seyahatler gerçekleştirdi. Bunlardan biri de Osmanlı’nın önemli şehirleri arasında yer alan Şam ve Halep seyahatidir.”
“Mehmet Âkif Ersoy, Şam ve Halep seyahatinde gördükleriyle bir kez daha şunu anladı: • Müslüman toplumlar geri kalmışlıktan ancak ilim, çalışma ve birlik ile kurtulabilirdi. • Osmanlı Devleti’nin çözümsüzlük içinde boğulmasının sebeplerinden biri, halkın iradesizliği ve bilinçsizlik içinde bırakılmasıydı. • Müslümanlar kendi aralarındaki ihtilafları bırakmalı ve Batı karşısında güçlü bir duruş sergilemeliydi.”
Prof. DR. İlhan Genç- Mütarekede İstiklâl Ruhunun Tecellisi ve Mehmet Âkif Faktörü
“Bütün bu süreçte Âkif ve arkadaşlarının Sebilürreşat dergisindeki tavırlarının kesin olarak bağımsızlık olduğu ve ayrıca İstiklâl Marşı’nın yazılması ilhamına gidecek bir bağımsızlık ve hürriyet aşkının varlığı açık bir gerçektir. Millî Mücadelenin askerî gücüne milletin desteğini sağlamada en başta o bulunmuş ve 12 Mart 1921’de de TBMM’de ayakta alkışlanarak ve okunarak kabul edilen İstiklal Marşını da bu yüksek ruhla o yazmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun yüz birinci yılında her gün bir yerde mutlaka okunmakta olan İstiklal Marşı, dalgalanan ay yıldızlı bayrağımızın sözel göstergesi ve bağımsızlığımızın teminatıdır.”
Doç. Dr. A. Muhsin Yılmazçoban – Ya İstiklâl Ya Şehadet
“Kendi vücut coğrafyasında istiklalini ilan edemeyenlerin yaşadığı zillettir çağımızdaki Müslüman hastalıklarının zirvesi.
Kendi istiklalini kazanamayan, büyük Peygamber cihadının hakkını veremeyenler, aile ve milletin zaaf halleriyle hâllenemeyenler ne onlara ufuk açabilir ne devlet ahkamına hükmedebilir ne de kendi vatanının çözüm ve fetih üreten izdüşümlerini Filistin’de Doğu Türkistan’da ve bütün mazlum coğrafyalarda bulabilirler.”
Ahmet Akgül – İstiklal Vaizi Mehmet Âkif
“Mehmet Âkif, vaazlarında Kur’an ve tefsir yoluyla halkı bilinçlendirmeye çalışıyordu. Mehmet Âkif’in vaaz ve irşat faaliyetlerinin temel olarak iki aşamalı gerçekleştiğini söylemek yerinde olur. Onun vaazları ilk olarak Balkan Harbiyle başlamış, ikinci aşamada da İstiklal Savaşı’yla devam etmiştir.”
Prof. Dr. Süleyman Doğan – Türkistan’ın Kalbi Özbekistan’da Değişim Ve Yeni Fırsatlar
“Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev yönetiminde Özbekistan komşularıyla ilişkilerinde olumlu bir gündem izlemekte, başta Afganistan olmak üzere bölgesel işbirliğinde sorumluluk üstlenmektedir. Özbekistan Türk Konseyi’ne 14 Ekim 2019 tarihi itibariyle üye olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mirziyoyev’e Türkiye Cumhuriyeti Devlet Nişanı tevcih etti. Mirziyoyev’in, Türkiye’nin de gönülden desteklediği yeni Özbekistan 3. Rönesans Projeleri ve uyguladığı ekonomik reformlarla ülkesinin kalkınmasını temin ettiğini dile getiren Erdoğan, “Şevket kardeşimin tarihiyle büyük, kültürüyle büyük, halkıyla büyük bir devlet olan Özbekistan’ı tekrar şaha kaldırdığını memnuniyetle görüyoruz.”
Başsız Avrupa
Ramazan Özdemir, Avrupa’nın son durumunu yazmış. Kargaşa, çok başlılık ve daha fazlası…
“Avrupa ülkeleri yıllardır güvenliklerini ABD’ye emanet etmişlerdi; bu güvenlik ABD için çok pahalı gelmeye başladı. Aynı şekilde AB yeni bir güvenlik konsepti hazırlamak zorunda ve bu çok daha pahalı. Avrupa ülkeleri çok büyük bir kırılmanın eşiğindedir. ABD ile artık beraber yol yürümeleri çok zor. AB dünya siyasetine müdahale edebilecek bir konumda değil.”
Kendi İpine Tutun
Hayatı anlama ve anlamlandırma uğraşıyla geçiyor ömrümüz. Etkilenmelerle dolu bir süreç bu. Her şeyin yanında insanın en büyük hazinesi kalbi. Ona sımsıkı tutunanlar mücadeleyi de kazanıyor. Ekmel Ali Okur, “Kendi İpine Tutun” diyerek tanımlıyor bu durumu.
“Sözün özü Herkesin bir ipi olmalı Alı al, yeşili yeşil, rengarenk ipi olmalı Bilgisiyle, bilinciyle sımsıkı dokunduğu ipi olmalı Yürekten gönül verdiği, emek verdiği bir ipi olmalı Velhasıl… Herkes soyut kuyulardan kendi ipiyle inip kendi ipiyle çıkmalı Benim bir ipim, senin bir ipin, onun bir ipi olmalı Hep birlikte hepimizin kendimize özgü bir ipi olmalı Kopmaz, eskimez, eprimez Hiç kimse hiç kimsenin ipin tutunmamalı Çünkü herkes kendi ipinin bir karşılığıdır.”
Ölümü Cebinde Gezdiren Şair
Mehmet Atilla Maraş, Alaeddin Özdenören’i anlatıyor. Şiiri, dostluğu, acıları ile bir şair portresi bekliyor dergi okurlarını.
“Alâeddin Özdenören’le 1970 yılında Erzurum’da tanıştım. O, Erzurum’da Yedek Subay olarak askerlik yapıyordu, ben, Atatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi üçüncü sınıfında öğrenciydim. Bir akşam benim kaldığım yurdun kantinine geldi. Ziraat Fakültesinde benden bir sınıf aşağıda olan Maraşlı Mustafa Sarıçiçek davet etmişti onu.”
“Van’da iki gün kaldık Birinci günün akşamı şiir şölenini gerçekleştirdik. İkinci gün şehir ve çevre gezine katıldık. İkindiye doğru arkadaşlarımız geldikleri minibüsle tekrar hava alanına intikal ederken, az sonra bizim makam aracı geldi ve bizi alarak doğruca Van Pazarı’na gittik.”
Hayal Bilgisi, Sayı:56
56. sayısı ile baharı selamladı Hayal Bilgisi dergisi. Edebiyat dünyamızın müstesna bir dergisidir Hayal Bilgisi. Yaptığı çalışmalar ile bir dergi olmanın ötesinde işlere imza atması bunun en güçlü ispatı. Her mevsim kapımızı çalan bir dost gibi yüreklerimize selam göndermeye devam ediyor.
Kederden bahsederek sayfalarını aralıyor dergi. Dünya acılarla sınanmaya devam ediyor. Kederlenmek de bir nasip meselesi.
“Biz böyle değildik demek istiyoruz ama aklımıza tarih kitapları geliyor. Biz böyle olmamalıydık, Rabbim bizi yaratmaya tenezzül etmiş. Şu eller, şu irade, şu gökyüzü, şu milyarlarca yıldız ve evlat sevinci. Yorulduk Allah’ın inşa ettiğini insanın harap etmesinden. İki söz etmeye takatimiz yok.
Dünyada zulme engel olamamaktan daha büyük keder yok.”
Zaman Ağrısı
Hayatı kendimiz için yaşanır kılmak. Belki de tüm mücadele bunun için. İnsanın kendisini bulmasını, cananını bulmasını bayram sevinci olarak ifade ediyor Mustafa Işık.
“Zaman ve mekânın hengâmesinden günümüzü ve gönlümüzü kurtarıp sabırla, şefkatle, merhametle, güzellik aynasında temaşaya cananı bulmaya olmalıdır ömürlük gayretimiz. … o vakit hayat bize bayram olur.”
Tutunabilenler
Hayal Bilgisi’nin yeni bir bölümü Tutunabilenler. “Bu sayfada, güzel çalışmalarıyla örnek olan, eserleriyle kalplerimizde yer eden, çok kıymet verdiğimiz insanlarla kısa sohbetler edeceğiz.”
Sayfanın ilk konuğu; Öznur Yaşar.
“Okuyup öğrendiklerimin iç dünyamda rahat durmaması, ruhuma konfetiler yağdırması (Kelâm kâğıtta durduğu gibi durmuyor.) kalemi mecbur kıldı. Gönül çıkrığından tel tel süzülen, hayata dair görüşlerimin, duygularımın seli.”
“Nasıl ki her besinden dengeli beslenmeli, bu da öyle. Ezcümle, okuduklarımla hayatı öğreniyor, hayattan tecrübelerimle de okumaya perspektif kazanıp ağır aksak da olsa ilerliyorum. Dağcı merakıyla tırmanıyorum ama emniyet kemerinin ucunu da Kuran’a sabitliyorum.”
Mevzubahis’te Hayal Bilgisi Yazarları Var
Hayal Bilgisi’nde bu sayı yazarlara yazma serüvenlerine de dair yöneltilen bir soru var. Birkaç örneği buraya alıyorum.
MUSTAFA DİNÇ: Benim için yazma sürecimi motive eden en önemli şey okurun eserlerimle ilgili sorularıdır. Bu süreçte yaşadığım en güzel an şehirdeki reklam panolarında kitap fuarları kapsamında kendi ismimi ve resmimi görmem olmuştu. Bir de küçük oğlumun bana, “Baba şimdi sen az ünlü mü oldun?” diye sorması.
YUSUF BAL: Beni edebiyata bağlayan kanal yazma arzusu ve şiir oldu. Sadece duyguları yazarak ifade etmek değil de deneysel ve görsel şiirlerimde kelimeleri sağlı sollu, altlı üstlü anlamlı olacak şekilde yerleştirmek biraz da işin matematiği olsa gerek. Orta Doğu Teknik Üniversitesi biyoloji bölümünden mezun olup İngilizce öğretmeni olarak atanıp sonrasında uzun yıllar bilişim alanında çalışan birisinin biyoloji alanında yapmak isteyip yapamadıkları şiire sirayet etmiş olabilir.
SEMİH ÇAR: Dünya hayatının içinde bazı akışlar kafama yatmadı. Önce bedensel engelim nedeniyle dışlanmışlık anılarım birikti. Ardından, acılarımın beni inşa etmesini bekledim. Cemil Meriç’in dediği gibi: “Bir insanı acılarından ve heyecanlarından tanırsınız.” Ben de beni ben yapan şeyin, başkalarının eksiklik olarak gördüğü şeyin aslında bir fazlalık olduğunu fark ettim.
Hayal Bilgisi’nden Öyküler
Arif Onur Solak – Yirminci Yüzyılın Son Günü
“Kalabalıklar, caddelerde kendini insanlığın emanetine bırakmış, çılgın bir coşkuyla girmeye hazırlanıyor yeni yıla. Dünyada topyekûn bir milenyum krizi. Kriz olduğunu ben söylüyorum, tabii ki sokakları dolduran bunca kalabalık benimle aynı fikirde değil. Parlak kıyafetlerle bulvarları dolduranlar, kendilerini sirk maymununa döndürmüş tuhaf gözlükleriyle ortalık yerde bağıra çağıra yer işgal edenler ve sanki birkaç saat sonra yeni binyıla girince her şeyin bambaşka olacağını düşünen yüzlerce, hatta belki de binlerce zavallı sürüsü.”
“İrtica tehlikesini işaret edip ana haber bültenleriyle halka ulaştıran televizyon kanallarının iş adamı olan sahipleri, bankaları hortumlayarak kamu kaynaklarını yağmalarken kimsenin sesi çıkmıyor, vatandaşların dişinden tırnağından ayırarak kenara koyduğu birikmişlerine el koyuyordu.”
Ayşe Ünsal – Dünyanın Ayıklayamadığımız Taşları
“Taşlarını ayıklıyorum pirincin. Çinko bir tepsinin içinde. Anneannem beni tel dolabın karşısındaki dikdörtgen masaya oturtmuş. Mühim bir meseleyi önüme koymuş. Radyoda radyo tiyatrosu var belki ajans saati. Pirinç akşama bakır tencerede pilav olacak. Tereyağı yakılacak üstüne ve sofra bezinin arasında dinlenecek. Tereyağının eritildiği bakır kaba ise iki tahta kaşığı dolusu pilav konup çevrilecek, kabın içindeki tereyağı da ziyan olmayacak. En lezzetli tarafından yiyivereceğiz birer kaşık. Akşama mis gibi kurulacak sofrayı hazır etmeden elişi alınmayacak ele.”
“Hâlâ taşlarını ayıklıyoruz dünyanın. Her gün nasıl da giderek çoğalıyorlar. “Pilav olacak pirincin içinde benim ne işim var?” demeden… “Mercimek değilim ki, çorba olamam!” demeden… “Benden ancak olsa olsa insanlara ağırlık olur, benden yola yük olur.” demeden.. Yakışmadıkları yerde ısrarla duruyorlar, gönlümüze, ömrümüze yükler dolusu..”
Cihat Albayrak – Uzaklarda Bir Köy
“Akasya ağacının altına oturarak ayaklarını uzattı. Biraz soluklanıp yola devam ederim diye düşündü. Bu arada ayakkabılarını çıkarıp iyice salladı. Her ikisinde de ufak tefek delikler vardı. Küçük taşlar, toz toprak giriyordu içine ve yürürken acı veriyordu zaman zaman. Evde başka ayakkabılar da vardı ama şimdilik idare ediyordu bunlarla.”
“Aileler birbiri ardına taşınmışlardı şehre. Bazıları şehre yakın köylerden arazi almıştı. Zamanla köyde yalnızca kendi ailesine ait birkaç ev kalmıştı. Önce babası sonra annesi vefat etmişti. Köy kendilerine emanet edilmiş gibi sahip çıkmaya başlamışlardı, ellerinden geldiğince korumaya.. Eşi de vefat edince çocuklarını köyde tutamamıştı. Hayvanları satarak ceplerini doldurmuş, öteki çocuklarını en büyük oğluna ve gelinine emanet ederek hepsini birden şehre yolcu etmişti. O gün bugündür köyde tek başınaydı.”
İbrahim Gürel – Derinler
“Hava güzel. Güneş üstümüzde görünmez bir salıncakta kız çocuğu edasıyla sallanıyor. Yol boyu bir sağımızdan bir solumuzdan kendini gösterdi. Kış kapıya dayanmış olsa da sarı ıslıklarıyla hâlâ bahar şarkıları söylüyor. Kuşların yeni bestelerine kulak vermemiz içinse yolculuğumuzun sağ salim sonlanması gerek. Sen onca yolu uçarcasına gel, İstanbul’un kötürüm trafiğine takıl. Gıdım gıdım ilerliyor araçlar. Ya sabır… Ya sabır…”
“Babama dönüyorum. Babamın gözünde bu yaşa kadar kol kanat gerdiği koca adam küçülüp çocuklaşıyor. Birlikte yaşanan zorluk yıllarının izleri daha da derinleşiyor. Hep dinlerdik, gün yüzü görmemişler. Amcam babamın gözünde küçülürken amcamın oğlu Orhan’ın gözünde gittikçe büyüyor, kıymetleniyor. Sarılıp ağlayacakken kendini zor tutuyor Orhan, görüyorum. Odada yaşanan bu anlar gelecekte hatıralar arasında yer almaya hazırlanıyor. Bunu hepimiz biliyoruz.”
Semih Çar – Kuka
“Küçüklüğünde ilk kez dedesinde görmüştü kuka tespihi. Pencere kenarında uzaklara bakan dedesi, her tanede sessizce bir şeyler konuşurdu. Ne söylediğini duyamazdı; ancak yüzünde geceyle gündüzün izlerini görürdü. Sakalındaki rüzgarın esintisi, gözlerindeki dalgaların gelgitiydi. Dedesinin bir yolculuktan geldiğini, tespihinin kararmış renginden anlardı. Çekmekten rengi değişmiş tespihler, gönül sandalında başka deryalara açılır, insan insan gezdirirdi.”
“Yola çıkarken hissettiği çağrıyı şimdi anlamıştı. Bu yolculuk, insanlığın farklılıklarına rağmen bir bütün olabileceğini tüm kalbiyle anlamasını sağlamıştı. Her durakta yeni bir hayat, yeni bir umut bulmuştu. Yaratılan bütün insanlar biricikti; hepsinin bir hikâyesi vardı. Kimi hikâyesinin kahramanı, kimi hikâyesi olan hikâyesinin kahramanı olmayan insanlardı.”
Şüheda Feyat – Kırmızı Toka
Yokuşa geldi, durdu, derin bir nefes aldı, ev yolun sondan bir öncekiydi, uzunca baktı, yürümeye devam etti. Kardan, yağmurdan boyası silinmiş, pas içinde kalmış kapıdan geçip bahçeye girdi, “Çocukluğum var burada, bu vişne ağacının altında, upuzun saçlarımdan hışımla çıkarıp buraya, bu kara toprağa, bu evden bile uzaklaşıp gidemediğim kapının önündeki şu bir zamanlar fidandan hallice şimdi kocaman ağacın dibine, suyu taşmasın diye etrafı setle çevrilen kökleri henüz toprağı kucaklamış şu ağacın altına tokamı gömmüştüm.” diye geçirdi içinden. “En sevdiğim tokam, kırmızı kalpli tokam, en değer verdiğim şey, diğer tokalar gibi değildi o, saçımı sıkıca kavrardı, sert bir duruşu vardı, kırmızı rugan tokam..”
Hayal Bilgisi’nden Şiirler
beni uzun bir kışta vurdular
kışın geçmeyen bir yara olduğunu bilirler
bilirler topraksız yaprak tutunamaz
buz tutan kentlerden artakalan belirsiz hatıra
iyileşiyor
paslı zincirlere vuruldum
sönmedi mahzenleri ışıtan ateş
çekilen dişlerim kuyular doldurur
her yeni kader rüyamı unutturur
paramparça dizlerimin yarası
iyileşiyor
Ahmet Karacan
ve sonra müzmin bir yalnızlık dolaşıyor
muhacir bakışlarında
tekinsiz vurulduğun pişmanlıkları
yalanlanmaya hazır bir yitik haber
gibi sesini ararken
küçücük bedenine sokuluyor
soğuk ve karanlık sularda kol gezen ölüm
Akif Dut
işte şimdi sen duvarlarıyla
bir ateşin tam ortasında ağlamaya, anlamaya
durup kalakalmışım kalbimde bir başka ses
ufalanmış bir taştan düşünülmüş bir taşı seviyorsun
iyileşmeye yüz tutunca sesin kurumuşluğunu
haça gerilmiş yaz selametinden yoksun
yıkıyorsun ellerini tüm gözlerin önünde
Burhan Tuz
taliptim talebelik geçti önce başımdan
bembeyaz kurdeleler takıldı önlüğüme
gönyeden öte bir şey geçmedi gırtlağımdan
sosyoloji ne idi tarih ne işe yarar
teşebbüs ettiğimde iyi hatırlıyorum
nar çubuğu yemiştim o gün bugündür benim
aklıma ekşi gelse avuç içlerim yanar
Ercan Sağlam
düzenli biçimde ölünür burada her gün yaşayarak
kimi kaybederken kazanır kimi haybeden kaybeder
bir ulu sözdür dokunur dallara ve kuşlara
insan hep ufku kollar çürüğe çıkmış askerken
Kadir Ünal
prangalar usulca çözülüp ayağından
yumulan kirpiklerin vedaya kilitlenmiş
gün zevale dönüyor ölümün sapağından
yıldızlar da yerinden kaymaya niyetlenmiş
bilsen ki uzaklarda şimdi kimler ağlıyor
karanfiller yanıyor bir dağ gibi göğsünde
hâlâ şarkılarının yankısı büyülüyor
sarıldığın o beyaz yolculuk örtüsünde
Mehmet Osmanoğlu
emir büyük yerden
şimdi ‘iyi yaşa’ komutuyla
çiçekli kalbim
ölürsem toprağıma su döksün çocukl
Nilüfer Zontul Aktaş
Düşeyaz 10 Yaşında
33. sayısı ile birlikte 10. yılına girmiş Düşeyaz dergisi. Bir derginin istikrarlı olduğunu gösterebilmesi için gayet uygun bir zaman dilimi bu. Dergi, geçen zamana rağmen kendini yenileyerek yoluna devam etmek istiyor. Bu hem dergi hem de dergiciliğimiz adına oldukça umut veren bir duruş. Olması gereken de bu. Bir dergi kendini tekrara düştüyse çok da zorlamamak gerek diye düşünürüm her zaman.
Derginin Giriş Yazısından..
“Redif, uyak, hece, kafiye gibi divan edebiyatı izlerini taşıyan kalıplardan bağımsız, kelimenin imge gücünü ön plana çıkaran şiirler bundan böyle dergimizde daha sık yer alacak. Nesir yazılarının seçkisinde ise edebi üslubu, kurallar bütününden oluşan öykü, deneme ve makaleler seçkide etkin rol oynayacaktır.”
Dergiler Dosyası
Düşeyaz, bir dergiler dosyası hazırlamış. Dergiler tarihi, dergilerin edebiyatımızdaki yeri gibi birçok konu işleniyor dosyada. Bir de Duran Boz ile yapılan bir söyleşi var dergide.
Dosyadan…
Serdar Yakar- Yazın Dünyamızda Dergilerin Yeri
“Ülkemizde yayınlanan dergilere şöyle bir göz attığımızda en uzun ömürlü olanı Türk Yurdu dergisidir. Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından yayınlanan Türk Yurdu’nun ilk sayısı 24 Ocak 1911’de yayınlanmış ve yayını halen devam ettirilmektedir.”
“Maraş Lisesinin Edebiyat Kolu’nun yayın organı olan Hamle ilk sayısını 15 Kasım 1952’de yayınlamıştı. Aylık fikir, san ‘at ve edebiyat gazetesi olarak yayınlanan Hamle dört sayfalık bir gazetedir ve sahibi okul adına S. Sabri Aytemiz, yazı işlerini idare eden ise Abdurrezzak Doğuç’tur. Gazetede şiir, öykü, fıkra ve özlü sözler yer almakla birlikte bir de sunum yazısı bulunmaktadır.”
Adem Turan – Bir Varmış Bir Yokmuş Ya Da Benim 80’li Yıllarım
“Dergiler, kesif realite duvarlarını çatırdatan gürbüz hamlelerdir. Kimilerine göre ise “mektep” tir, “okul” dur. Biz- sanırım Büyük Doğu ile birlikte telaffuz edilmeye başlanan- “mektep-okul” olanına yetiştik ve oralarda okuduk, büyüdük.”
“Sonra Andırın’ da Nedim Ali’nin İkindi Yazıları… Doğrusu, imreniyorduk bütün bu güzelliklere. Alkışlıyorduk onların bu eylemlerini. Bu arada biraz daha geriye, seksenli yılların başına doğru gidecek olursak ”Yönelişler” i görürüz İstanbul’da. Ebubekir Eroğlu’nun üstlendiği derginin ilk sayısının Sunu’ sunda “Hakikat belirlidir. Onunla her dem yeni olma niyetinde, razılık içinde olma çabasındayız.” ibaresi dikkat çekiyordu.”
Hüseyin Gök- İkindi Yazıları
Andırın’da, matbuat dünyası denilince akla ilk 80’li yıllardan bu tarafa Andırın Postası gazetesi gelir. Andırın Postası denilince de bir zamanlar edebi dünyanın meşhur efsanevi dergisi “İkindi Yazıları” ismi hatırlanır. Andırın, Andırın Postası ve İkindi Yazıları söylendiğinde ise akla ilk, Andırın’da bir güzel adam ve Andırın için bir vakıf insan merhum Mehmet Ali Zengin namı diğer “Nedim Ali” adı gelir.
Duran Boz ile Söyleşi
Duran Boz; hayat, sanat, edebiyat, dergi ve dergicilik üzerine Vedat Ali Kızıltepe’nin sorularını cevaplamış. Duran Boz günümüz edebiyat dünyası için önemli bir isim. Onun söyleyeceği her cümle özellikle gençler için ışık olacak bir kıymete sahiptir.
“Dermek sözcüğünden türetilen dergi, belli aralıklarla yayımlanmakta olan farklı konularda ve çeşitli yazarlar tarafından kaleme alınan yazılardan oluşan süreli yayın anlamına gelir.”
“Modern dönemde de dergiler; sanat, edebiyat ve düşünce ürünlerinin sergilenme yeri olmuştur. Yazıya tutulanlar kalemlerini öncelikle dergilerde sınar. İlk talimlerini dergilerde yapanlar için yazmak bir yetkinleşme ocağına kaydolma anlamını taşır.”
“Dergiler, yayımlandıkları yer göz önünde bulundurularak değer kazanıyor günümüzde. Verili koşulların ağının uzağında nefes almak zorunda kalanlar için var olma hakkı tanınmıyor neredeyse.”
Medyatik Sanat
Necati Demir, sanata ve sanatçıya dair kaleme aldığı yazı ile dergide. Sanatın has olandan uzaklaşıp medyatik bir unsura dönüşmesiyle ortaya çıkan sonuca dikkat çekiyor Demir.
“Sanat; insanda estetik ve yüce haz uyandıran her tür söz, resim –hareketli ya da duruk- davranış, tutum, jest ve mimiklerin bir düşünce ve anlayışın sergilenmesi ve betimlenmesi için yapılan çabalar olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda günümüzde medyada sanat adında sergilenen seyire ve görselliğe dayanan pek çok etkinliğin, sanatın bu tanımının dışında kaldığı ortaya çıkar.”
“Ülkemizde gerçek sanatçı imajı örselenmemeli, yine ülkemizde adı sanatçıya çıkarılan servet ve şöhret budalası tiplere hak etmedikleri ilgi gösterilmemeli. İlkinde gerçek sanatçıların aşağılanması söz konusu olacak, ikincisinde de sanatçılık vakarını ve ağırbaşlılığını taşıyamayan şöhret budalalarının karıştıkları skandallarla eğitimsizlik ve düzeysizliklerini sergileme manzaraları yaşanır.”
Düşeyaz’dan Öyküler
Vedat Ali Kzıltepe – Fark
“Şehrinin adını koymayı unutmuşlar. Bilmem ne mahalle, numara noksan… Zamansız saatlerdi. Belki beşinci mevsimde, haftanın sekizinci günü… Kırmızı karlar yağıyordu kim bilir!”
“Ne çok hazırlık yapmıştı böyle. Konuklarına yemek hazırlamış, masayı mezelerle donatmış, çayın altını bile yakmıştı.”
“Bu üç arkadaş, otobüste yaşanan bu enstantaneyi sorguladı bir müddet. Meftun hayatın ırak mahallesindeki bu salonda muhabbet gittikçe derinleşiyordu. Bu kez sohbet insanların farklılıklarına gelmişti. Çokça kaşınan, yaralar açılmaya çalışılan, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Laik-Anti laik vb. mefhumlarına…”
Gülseren Aturgil Nardöken – Karanfil Sokağı
“Zahide Hanım Teyze, kapının önüne oturmaya da çıkmazdı. Onu kapının önünde otururken hiç görmedim. İçeride hiç sıkılmıyor muydu? Biraz kapının önüne çıksa, otursa, hava alsa, iki muhabbet etse olmaz mıydı? Olurdu elbet. Ama onun da yaşantısı böyleydi.”
“O gün cenaze eve geldiğinde evde ne bir bağırma ne bir ağlama sesi ne de bir feryat duyduk mahallede. Eve girip çıkanlar oluyordu elbet. Ama her şey çok sakindi. Bir ara kapı açıldığında kapı aralığından kaynayan bir kazan gördüm, bir de beyaz çarşaflarla örtülü bir alan… Sonra kapı hemen kapandı. O kadar…”
Yalçın Sevim – Beni Bırakıp Gittikten Sonra
“Hüzünlü ve kederli bir sonbahar akşamıydı. Ben, sevdiğin o güzel yerdeydim. Ağaçlar yapraklarını döküyordu. Rüzgâr yere düşmüş yaprakları bir bir savuruyordu. Yine güneş senin dediğin gibi âdeta bir kızıl goncaya benziyordu. Marmara Denizi gözleri öyle bir kamaştırıyordu ki sanki kendi maviliğine gömülüyordu.”
“Sen beni bırakıp gittikten sonra artık o eski ben değildim. Benim yine ben olabilmem için senin yanımda olman gerekiyordu. Ama sen ne yanımdaydın ne de yakınımdaydın. Çünkü sen beni bırakıp gittikten sonra dertlerimi içime attım.”
Düşeyaz’dan Şiirler
Dondurma, pasta alışılmadık oburluk
Zamanı krize çeken heyula
Alışmalısın ters işaret kurbanına
Mezarların hangi yönden eser rüzgârı
O sokaklardan esiyor mezarlığın rüzgârı
Nasıl solucan gibi süzülürüm yeni binanın gölgesine
Manayı al ve boya kapı numarasına
Açılır boşluk, tutunmayan el uzanır
Diyelim ki sigara içilen yollarda
Bir leylak çiçek açmadan bükülür manaya…
Mehmet Mortaş
Ey
rüyalarımızın mütebessim şehri
yorumla bize yıldız bahçelerini
ben / unuttum
sana anlatacağım düşleri
Bilinç çölümüzün bilge suyu
içimize örülen yası örsele
ve hayata sinmiş karanlığı
çek gözlerimizden
siluetini şuurumuzdan silme
Yasin Mortaş
iki gök vardı birisi ben
diğeri herkesin bildiği bastonlu yaşlı gök
sabah pazardan giderdi akşam mahallesindeki evine
çoğu zaman filesini elinden alır
güneşini ben taşırdım onun
sen yüzü bana dönük deli bir ırmak
anadan üryan yatardın yerde
Allah’tan dişiydi toprak
Kazım Gök
Vakit leyl!
Yıldızların saçları serildi kandil kandil
Karanlığın gizine…
Mekke’nin uykusunda derin bir inşirah
Takvimler tek tek döktü yapraklarını
Nevbaharı ağırladı bağrında, eyyam-ı hüzün…
Sabrı imtihanla yorana hamd olsun!
Dem, teselli sağanağı
Ve kutlu bir yürüyüştür
Sadık bir vefa
Neciyullah’ın ayak izleri…
Züleyha Özbay Bilgiç
Kopacaksa bir gün kıyamet
Güllerin en eski kanayanı hatırına
Kalbimden üflensin sur-ı İsrafil!
Şairin kanayan mendiliyim…
Avucunda tuttuğun mum alevi
Alsın sırtımdan al karasını,
Nedim’den kızıl laleyim.
Mustafa Işık
Yanlış takvimlerden
kayıp giden yıllar
rüzgarlı birer bulut
İnce bir çizgiymiş hayat
yelkeni yamalı tekne
Yuva özleminde
omzumda öten yalnız kuş
Gülçin Yağmur Akbulut