Rakip denince aklımıza gelen ilk çağrışım genelde spor müsabakaları oluyor. Rakip takım diyoruz, rakibi ağırlamak ya da güçlü rakip diyerek anlatıyoruz karşımızdaki takımı. Aslında rakip hayatın her alanında var. Bizim mücadele edeceğimiz her şey bizim rakibimiz.
İnsanlar kendileri için biçilen eşref-i mahlûkat payesini bazen çok farklı algılayabiliyorlar. Kendini her şeyden üstün görme hastalığı da böylelikle başlıyor. Doğal bir sonuç olarak eda kendini üstün gören, karşısındakini hafife almaya başlıyor. Bu illâki bir insan olmak zorunda değil. Bazen gireceği sınav bile insanın hayata karşı bir rakibi olabiliyor. Hafife alınmış hiçbir sınavda başarılı olmak mümkün değil.
Yola çıkan biri, “Bu yollarda kaza mı yapılır?” diyerek tamamen karmaşaya dönmüş trafiği hafife alırsa başına gelecek hazin sonu böylelikle hazırlamış olur.
Çok güçlü bir futbol takımı eğer ki rakibini küçümseyerek sahaya çıkarsa sonucun bir hezimet olması hiç de kaçınılmaz değil. Oluyor da nitekim.
Çok didaktik olmaya gerek yok. Hele ki konuyu kişisel gelişim cenderesine sokmanın hiç lüzumu yok. İnsanın mücadele edeceği ve karşısında olan her şey onun için bir rakiptir.
Futbol dedik başta, onunla sonlandırayım. Galatasaray, adını ilk defa duyduğumuz bir takıma karşı puan kaybediyorsa ortaya çıkan tüm sonuçlar kara bir mizah olmayı hak ediyor.
Maç seyretmek benim için bir keyif halidir. Bu hali; türlü oyunlarla, aklı karıştıran hesaplarla arap saçına çevirenlere çok da itibar etmemek gerek.
Dünyanın tadı kaçtı mı, kaçtı. İnsan, kendini bile rakip görecek hale geldi. “Ben var ya!” diye başlayan her kibir cümlesinin sonunun karalar bağlamak olacağı da unutulmamalı. Kendine yenilmek de böyle bir şey. Kendini tanıyamayan birinin giriştiği savaşta kendine yenilmesi de bu çağın bir oyunu olarak dursun bir kenarda.