Muhit, Sayı:62

Muhit dergisi 62. sayısını her zamanki hassasiyetlerini gözeterek çıktı. Gazze direnişi vurgusu, özgün söyleşiler, hayatın her alanına dokunan yazılar, şiir öykü, deneme ve kitap tanıtımları ile dopdolu bir içerik Muhit okurlarını bekliyor.

Dergiden yapacağım ilk paylaşım Mustafa Çiftci’nin “ağrılı” yazısından olacak. Dişi ağrıyana “Olur böyle şeyler” demeyiniz diyor Çiftci. Malumdur ki ağrının acısını en çok da çekenler bilir. Bu sızıyı hiçbir teselli dindirmez. Ağrıların en havalısı diş ağrısıdır. İnsana azabı yaşatır bu ağrı. Ancak çekenlerin bildiği cinsten bir ağrıdır bu. Çiftci diş ağrısının hallerini yazmış.

Doktorumuz gelinceye kadar iki gün dişim benimle güreşti. Ve her seferinde o kazandı. Ağrı kesici almadan dişimin ağrısı kesilmedi. Ağrı kesici meselesini de biraz anlatmak isterim. Vatandaşın ezberlediği iki, bilmedin üç çeşit ağrı kesici var. Neren ağrısa aynı ilacı söylüyorlar.”

“Doktor bey de kahvaltısını bitirdi. Beni kabul etti. Dişçi koltuğu denen musalla taşının kardeşi olan koltuğa oturduk. “Çek doktor…” dedim. “Bu dişe dolgu molgu yapma. Bırak kanal tedavisini belediye yapsın sen çek bu dişi.”

Gazze Direnişi İnsanlık İçin Bir Milattır

Gazze’de zulüm de bitmez direniş de. Tam her şey yoluna girdi dediğimiz anda Amerika her şeyi daha da alt üst etmek için çıkıyor ortaya. Mehmet Toprak Gazze direnişi hakkında yazmış.

Mevcut dünya düzeninin miadını dolduran, yeni bir dünyanın mümkün olacağını gösteren 7 Ekim Aksa Tufanı tüm insanlık için bir milattır. Namaz nasıl dinin direği ise Gazze de ümmetin direğidir. Müslümanların şerefini, küçük gövdesine bakmadan tek başına yüklenerek alnının akıyla ayakta tuttu. Gazze İslâm’ın mümbit topraklarına tohum oldu, düştü.”

Tzeva Adom

Süleyman Ceran Gazze direnişine dair notlar paylaşmaya devam ediyor. Birçok özel bilgiyi detaylı olarak  paylaşıyor yazılarında. Direnişin birçok yüzü ve yönü var. Hepsini çok iyi tanımak gerek çünkü zulüm devam ettikçe direniş de sürecektir.

“Tzeva Adom, İbranice bir tamlama, kırmızı renk anlamına geliyor. İşgal altındaki Filistin topraklarında bulunan İsrail yerleşimlerinin etrafında kurulan erken uyarı radar sisteminin hava saldırısı sirenlerine bu isim veriliyor. Ne zaman Gazze’den Kassam roketleri ateşlense sistem, otomatik devreye giriyor ve kamuya açık uyarı sistemi milyonlarca işgalciyi sığınaklara doluşmak zorunda bırakıyor.”

“Gazze soykırımı sayesinde Müslümanlar bir insanın ne kadar ulvi derecelere yükselebileceğini göstererek milyonlara ilham kaynağı olmuş, İsrail ise bir insanın seviyesinin ne kadar düşeceğini göstererek ibret vesikasına dönüşmüştür. Eşref-i mahlûkat ile esfel-i safilin arasındaki tarihî mücadele devam etmektedir.”

Benim Kütüphanelerim

Kemal Sayar kütüphaneler hakkında yazmış. Evin, şehrin, işyerinin, hayatın olduğu her yerin içindeki kütüphanelerden bahsediyor Sayar. Kütüphanenin bulunduğu mekâna ve dokunduğu insanlara kattığı değer de yazının notları arasında. Günümüzde ne yazık ki evler dizayn edilirken kütüphane köşesi kurmak kimsenin aklına gelmiyor. Modern yaşamlarda kütüphanelere ve kitaplara maalesef çok da yer ayrıldığı söylenemez.

“Bir şehrin kütüphanesi ile bir evin kütüphanesi aynı ciddiyetle terbiye etmez bizi elbette. Evimizin bir köşesinde usul usul kitap tozlarıyla yaşlanan, belki evden eve peşimizden sürüklediğimiz emektar kütüphanemiz bizim mazimizin, eski suretlerimizin, cahilliklerimizin, coşkularımızın, gözyaşlarımızın, heyecanlarımızın da sır kâtibidir.”

“Kütüphanemizdeki kitaplar, bizim, eğitimin şablonundan kurtardığımız otantik, sahici parçalarımızın marangozudur. Okullar, sınıflar, çok uzun yıllar boyunca başka insanların ilgilerinin zindanında talim etmek içindir, kütüphane duvarsızdır, ne biter ne sonu görünür ve özgürdür, rafımıza yerleşecek bir sonraki kitap usul usul gözlerini içimizde açar.”

Hüsrev Hatemi’ye Mektup

İbrahim Tenekeci, mektuplarına devam ediyor. Bu sayı Hüsrev Hatemi’ye “Gönlümdeki Yeri yüksek ve Derin Olan” diyerek başlıyor mektup. Tanışmaları, edebiyat yolculukları, dostlukları bir film şeridi gibi geçiyor mektupta.

“Bin dokuz yüz doksan sekiz. Cerrahpaşa’daki odanızdayız. Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesinden yeni taburcu olmuşum. Tüberküloz nedeniyle vücudum zayıf düşmüş. Acilen kilo almam gerekiyor. Aynı anda hem hastalıktan hem edebiyattan konuşuyoruz. O günden sonra birbirimizi hiç bırakmadık. Dergiler, kitaplar, sohbetler, uzun telefon konuşmaları. Çeyrek asrı aşmış bulunuyoruz. İnsan ömrü için ne kadar uzun bir süre.”

Kalabalık Bir Yalnızlık

TDK’ye göre 2024 yılının kelimesi “kalabalık yalnızlık” olarak belirlenmiş. Hayatımız çok kalabalık ama bakıyoruz ki hepimiz çok yalnızız. Müslim Coşkun kalabalık yalnızlıklar hakkında yazmış. Yalnızlık ve insana dokunan yalnızlık hallerini yazmış.

“Kalabalığımız arttıkça daha çok yalnızlaşıyoruz. Kendimizden başka her şeyin yoğunluğu artıyor. Her yere, her şeye yetişmenin aceleciliğini yaşıyoruz. Bu yoğunluk içinde kendimize uzak ve eksik kalıyoruz. Kendimizi ihmal ettiğimiz oranda yalnızlığımız da artıyor. İnsan, dışarıdan fırsat bulup içine döndüğünde işin farkına varıyor ve nasıl bir enkaz devraldığını anlıyor.”

“Kuşlar, ağaçlar, dağlar, sular ve tabiatın diğer sakinleri şehirdeki kalabalıklara hiç benzemiyor. İnsanın yalnız kalma isteğine merasimle karşılık verip, insanın ruhunu dinlendirip kalbinde ferahlık uyandırıyorlar. Dahası bize insan olduğumuzu ve öyle kalmamızı hatırlatıyorlar. Uzun zamandır tabiatta tecrübe ettiğim tam da bu.”

Arafta Erdemi Tecrübe Etmek: Tezekkür (Hatırlama) ve Nisyan (Unutma)

Muhammet Enes Kala, hatırlamakla ve unutmak arasındaki dengeyi yazmış. Bunu arafta erdemi tecrübe etmek olarak belirtiyor Kala. Hatırlamak ve unutmak ikisi de insanlar için. Yaşadığımız çağ insana farklı bir yüz bulsa da insan kendini yoklayan ve yok eden bir süreci yaşıyor hatırlarken ve unuturken.

“Hatırlamak, yani tezekkür gibi unutmak, yani nisyan da insan için bir alt-erdem olarak teklif edilebilir. Nasreddin Tûsî, tezekkürü nefsin korunmuş suretlerin mülahazasını istenilen her vakitte, kazandığı meleke yönünden kolaylıkla elde etmesi olarak görürken Kınalızâde Ali Efendi, onunla nefsin hıfzettiği nesneleri her ne zamanda istense ve istese hatırlama yeteneği olarak anlar.”

“Hatırlama ve unutma, karşımıza nitelikli bilgiler yoluyla çıkarılır. Doğru bilgiler olmadan hiçbir şeyi elde etmenin mümkün olmadığını anladığında insan, bilgiyle olan ünsiyetini yakın şekilde tanzim etmeye çalışır. İnsanın bilinçli bir şekilde kendisine, toplumuna, canlılara ve cümle mahlûkata zarar verecek ne varsa onları unutup uzaklaşma tercihi hikmetin gereğidir.”

Orta Doğu’da Sınırları Belirleyen Kadın: Gertrude Bell ve Yüz Yıllık Hafıza

Hasan Mert Kaya, Gertrude Bell’in hayatını, Ortadoğudaki etkisini, Arap dünyasında yaptığı faaliyetlerini anlatıyor yazısında. Ortadoğu’daki İngiliz etkisinin önemli bir figürünü tanıtıyor okurlara.

“Gertrude Bell Orta Doğu’da İngiltere’nin çıkarları için stratejik askerî faaliyetlerde bulundu ve bu onun arkeolog şapkasıyla perdelediği asıl göreviydi. Bell, Orta Doğu’da İngilizlerin günümüzde de aktif oldukları politikalarının kurucusu ve önde gelen planlayıcılarından biri olarak tarihe geçti.”

“1919 yılındaki Paris Barış Konferansı’na delege olarak katılan Bell, Irak devletinin sınırlarının belirlenmesi için de çalıştı. Irak’tan Londra’daki bir dostuna gönderdiği mektubunda “Tüm gün Irak’ın güney sınırlarını çizmekle meşgul oldum” diye yazar. Gertrude Bell hiç evlenmedi. Tutku, adrenalin ve macera dolu geçen yılların ardından yalnızlık ve sağlığının bozulmasıyla bunalıma girdi.”

Bahaettin Karakoç’ta Aşkın Hâlleri

Mustafa Özçelik, Bahaettin Karakoç hakkında yazmış Muhit’te. Karakoç’un şiirindeki aşk temasına yoğunlaşan bu yazıda Özçelik; Karakoç’un aşkının rengi, Karakoç şiiri bugün bize ne söyler gibi  detayları da veriyor.

“Karakoç’un şiir külliyatına baktığımızda zengin bir tema çeşitliliği görürüz. Aşk, tabiat, dağ, ırmak, ağaç, köy, şehir, vatan, bayrak… Kısacası insana, hayata, hayatın ötesine dair hemen her konu şiirlerinde yer alır. Fakat bu şiirlerde en başat tema aşktır.”

Aşkı, şiirden başka bir şeyle anlatabilecek imkânımız yoktur. Bu yüzden Karakoç, kendi ifadesiyle “yirmi dört saati, üç yüz altmış beş günü şiirle iç içe yaşayan” bir şair olmuştur. Onun derdi aşkı anlatmaktır ama anlatım vasıtası olan şiire de çok özel bir değer verir. Şiir, Karakoç’a göre “hâller içinde bir özge hâl, diller içinde bir özge dil”dir.

Erol Göka ile Söyleşi

Mehmet Akif Bıyıklı’nın sorularını cevaplamış Erol Göka. Aşka, ölüme, okumaya, kitaplara, psikolojiye dair soruları cevaplamış Göka.

“Benim yazarlığım, mesleğim ile kendi yaşantılarım, entelektüel uğraşlarım arasında gidip gelmelerden ibarettir. Hekim olmayan yazarlar, bu zor işi nasıl başarıyorlar bilmiyorum.”

“Mağlubiyet psikolojisi de her hücremize sindi. Modernlikle karşılaşmamızdan beri İslâmiyet’in izzetini kurtarmaya, mağlubiyet psikolojisini üzerimizden atmaya da gayret ediyoruz. Bu süreçlerin her biri çok ama çok meşakkatliydi ve halen de sürüyor, aynı süreçlerde yol alıyoruz.”

“Gassal” dizisini hayranlıkla, sevinçle seyrettim. Emeği geçenlerin ellerine sağlık, hepimiz adına teşekkür ederim. Elbette eleştirilerim de var ama onlar asla meselenin esasını teşkil etmiyor. Niye bu kadar beğendiğimi ve eleştirilerimi, meraklılar Youtube kanalımdan (erolgokatv) dinleyebilir.

Dursun Çiçek’le Söyleşi

Dursun Çiçek’le dağ serinliğinde bir söyleşi gerçekleştirmiş Yunus Karadağ. Çiçek’in Hikmet Dağı kitabı merkezli bu söyleşide dağlara, hikmete, alimlere dair notlar var.

“Bildiğimiz anlamda bir dağa tırmandın mı hiç Yunus bilmiyorum ama bir dağa tırmandıysan, dağda birkaç gece geçirdiysen dağ mefhumunu anlıyorsun. O zaman insanı ve insanların dağ gibi olanlarını da anlıyorsun. Hele bu insanları kesinlikle çok daha iyi anlıyorsun…”

“Bizler kendi tarihimizi yeni yeni yazan insanlarız maalesef. Bundan birkaç sene önceye kadar İslâm düşüne tarihlerini genelde oryantalistler yazar, biz de kendimizi ona göre hazırlar ve “Tarihimiz böyleymiş” diyerek içselleştirir, çoğu zaman da tarihi suçlayarak bugünün beceriksizliklerinin ve tembelliklerinin faturalarını onlara keserdik. Çünkü öyle bir tarih telakkisi vardı.”

“İbn Arabî’nin, İbn Sînâ’nın, Fârâbî’nin, Konevî’nin, İmam Mâtürîdî’nin eserleri başta olmak üzere klasiklerimiz birer birer gün yüzüne çıkmaya veya değer görmeye başladı ve bu, kendi gözümüzle kendimize bakma, benim deyişimle hikmet dağlarımıza irfan dağlarımıza kendi ayaklarımızla çıkma sürecini başlattı.”

Muhit’ten Öyküler

Abdullah Harmancı – Dekanın Mesajı

“Rüstem Efendi, mesai dolsun diye sabırsızlanıyor. Akşam çocukları yemeğe gelecek. Etlekmek yaptıracaklar. Çoluk çocuk, şenlik şamata… Hele küçük kızı anneme yardım edeyim diye erken gelirse… Yaşadı! O zaman en küçük torunu minik çingeneyle akşam yemeğine kadar bahçede yuvarlanırlar.”

“İçindeki adam durmadan konuşuyor. Dışındaki adam içine kaçtı. Ses seda kalmadı. Gözlüklü Bakkal bile “Hayrola Rüstem, benzin sapsarı olmuş!” diyor. “İyidir iyidir, çocuklar geldi, onlarla yuvarlanacaz kıkırdayacaz biraz, şükür, Rabbım bugünümüzü aratmasın!” diyor.”

“Sabah olup da kahvaltı için ekmek almaya çıktığı zaman, atkuyruklu oğlan işini pek bir mübalağa ettiğini düşündü. O işten filan bir şey çıkmazdı. Başka bir şey, hiç aklına gelmeyecek bir şeytanlık düşünmüşlerdi belli ki birileri. Ama ne? Ne demişlerdi dekana?”

Handan Acar Yıldız – Tuza Kanmak

“Fırtınadan sonra yola koyuldular. Hiçbir yerde güneş, suyunu kaybetmiş denizdeki kadar güzel batmazdı. Ve hiçbir yere karanlık suyunu kaybetmiş ve kaybettiği suyu hatırladıkça daha da kurumuş denizin üzerine çöktüğü gibi çökmezdi. Aydınlık ve karanlığı çöl kadar zirvede yaşayan hiçbir yer yoktu.”

“Develeri yüklerken bir bedevi kız yanına yaklaştı. Süt ikram etti. Gerçekliğinden emin olduğu sütü içti ve yine gerçekliğinden şüphe etmediği genç kıza en gerçeğinden gülümsedi. O sütü içinceye kadar güçlü bir bedevi hızla iskeletini kurduğu çadırı keçeyle kapladı.”

“Yılkı atları ölmeye devam ediyordu. Önce dalgınlığa, bitkinliğe yem oldular. Bazısı meraka, heyecana yem oldu. Bir uçurumdan nasıl yuvarlanılacağını merak etti bazısı. Tökezlemek o kadar canlarını yakmıştı ki bu acıyı boşluğa yuvarlanarak telafi etmeye çalıştı bazısı. Bazen kurda, bazen kuşa yem olduklarında neye ve kime yem olduklarının hiçbir önemi kalmamıştı.”

Yunus Meşe – Bizi Boğan Sular

“şehir sırılsıklamdı. yağıyor mübarek, dedi içinden. fakiri, fukarayı, evsizi, yurtsuzu düşünmeden yağıyor. daha fazla ıslanmamak için koştu. bir tentenin altına sığındı.

yağmurun korkutan bir yanı var, dedi.”

“yanından bir taksi geçti. çukura birikmiş suyu boca etti üstüne. küfretti. kahve sıcaktır şimdi, dedi. adımlarını hızlandırdı. fare geldi aklına. yine güldü.”

“mübarek durmadan, dinlenmeden yağıyordu. kemikleri ısınınca ayaklarına güç gelmişti. köşede dönüp kahveye baktı. kâmil haklı. bu havada iş bulamam, dedi. tükürdü. geri dönmek istedi. vazgeçti. sonra yokuşa vurdu kendisini.”

Muhit’ten Şiirler

Bilseydim söylerdim, günlerden gece
Dünyanın dağına çıktım ömrümce,
Zorlukla beraber demiştin rabbim
Kolaylık görmeyen o kulun benim.
Her şeyden geriye kalanmış kader,
Bazen görüyorum, göklerde yüzün.
Seninle başlayan uykusuz seher
Resminden okunan sebepsiz hüzün.
Sonbahar gelince giden ne varsa
Anlatmak istersen dinlerim üzgün.
İbrahim Tenekeci

Beni aramaktan geldiler belki bilmezlerdi
Yarasalar karıncalar saçlarımdan gözlerime
İnce bir titremeyle başladılar geçmeye
Bir bedeni bir bedende yakmaya kalkıştılar
Oturdular bir güzel onardılar bozukları
Hangi mezar kaç çocuğun ölümüne geç kaldı
Mehmet Tepe

Köklerini unutturan böcekler
Kemirmiş yıllarca kılcallarını
Tenha ve ölgün
Şimdi yollarında uğrular bekler
Ses geldi yapraktan: Güneş yok artık
O eski tohumlar yaradır şimdi
Toprak kavruluyor, su alev alev
Asya’nın çiçeği karadır şimdi
Nurullah Genç

Bir dur devrilen yelkenler
bu dinmeyen ışıltıda
yüzümden düşürüyorum ölülerimi
Uyandım
beni bekleyen bahçelerin yittiğini gördüm
bekleyen bir bahçe oldum ben de
bütün küreklerim paramparça
ve hepsini ellerimle kırdım
bu elleri atmam gerek
Yunus Karadağ

Üstümüze abanan şu suyun sayıyla ölçülür yanı var mı
Bak geçti gitti önümüzden viyanalar
Tuna kenarında tekkeler
Nil nehrinde yıkanan büyük suçlar
İstanbul öyle büyüyor ki sonunda görünmez oluyor
Ve Fahrettin Paşa hâlâ ağlıyor Peygamberin ayakları ucunda
Bir nehir akıyor hiç durmadan, kaç batman
Harun Yakarer

Geçen gün kefen aldım kendime
Cennetteki yaşımı düşündükçe
Ölümü yakıştıramıyor bana annem
Bir zamanlar
Böyle bir adam vardı cümlesini
Ve yüz yıla kadar unutulacak
Bir hatıra için miydi şimdi her şey
Tayfun Doğan

dedim ben musa
çağrılmamış adıyla seslenilmemiş
bana bir evham gerek demiştim evvel
yaprağını kurutan ağacın boynunu vurmaya balta
bir mağara bir melek ve hepsinden sonra bir sırat
gözün gördüğü bana yalan
dile gelmeyen hikâyelerde kayboldum
içimi bilmeyenin gördüğü rüyayım
şairdim ki şiirdir zannımca bâtılı öldürür
düştüğüm kuyular
sadece ol yârin ince boynundan sorulur
Cengizhan Konuş

Cep saatlerinden kalma geniş zamanlardı yaşamak bir incelik
Çağrılmadan vardığımız kapılardan geçtik yüzümüz duvar
Aradığım sessizlik bu değil beni karşılayan dünyanın uğultusu
Savaşmaktan yorulduk şimdi yas tutmaya bile mecalimiz yok
Kalkıp nasıl gidelim o bayındır günlere
Hasan Nalçacı

Paylaşımlar, hikâyeler ve layklar
Herkes buradadır hepsi burada
Filtre kahve filtreli fotoğraflar
Herkes buradadır hepsi burada

Kışa mesafeli yaza bağlıdır
Muhabbete değil hazza bağlıdır
Bir türküyü bilmez caza bağlıdır
Herkes buradadır hepsi burada
Aziz Kağan Güneş

Hararet, Sayı:6

İz bırakan, gönüllere dokunan yürüyüşüne devam ediyor Hararet dergisi. Büyük bir özen ve emek hissediliyor derginin her köşesinde. Sıradan bir iş yapmak istemiyor dergi ekibi, bu kesin. Kapaktan başlayan özgün duruş derginin köşe taşı bölümlerinde kendini belli ediyor. Görünen o ki genç isimlerle yol yürüyerek bir mektep dergi olma yolunda ilerliyor Hararet.

Derginin editörü Faruk Sarıkavak tarafından kaleme alınan Takdim yazıları okuyucunun hararetini alıyor desem yeridir. Gündeme, yaşama dair sorgulayıcı notlar paylaşıyor bu bölümde Sarıkavak. Bu sayı Ferdi Tayfur’a rahmet dilekleriyle başlayan ve vatan, memleket, gurbet temalarıyla devam eden bir yazı bekliyor derginin okurlarını.

Bir Gün Yorulursun, Yol Bile Olsan

Yollar da yorulur diye bir şey var. Gitmek kaderse yorulmak da bu kaderin bir sonucudur. Hayat sürdükçe yollar uzar gider ve yorgunluk biner insanın omuzlarına. Tuba Çatpınar, yola ve yorgunluğa dair yazmış.

Yollar ya ayrılıktır ya da kavuşma. Ya hüzündür ya da huzur. Ayrılık kavuşmayı, kavuşma ayrılığı yanında getirir değil mi? O yüzden bana sorarsanız yollar hep ayrılıktır. Evet, elbet vardır masalların sonunda kavuşma. Ama hayatın içinde ayrılık en keskin acıdır, çünkü bu acı ölümdür.”

Ali Lidar ile Söyleşi

Tuğba Karademir bir söyleşi gerçekleştirmiş Ali Lidar ile. Felsefeye, okumaya, yazmaya, yazarlara, şairlere ve Küçük Prens’e dair soruları cevaplamış Lidar.

“Ben sadece çok sevdiğim yazarları niye sevdiğim anlatmak için üç tane kitap yazdım; Kişisel Edebiyat Atlası, Hayata Rağmen Edebiyat ve Edebiyatın Tesirli Parçaları diye. Altmış büyük yazar üzerine çalıştım. İstisnasız hep çok severim. İçlerinde çok bildiğimiz yazarlar da var; Dostoyevski, Camus, Tanpınar, Orhan Pamuk, Oğuz Atay gibi. Daha az okunan yazarlar da var; Mithat Cemal Kuntay, Yuko Mishima gibi… Severek okuduğum bütün yazarlardan da muhakkak etkilenmişimdir. Özellikle bir yazar / şar ismi vermem mümkün değil bu soruya.”

“Çok uzun zamandır bu mesleği icra ediyorum aslında. 19 yaşımdan beri. 27 yıl oldu yan. Çocukluğum bitti, öğretmenliğe başladım. O yüzden hiç bunu düşünmemiştim. Ama şimdi düşününce; işim edebiyat olsun isterdim. Tam zamanlı yazar.”

Tohumlar Kurudu Ya Resulullah (S.A.V)

Şeyda Nurdan Otabaşı, dünya büyük kargaşalar yaşarken gördüğümüz, göremediğimiz, uzağımızda olan ya da mazlum bir coğrafyada ölümle burun buruna yaşamak üzerine bir hâl dilekçesi kaleme almış. Umut var, eller açıldıkça ve inandıkça yeşermeye devam edecek umutlar.

“Ey anne, ey baba! Ey Müslümanlar ve ahret gününe iman ettikleri için sabredenler; bizim şehadetimiz budandıkça fışkırmakla şereflendirildi. Rahminden korku doğuran analar, sakalından ah ağartan babalar, küçük kaburgasından büyük ölüm çıkaran çocuklar; uyanın!”

“Ben, dört yıl evvel annemin yaralanmış ayağına Kur’an okurken atılan bomba sırasında şehit düşen Musab’ım. Dilimde hâlâ nemli duran ayetler vardı. Allah, devamını zafere nasip etti diye cenazemin tozunu üfleyen meleklerle koşuyorum okumaya. Şehrime doğru koşuyorum. Şimdi ben beyaz, ayetler seda, zalimler yurttan bertaraf, etraf bayram.”

Erdem ve Ahlak Ekseninde Günümüz Toplumu

Günümüzün en önemli sorunu ne diye sorsalar tereddütsüz erdem ve ahlak eksikliği derim. Ne yaşıyorsak yaşayalım sonunda her şey ahlaka ve erdeme çıkıyor. Taşkın Osman Yılmaz, günümüz toplumunu ahlak ve erdem üzerinden ele almış.

“Ahlak değerler şüphesiz ki erdemlerin içinde var ama onlara tek başlarına “erdem” demek doğru değildir. Ahlakla erdem somut olarak tanımlamak gerekirse; ağacın bütünü ahlak olarak nitelendirilirken, köklerinden taşıdığı suyla dallarında boy gösteren meyveler de erdemi ifade eder.”

“Kanaatimce günümüz toplumunun temel açmazı, erdemli davranış sergileyen insan sayısındaki azalmaya paralel kayıtsızlık halinin de süreklilik arz edecek şekilde toplumun büyük bir kesimine yayılmasıdır.”

Havuz Başında Usta Bir Hikâyeci; Adalı Sait Faik

İki adalı bir yazardır Sait Faik. Burgazada ve Adapazarı ile adı anılır onun ve ikisine de çok yakışır. İbrahim Gürel, adalar ve hikâyeler üzerinden anlatıyor Abasıyanık’ı.

“Sait Faik’in hayatında ve hikâyelerinde Burgazada önemli bir yer tutar. İstanbul’un önemli özelliklerinin arasında güzelliği ve kalabalığı günümüzde biraz öne çıkar. Bunun yanında çeştli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Tarih boyunca da çeşitli inanç, fikir ve kültürlerini bir arada yaşayabildiği kadim bir şehir olarak birçok edebi esere ilham kaynağı olmuş, mekân vazifesi görmüştür.”

“Zaten bilindiği üzere Sait Faik’in özellikle çocukluk dönemi Adapazarı’nda geçmiştir. Dolayısıyla diğer eserlerinde de Adapazarı yaşamından, Adapazarı insanından izler bulunur.”

İnsan-Fikir-Devlet

Zekeriya Pala, insanın, fikrin ve devletin oluşumunu aşamalarıyla anlatmış yazısında. Fikir oluşumu üzerinde yoğunlaşan bir yazı kaleme almış Pala.

“Yen bir insanı oluşturmak çok kolaydır; yeni bir devlet oluşturmak zamana göre değişiklik gösterir; yeni bir fikir oluşturmak her zaman çok zordur. İnsanın yaşam kaynağı sahip olduğu sıhhattir; devletin yaşam kaynağı sahip olduğu otoritedir; ideolojinin yaşam kaynağı da sahip olduğu (teorik) üretimidir.”

Türk Aydınının Medeniyet Algısı

Medeniyet kavramının açılımı zamana ve duruma göre değişimler gösterebilir. Tek dişi kalmış da olabilir, muasır bir halde de bulunabilir medeniyet. Meseleye nereden baktığımız önemli. Faruk Sarıkavak, Türk aydınları zaviyesinden ele almış medeniyeti.

“İnsanlığın tarih sahnesinde birden fazla defa silinip yeni baştan başladığı konusunda bazı tarihçilerin görüşleri var. Biz ise İslam tarihinden kaynakla bunun en büyük örneğinin Nuh Tufanı olduğunu biliyoruz. İçimizden bazı aydınlar yıllar önce gemiyi terk etseler de biz gemide kalalım. Elbet bir gün bu tufan bitecek ve biz ayakta kalacağız. Medeniyetler çöker; bunu çok defa tarih sahnesinde gördük. Bu tarih Batı’nın tarihi bile olsa bunu gördük. Şu anda da içinde bulunduğumuz kapitalizm medeniyetinin çatlama sesleri duyulmaya başladı. İnsanı merkeze alan bir medeniyet kurulmadığı müddetçe de her medeniyet yıkılmaya mahkûmdur. Bunu başarmanın en sağlam yolu tevhid inancıdır.”

Hararet’ten Öyküler

Mahmut Can Bebek – Candan İçeri

“Ankara. Akşam 8. Bürodaki işim yeni bitmiş, yorgunluktan ölüyorum ama hiç eve gidesim yok. Çalışma hayatında 5. ayım. Eskisi kadar sabırlı, hayata karşı umutlu değilim. Hayatımın 4 yılını verdiğim mesleğin asla bana göre olmadığını anladığım 3 ay kadar oluyor. Bu yüzden sinirli ve üzgünüm. Hayatım bir taneyken bunu iyi değerlendiremediğim gerçeği tokat gibi vuruyor yüzüme.”

“Yağmur hızlanıyor hafiften. Üşütmese de bir ürperti veriyor hava şimdi. Ceketimin önünü kapatıyorum. Gözlerim hala çiftte ama. Karşılıklı ağlıyorlar şimdi.”

Duygu Tamer – Savunmasız Savunma

“Olay yerine tekrar götürüldüğümde dikkatimi çeken tek şey eski, taş binanın tavanları olmuştu. Yüksekti, çok yüksekti çığlığımı yutacak kadar. Kapatırım burayı artık demişti sahaf. Oradaki kitaplar kadar yaşlanmıştı o da. Yıllara direnmiş bu adamın burayı kapatmak için benim adam öldürmemi beklemesi bardağı taşıran son damla mıydı? Oysa ne severdim burayı. Zamana kafa tutan şeyler severdim; bir de zamana yenilmeyenleri…”

Sevim Alkan – Beni Eve Götür

“Çok fazla düşünme, buna gerek yok. Acımasız yanıtın, kendi kurmuş olduğun çetrefilli tuzakta saklı. Böyle olmasını sen istedin. Hastalıklı zihnini sen döşedin parlak endişelerle. Süslü korkular en büyük zevkin oldu. Çizikler sanat haline getirmek isterken, ruhun acıdı. Kan, etraf çok fazla kanla kaplandı. Sen kandan nefret edersin. Saçmalık da bu ya, hayatının büyük bir çoğunluğunu enjeksiyonlarla geçirdin. Şifa adı altında bedenine batırılan iğneler özgür olmayı dilediler belki de. Ne o, yalnızca bıkanın sen mi olduğunu düşüntün? Zavallı. Sen hiç, ciddi anlamda bir kez olsun üstün korkunu ayaklarının altına alamadın. Beceremedin.”

Fatmagül Erol – Postacı

Sakin bir pazar sabahı genç kadın kapının çalmasıyla uyanır. Gelen mavi gözlü, kumral genç bir postacıdır, adam dikkatli bakışlarını genç kadından ayırmamaktadır. Genç kadın, postacıdan küçük paket alıp içeri girer. Paket açar, içinde bir not vardır; “Postacılar pazar günü çalışmaz Trandafir”

Hararet’ten Şiirler

odalarında bir mahcubiyet olduğum
sesin sözden üstün olduğu o eve verdim ben tövbem
gümüş kametlerle kıyamlandım
eski bir yağcıbedir halısına yen secdeler kapandım
çok selam ettim beşir ve nezîr olana, buhurdanda kâbe kokusu
kırk inziva doladım dilime, bir tek allah’la konuştum
oltu bir tespih kesit parmak uçlarımı, babamdan kalma
köprünün altından çok sular aktı demesinler diye
o suyu yuttum, yıktım köprüyü
ayıyı vurdum, dayıma küstüm, sustum
Tarık Teber

Gece göğsüme düşüyor, ben kanlı çiçekler
kusuyorum kağıtlara
Verem, ağzı bağlı yaşıyor güneşin arkasında
Sandalın kürekler deşmiyor denizin çürük etin
Sisin kemiklerindeki örümcek iliklerimde
geziyor hala
Bilal Efe Altıntop

Anılar sızlatıyor burnumun direğini
En güzel dem geçmiş ömrümün baharından
Şimdi hatırladıkça vuruluyorum
Hatıraların izler geçmiyor zamandan
Mücahid Danabaş

sırtında boğum boğum muhal gölge
geri çağırıyor düşen susam tanesini
karardığın yerden sıyrılırım sanıyordun
gölgenin altında kaldın işte
ister misin şimdi bir simit daha
Volkan Kaleli

Bir Nokta, Sayı: 277

277. sayısında yine bizleri Mürsel Sönmez’in yazısı karşılıyor. Derginin durduğu yer net.

“Birileri yıkmaya “memur” iken birileri yapma gönüllüsü. Bunlardan bir topluluk ise; düşünerek, kurarak, konuşarak, yazarak ve yayımlayarak sahnedeki oyunlarını sergilemekte. Bir edebiyat dergisi olarak biz de bu “zümre”nin içindeyiz. Edebiyatın işlevi var mı yok mu, amacı vb. şöyle dursun. Asıl soru/n şu: Derde devâ mıyız, başa bela mı? İlki için çabalıyoruz.”

Kişi Anladığına Dönüşür

Anlamak ve anlamlandırmak insanın hayatı kavrama çabasının bir sonucunda ortaya çıkan eylemlerdir. Aslında anlayabilmek de bir nimettir. Çünkü insan anladıkça hayatı anlamlandırmaya başlar ve bir dönüşümün içine girer. Hasanali Yıldırım insanın anlama uğraşı sonunda yaşadığı dönüşümü anlatıyor.

“Anlamak, maziye dönüp bakmak demektir. Gözucuyla değil, dikkatlice. Didiklercesine ve ıcığını-cıcığını çıkarırcasına. İçtimai zaviyeden insan, içinde bulunduğu kalabalığın mazisine, şahsi bakımdan da kendisininkine dönüp dönüp bakmadıkça, tekrar tekrar ıncıklamadıkça ati hakkını öteliyor demektir: merhametsizce kendi istikbâlini karartma. İnsan en çok kendine zalimdir çünkü.”

“Anlamayı taklit edemeyiz; bir de samimiyeti. Asla! Bolca -mış gibi yapabiliriz ama bizim gibi -mış gibi yapanları kandırabiliriz ancak; bir tek onları. Gayretkeşler birbirlerine tesir ederken sahtekârlar birbirlerini kandırır.”

Tütsü Kokulu Saatler

Tunay Özer, geçmiş zamanın duru vakitlerinden kesitler paylaşıyor. İçimizde derin bir tütün kokusu ve bayram sevinci…

“Eskitme ahşapların ağır kokusu. Duruyor orada. Evin arka odalarında. Kokulu mumlar. Mor süsenler, nergis ve sümbülteber. Zamanın sarı alevinden geçiyorlar teker teker. Ve ceviz sandıklardaki naftalin kokulu etaminler, kadifeler, dividinler. Mavi gömleklerde tüten gençlik rayihası. Yaydıkları buharla ipteki beyaz çarşaflar birer sinema perdesine dönüşüp maziye götürüyor. Belleğim aydınlanıyor.”

“Tütün kolonyası kokusu beni çocukluğumun dini bayramlarına götürür. En çok da ramazan aylarının leziz aroması. Bahçede veya balkonda ezan saatini beklerken. Sahur vaktinin samanyolları. Tanrının bize şefkatle gülümsemesi ve soluk benzimize dokunması gibiydi. Bir ulûhiyet halesiyle çevrelenmiş hissederdik kendimizi. Göğe bakarken. Kokuyla sarmalanmış onlarca hatıra. Latif bir hazla. Bin bir anımsamayla. Yavaşlarken duyumsarız, telaşla bir şimdiden diğerine savrularak değil.”

Beylerbeyi Günlükleri

Nurettin Durman’la 2016 yılında seyr ü sefer etmeye devam ediyoruz. Satırlar arasında dost isimleri görünce mutlu olurken Asım Gültekin gibi isimleri görünce de içimiz burkuluyor.

1 Haziran 2016, Çarşamba… Kalp ilaçları almak için raporun süresi bitmiş. Küplüce Tıp Merkezinde 50 lira verip yeniledim. Her yıl yenileniyor bu rapor. Rapor yoksa Plavix alamıyorum. Para verip almak lazım ilaç pahalı olduğu içinde rapor almak gerekiyor. Rapor olunca da hiçbir ödeme yapılmıyor.

3 Haziran 2016, Cuma,22: 12… Mihrimah Camii önünde üçümüz buluştuk. Bursa’dan gelmiş Cevat Akkanat’ın bugün kitap fuarında imza günü var. Saat on dörtte orda olması gerekiyor. Cuma namazı sonrası Şakir, Yedi İklim Dergisine gitmesi gerekiyor bir de başka bir işi var onu görmesi gerekiyor, biz Cevat ile ayrıldık. Geç kalmasın diye taksiyle gittik Bağlarbaşı kitap fuarına.

6 Haziran 2016, Pazartesi… Bugün oruçluyuz. Derken akşam oluyor… İlk iftarımızı yapıyoruz çocuklarımızla. Gülçin, Murat Yasin ile…

Bir Nokta’dan Öyküler

Yasin Şafak – Life Towers

“İlanda şehre nazır diye geçiyordu. Şimdi “güler misin ağlar mısın” gibi bir hal olmuştu. İşin aslı, otoyola nazırmış. Bina hakikaten tam bir kule gibiydi. O gün, eve bakıp karar vermeye geldiğinde arka cepheye dikkat etmediği için fark etmemişmiş. O cephede, binanın yarı belinden 24 saat tüm şehir akıyordu. Şehir derken bütün o hıncahınç koşuşturmaca: Arabalar, metrobüsler, gökdelenler…”

“Kendisinin de bir kenarından mensubu sayılabileceği İslamcı romantizm, çoşkusuyla kanmasıyla 40 yıla yaklaşmış, miadını doldurmuş, son barutunu atmıştı. Fakat hayat yine akacak, yeni gençler belki gene aynı şeyleri, ama bambaşka şekilde yapacak diye düşündü.”

Fazlı Buğu- Zeynep

“Okuma yazmayı henüz sökmüş küçük bir kız doktor kapısında yanıp sönen isimlere bakıyor onları okumaya çalışıyordu. Ninesinin ismini görünce sevinçle atıldı.”

“Otobüsten indiler. Eve beş dakika yürüme mesafesi vardı. Kadıncağız şimdiden yorulmuştu. Küçük kıza yetişemiyordu. Birkaç kez yavaş gitmesi için uyarmak zorunda kaldı. “Yavaş kızım ben hastayım ve yaşlıyım sana yetişemem ben. Yavaş ol biraz.” Küçük kız anlıyordu ama ayaklarına söz geçiremiyordu.”

Bir Nokta’dan Şiirler

Omzundayken bir elim,
Bir elimle ufku gösteriyorum sana
Bu taşlı yolda,
Sağda ve solda yaşlı zeytin ağaçları ve incir
En çok dalında güzelken portakal
Beyazdır diyorum yakışan,
Ulu dağların ak örtüsü gibi
Kan kırmızısı bir de kadına,
Yeşillikler içinde açan.
Süleyman Çelik

Buna da şükür dedi
Şükrettik
Hafifledi kalbimizdeki yük
Gülümsedi iskelede bağlı kayık
Burası bizim mavi kıyımız
Ve içinde debelendiğimiz
Kör saatler –İstanbul
Sabır sıvalı kuyumuz
Özcan Ünlü

ışık tut yol genişlesin açılsın kalbin sınırı
mağaranın girişine iz bırak büyüsün açlık
uçtan uca örümcek ağları
ferah tut içini aç kapalı kutuyu
güzel tütsülü özgürlük sanki büyülü
sırrı tut göğsünü bırak uçsun rüzgâr
insan olma halini koru
zor olsa da insan kal
dar kapıdan geçmek iyi
bir ibrahim bir su bir de gül
Şakir Kurtulmuş

Sarı Saltuk dahası Saltuk et-Türkî’dir adı
Soyundan gelen Evliya Çelebi ise onu bize
Muhammed Buhari diye tanıtır
Hızır Şerif de denir kimi zaman
Hem derviş hem gazi diye bilinir
Çünkü daha çocuk yaşlarında töre gereği
At binip kılıç kullanmak nedir
Hepsini bir bir öğrenmiştir
Kılıcı tahta bir kılıçtır
Ama Zülfikar soyundan gelmiş
Bismillah diyerek alınınca ele
Koparmadığı baş hiç görülmemiştir
Mustafa Özçelik

sonra gömelim içimizin yakınan yanlarını
gömelim çocukları
ağıt değmemiş kelimelerimizle
yas törenlerine hazırlanıp
gözlerimiz hüzün teyellerken bakışlarına
özgürlük ve insan hakları
asılı kalsın fahişelerin kirli dudaklarında
Akif Dut

benim miydi şu çulsuz ünvan
canımdan can çıkaran imgelem
övünmek bir yana dursun
gizli, aşikâr sövgüler armağandı
dar vakitte akla karayı diken terzi
akça mintanı giyemeyen bendim
yoklar güzergâhında koştum
benim hep birinci baba
Abdurrahman Adıyan

Hece, Sayı: 338

İbrahim Demirci’nin Eşik bölümüyle başlıyor Hece dergisi 338. sayısına. Asaf Halet Çelebi’nin Büyükdoğu dergisinde yayınlanan ve kitaplarına girmeyen İstanbulumun Dili şiiri hakkında yazmış Demirci. Dergilerimizin edebiyat dünyasının gizli bir hazinesi olduğunu böylelikle bir kez daha görmüş olduk. Bu cevherleri çıkaracak mahir ellere çok ihtiyacımız var.

Şair, rüyalarında konuştuğu, ölürken sayıklayacağı dilin başına gelenlerden, getirilenlerden şikâyetçidir. Fakat bu şikâyetini düşmanlığa ve savaşa dönüştürmek niyetinde değildir. Çankaya köşkünün veya Dolmabahçe sarayının salonlarında, üniversite kürsülerinde veya halkevi sahnelerinde kotarılan dile bakışını gösteren tanımlar en fazla antipatik bulunabilir: “eşek arısı”nı bile “benim eşek arım” yapmış. “Bay Kıvırgıç” , “Bayan İvidi” (“İvedi” olmalı), “Rüyalarımın Harput’u”, “Ecem”, “Öcüm” temsilleriyle somutlanan ve neredeyse sempatikleştirilen “Dil Devrimi”nden şairin istediği “rahat bırakılmak”tan ibarettir.

Doğan Hızlan ile Söyleşi

Emin Gürdamur, Özlem Güner, Ali Necip Erdoğan, Rüveyda Durmaz Kılıç; Doğan Hızlan ile bir söyleşi gerçekleştirmiş. Bu söyleşiler edebiyat tarihine kalacak değerde çalışmalar. Ömrünü edebiyata adamış isimleri dergi okurları ile buluşturarak günümüz edebiyatının yaşayan yüzünü canlı tutuyor Hece dergisi. Edebiyatımızın hafızası bir isimle karşı karşıyayız. 70 yıldır edebiyat dünyasında çalışmalarıyla yer alan Hızlan’la yaptığı programlar, çalışmalar merkezli keyifli bir söyleşi Hece okurlarını bekliyor.

“Yetmiş yıl olmuş. İlk yazım 1954’te Fazıl Hüsnü Dağlarca üzerine bir yazıydı. Ankara’daki Forum dergisinde çıktı. O zaman Forum meşhur bir dergi. Televizyona da ilk yaptığım program 1960. Şimdi altmışıncı yıl olduğundan televizyon için epey kaset doldurdum.”

“İkinci Yeni’nin eleştirmenleri var efendim. Batı’dan İkinci Yeni’ye dair kitaplar getirttim. Bunların şiir nedir, nesir nedir, arada ne farklıdır? Onları inceledim, çalışıyorum. Kaplan da biliyor çalıştığımı. Bir gün “gel bize anlat o zaman” dedi. İkinci Yeni’yi anlattım. O derse Memet Fuat, Berna Moran ve felsefeci Nermi Uygur da gelmişti. İki ders bunları anlattım.”

“Şimdi bizim edebiyatımıza baksanız zamanında çok okunan birçok isim var. Evet, yani o romancılar kaldılar mı kalmadılar. Bakın aşk romanları vardı, Peride Celal, sonra başka türlü roman yazmaya başladı Peride Celal de. Bizim bir aralık yayınevi o romanları yeniden bastı Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkand.”

“Müziği var, raksı var. Evet, o bütünlük tabii. Birinin sadeliği birinin de başka türlü mükemmelliği. Ama bir insanın masasında mutlaka bir Yunus Emre antolojisi ve bir de Shakespeare toplamı bulunması lazım.”

Selim İleri’nin Üç Erken Metni ve Üç Erken Yönelimi

Kurtuluş Kayalı, Seli İleri’nin ilk metinlerinden hareketle bir yazı kaleme almış. İlk metinlerinin İleri’nin yazarlık serüvenindeki yerinden bahsediyor Kayalı.

“Onun metinlerinde çok net edebiyatçı portreleri de bulunmaktadır. Belirgin olarak başkalarının açıklamakta zorluk yaşayacağı tabir caizse ifşaatlarda da bulunmaktadır. Bunlardan biri Leyla Erbil’in Mustafa Suphi öyküsüne dair olanıdır. Leyla Erbil’in öyküyü kendisine anlattığını ve alelacele ondan esinlenmenin ötesinde aşırarak bir Mustafa Suphi öyküsü yazdığını söylemekte ve bunu hatırladığında hâlâ yüzünün kızardığını ifade etmektedir.”

“Velhasıl kelam, kırılganlıkları, suskunlukları, yapay beğenileri ve örtük eleştirileri yerli yerine oturtarak sahih, gerçekçi bir Selim İleri metni yazılabilir. Selim İleri metni de onun önemsediği, benimsediği edebiyatla, Türk edebiyatıyla, hatta en eskileriyle bağlantılarını kurabilir. Çünkü Selim İleri Türk edebiyatının önemli damarlarının serpilip gelişen bir unsurudur. Bu anlamda günün güncel etkilenimlerine kapılmayan bir yazarı beklemektedir Selim İleri metinleri.”

2024’te Türk Şiiri

Hece dergisinin klâsik bir hale gelen geçen yılın şiir hareketliliğini konu edinen dosyası yine Mehmet Solak editörlüğünde hazırlanmış. Solak’ın genel değerlendirmesinin ardından 2024’te çıkan şiir kitaplarına dair yazılar yer alıyor dosyada.

Mehmet Solak’ın Giriş Yazısından

“Türk şiiri yaşıyor.
Üstelik capcanlı ve dipdiri…
2024 yılında yayımlanan onlarca şiir kitabı bu capcanlılık ve dipdiriliğin en somut göstergeleri. Yıl içinde yayımlanan kitap çokluğu ölçüt görülmeyebilir elbette. Ancak yaşı, inancı, düşüncesi, zihniyeti, bakış açısı, yönelimi, edası… birbirinden çok faklı şairlerin aynı zaman diliminde şiir kitabı yayımlaması; ötesinde bu kitapların her birinin kendi okuruna ulaşması mutlaka kayda geçmesi gereken bir durum.”

Dosyada; Ali K. Metin Hilmi Yavuz, Alâattin KaracaCevdet Karal, Ali Günvar Cem Yavuz,  Ali Sali, Ömer Erinç, Selçuk Çınar Hüseyin Atlansoy, Nuray Alper Emre Demir, Ertuğrul Rast Hayriye Ünal, Aziz Mahmut Öncel Salim Nacar, Aziz Kağan Güneş Mustafa Köneçoğlu, Kadir Tepe Ertuğrul Rast, Ali Yoksuz Mikail Söylemez, Mert Mevlüt Gökçe Zümrüt Karabudak, M. Hüseyin Özer Bayram Tayyip Yaslıca üzerine yazmış.

Yakın Bakış’ta Naime Erkovan Söyleşisi

Yakın Bakış’ta Naime Erkovan ile yeni romanı Tahta Kapıların Ardında üzerine yapılan bir söyleşi var. Sorular Emine Müberra Baydar’dan.

“Aslında beni romana yönelten şey, yazmak istediğim konuydu. İlla bir roman kaleme alacağım diye bir hedefim yoktu. Her işte olduğu gibi yazma konusunda da zuhurata tâbi olurken konu, geniş sınırları ve kalabalık ekibiyle gelince baktım ki öyküye sığdıramam hiçbirini.”

“Türkçe öncelikle ilk iletişim aracım oldu. Bu topraklarda kapıları açan tek anahtar. Yıllar içerisinde edebî yönüyle hayatıma girdi ve o zaman bambaşka bir tarafıyla göründü. Almanca cümle kalıplarıyla düşünüp Türkçe yazmak da sanırım o zaman başladı.”

Çevirmenin Sesi’nde Nicola Verderame ile Söyleşi

Çevirmenin Sesi köşesinin bu sayıdaki konuğu Nicola Verderame. Aldığı eğitimler, çeviri teknikleri. Birçok dilde çeviri yapmanın incelikleri, zorlukları gibi konuların işlendiği bu söyleşinin soruları Zeynep Arslan’dan.

“Susan Sontag’ın dediği gibi, çeviri dünya edebiyatlarının dolaşım sistemidir. Çevirmenler olmasaydı, her ülke sadece kendi yazarlarıyla baş başa kalırdı. Örneğin Nâzım Hikmet Majakovski’yi okumasaydı, Sabahattin Ali Dostoyevski ve Tolstoy’u okumasaydı, İlhan Berk Ezra Pound ya da Rimbaud’yu okumasaydı nasıl yazardı, düşünebiliyor muyuz?”

“Genel olarak şiir çevirisinde, Türkçenin sözdizimi ve son eklerin varlığı nedeniyle İtalyancada bir perifrasis ile söylenmesi gereken şeyi tek bir hece ile ifade edebildiği gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Örneğin, gidemedim fiili, “non sono potuto andare” olur, yani bir yerine dört kelime. Bu, bir mısradaki yoğunluğu, uyumu ve özü kaybetme riskini içerir.”

Şehri İmar Ederken Nesli İhya Eden Klasik Türk Evi

Hacer Yeğin Güneş, bir mimar ve yazar. Şehirlere, yapılara bakarken sadece teknik açıdan değil gönülden de bakan bir isim Güneş. Otaya çıkan bir eserin sesini duymak ve hissetmekle ilgili bir durum bu. Günümüzün çok katlı evlerinde bir ruh aramamız mümkün değil. Yine mecburen gerilere çok gerilere gitmemiz gerekecek o sesi duymak için. Klâsik Türk evlerinden bahsediyor yazısında Güneş. İnsanı önceleyen ve değer veren evlerin özellikleri anlatılıyor yazıda.

“Geleneksel Türk evinde esas kat her zaman en üst kattır. Bu kat, birkaç katlı evlerin en yukarısında yer alır ve özenle düzenlenir. Bir yandan güneş ışığı, rüzgâr yönü, hava sirkülasyonu ve manzara gibi fiziksel koşullar göz önünde bulundurulurken, bir yandan da mahremiyet ve geniş aile yaşamının ihtiyaçları gözetilir. Zemin kat ise daha işlevsel bölümlerle tamamlanır: giriş avlusu (hayat), iş evi (bağdami), kiler (mahzen), ambar, samanlık ve ahır gibi alanlar bu katta yer alır.”

“Türk evleri, bulundukları coğrafyanın iklim koşullarına ve doğal bitki örtüsüne uygun malzemelerle inşa edilir: kerpiç, taş yığma veya ahşap karkas yapılar, bu uyumun bir sonucudur. Zemin katlar, dış dünyaya karşı daha korunaklı bir karakter taşır ve içe dönüktür. Burada avlu ve giriş kapıları önemli bir yer tutar.”

Mehmet Akif İnan’ın Edebiyatımızdaki Yeri

Yunus Emre Altuntaş, Mehmet Akif İnan’ı edebiyatçı yönü ile anlatıyor yazısında. Şiiri, yazıları, dergiciliği gibi konular ele alınmış yazıda.

“Mehmet Akif İnan her şeyden önce şairdir ve böyle anılmak istemiştir. 1940 yılında dünyaya gelen, 1960 darbesinde yetişkin bir genç olarak sorgulamaları sıklaşan, 1970’lerde tercüme hareketiyle düşünce ufku İslam coğrafyasına açılan, birlikte yürüdüğü arkadaşlarının fikirleriyle beslenen, gün geçtikçe kendine özgü fikirler inşa eden ve en önemlisi düşüncelerini eyleme dönüştüren ender isimlerden biridir Akif İnan.”

“Sözgelimi 40 yaşına kadar daha çok şairliğinin, sonraki 10 yıl (1977-87) daha ziyade yazarlığının, ömrünün son 10 yılında ise teşkilatçı ve eylemci kişiliğinin ön planda olduğu görülmektedir. Akif İnan, bir dönem de klasik edebiyatımız çevresinde yazdıklarıyla bir kesimin dikkatini bu büyük mirasa çevirmeyi başarmıştır. O dönemde, şiire heves duyan gençlerin, Klasik Türk şiirini yeterince tanımayan çevrelerin gelenekle bağ kurması yolunda bir bilinç fişeği parlatmıştır.”

Nagihan Şahin’in Yazma Serüveni

Bu sayı Nagihan Aydın yazma serüvenini anlatıyor.

“Yazmaya nasıl başladım? Galiba, dünyanın her tarafında geçerli olan o doğal yönelmeyle: Herkesin kendini şiir yazabilir sanmasıyla. İlkokulda, okuma kitabındaki şiire öykünerek bir şiir yazdığımı (muhtemelen aynısını kopya etmiştim) ve anneme gösterdiğimi hatırlıyorum. Bir kış günüydü, içeride soba yanıyordu ve İzmir’in güzel güneşi odayı aydınlatıyordu. Kitapta kuzular meleşiyor, çayır çimenler yeşeriyordu. Şiir yazmak için bundan daha güzel bir zaman olamazdı.”

Hece’den Şiirler

kuzeyden gelen kavim biziz sanki
saklı bizde rumuyla Ayasofya
arap camii ve eyyüp el ensari
sultanlığımızda kınından çıkmış kılıç sesi
aşk ile bir daha yortsa savuldur
Hüseyin Atlansoy

Gelir, hayatta diyorum ve aklımdan geçen şu;
Döndüğünde, beraber yaşadığımız ilk evin
Sokağında buluşmak iyi fikir mi? Yine de,
Karıştırıyorum öldün mü, yoksa sadece gittin mi
Cevdet Karal

sadakat ile yalan arasında
yoksulluk ile yoksunluk arasında
yasa ile ruh arasında
söz ile gürültü arasında
allah ile müslüman arasında
gide gele gide gele
bedeli ödenmiş ömür
düşü görmek değil de
düşün kendisi olmuşum
Mehmet Narlı

Böyle bir sabah olsun isterim büründüğüm kelimeler
Bir hatıra olsun taşların tarihine, tarihin taşlarına
Gözde bekletilen demir yaşları eriten bir damla olsun
Rüzgârın dokunuşuna, ceylanların göz kapaklarına
Kapılıp gitsin körpe fidanların büyüme telaşına
Kuş kanadına, hiç dinmeyen su ağrılarına
Karışıp gitsin kendi aleviyle hârlanan yangınlara.
Ahmet Edip Başaran

ağzımızı açtıkça küçük dağlar dizeriz demirden
Allah iddiasından vurur insanı, insan her yerinden
diye diye geçtik hummalı şehirlerden
gençtik, çekinmedik kavgalar icat etmekten
demedi kimseler, çekip bir köşeye incitmeden:
kimsenin altını çizmediği o silik cümleler
görülmek için üstünün çizilmesine razı gelirler
Eyyüp Akyüz

Tutuyorum yine de gidiyor bir anne
Alarak koca bir göğü yanına
Yeniden kuruyor saatler beni
Kaçırmam için tüm uykuları
Ezan okunurken kısılan ağrım
Kesiyor ama akıtmıyor kanımı.
Devlet demir yolları almıyor beni
Atlamam için kendimden aşağı..
Ayşe Çelikkaya

Sebilürreşad’da Orhan Türkdoğan Dosyası

Sebilürreşad dergisi Şubat2024’te aramızdan ayrılan Orhan Türkdoğan dosyası hazırlayarak hocaya bir vefa örneği gösteriyor. Öğrenciler yetiştiren ve bir düşünce yapısının ülkede kendine sağlam bir yer tutmasına büyük katkı sağlayan Türkdoğan’ı daima anmak ve anlatmak gerek. Sosyolojiden bahsederken Türkdoğan’ın adını mutlaka anmak gerek.

Ebubekir Ceylan’ın Takdim’inden

“Bu özel sayıda, Orhan Türkdoğan’ı yakından tanımış akademisyenlerin, meslektaşlarının ve öğrencilerinin anlatılarına yer vererek, onun akademik mirasını daha iyi kavrayabilmeyi hedefledik. Onunla yapılan çalışmalar, akademik sohbetler, saha gezileri ve derslerden kesitler, onun ne kadar derinlikli bir düşünce dünyasına sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.”

Orhan Türkdoğan Dosyası’ndan

Fatih Bayhan- Türkdoğan’ın “Dün Sosyolojisi ve Toplumsal Değerler” Üzerindeki Etkisi

“Türkdoğan, geleneksel geniş aile modelinin, Türk toplumunun dayanışmacı yapısını destekleyen bir unsur olduğunu ifade etmiştir. Ancak modernleşme ve şehirleşme süreçleriyle birlikte geniş aile yapısı çözülmüş, çekirdek aile modeli öne çıkmıştır. Bu dönüşüm, aile içindeki ilişkileri zayıflatmış ve toplumsal bağların gevşemesine neden olmuştur.”

Beşir Atalay – Hocam Orhan Türkdoğan

“Hocamızın en belirgin özelliği çok çalışkan ol­masıydı. Hiç boş vakit geçirmezdi, daima yazar veya okurdu. Fakültede odalarımız aynı koridorda ve ara­mızda bir başka hocamızın odası vardı, yani bitişik sayılırdı. O gelir, odasına girer ve çalışmaya başlar­dı, masası daima kitaplarla dolu olurdu, literatürü çok yakın takip ederdi. Bütün hayatı çalışmaya odaklı idi ve çok yazardı, zaten çok sayıda kitabı ve makalesi yayınlanmıştır.”

Kemal Aldırmaz – Eserleri Üzerinden Orhan Türkdoğan: Türk Sosyolojisine Bir Bakış

“Orhan Türkdoğan’ın eserleri, Türk sosyolojisinin gelişiminde önemli bir kilometre taşı olmuştur. Çalışmaları:

• Türkiye’nin toplumsal yapısını anlamada temel kaynaklar sun­muştur.

• Etnik yapı, göç, modernleşme, din ve kentleşme üzerine özgün analizler içermektedir.

• Batı merkezli sosyoloji anlayı­şına eleştirel yaklaşarak, Türk toplumuna özgü bir sosyoloji geliştirme çabası taşımaktadır.

Orhan Türkdoğan, eserleriyle hem akademik dünyada hem de ge­niş toplum kesimlerinde sosyolojik farkındalık yaratmış önemli bir dü­şünür olarak hatırlanmalıdır.”

Süleyman Doğan – Vefatının Birinci Yılında Bir Asırlık Sosyoloji Çınarı: Orhan Türkdoğan

“Türkdoğan’ın sosyolojiye ilgisi aileden özellikle büyük amcasının gazetelerine olan hevesinden kay­naklanır. O tarihte Nihal Atsız ve Orhan Şaik Gökyay da Malatya’da öğretmendirler. Büyük ağabeyi vasıtasıyla bu iki büyük Türk mil­liyetçisi ile tanışır ve onlardan etki­lenir. Malatya Halkevinin müdavi­mi olur. Lise’de okurken edebiyat öğretmeni bayrak şairi Arif Nihat Asya’dır. Onun fikri hayatını ve şi­ire olan hevesini belirleme ve açı­ğa çıkarmada Arif Nihat Asya’nın etkisi büyük olur. Gençliğinde şiir yazmaya hevesli olan Türkdoğan, 1945 yılında Gökhan Evliyaoğlu ve 18 Malatyalı gençle birlikte “Ça­dır” adlı bir şiir kitabı çıkarırlar.”

Muhsin Yılmazçoban- Çok Yönlü Sosyolog ve Bilim Adamı Olarak Orhan Türkdoğan

“Türkdoğan, 1959 yılından iti­baren ülkemizde yaşayan Rus kökenli Malakanlar, Estonlar, Ko­zaklar, Polonezler, Süryaniler gibi dış etnik gruplar yanında, yerel Alevi-Sünni Kürt ve Zaza halkları üzerindeki saha araştırmalarını da sürdürmüş ve ilk kez ülkemizde yaşayan tüm yerli-yabancı etnik grupların sosyal varlık alanlarını 1995 yılında Etnik Sosyoloji adı altında yayınlamıştır. Ayrıca, Tür­kiye genelinde 17 il ve 45 ocakta yaşayan Alevi-Bektaşi grupları ile Doğu ve Güneydoğu yörelerinde egemen olan 21 kadar kabile ve aşi­ret kuruluşlarını da yine aralarında yaşayarak, 1995 ve 1997 yıllarında Türk kamuoyuna sunmuştur.”

Şühûr-i Selâse-i Mubareke

Ahmet Akgül üç aylar hakkında kaleme aldığı bir yazısı ile dergide yer alıyor. Recep, şaban ve ramazan aylarının maneviyatı hakkında tafsilatlı bilgiler var yazıda. Kandiller, gönüllere dokunan geceler ve dualar eşliğinde yaşadığımız günlerin iklimine uygun dilekler var satır aralarında.

“Müminlerden, mal ve canla­rından yapacağı fedakârlık karşılı­ğında cennet vermeyi vaad ederek kullarına oldukça cazip bir ticari teklif sunan Cenab-ı Hak, Şehr-i Ramazan’da bu cazip teklifin hac­mini kat be kat arttırmıştır. O halde bu ticaretten en güzel hasılatı elde etmek için ibadeti ziyadeleştirelim. Daha fazla Kur’an okuyalım. Ley­le-i Kadir’in kereminden istifade için bu ayın her gecesinin kadrini bilerek ihya edelim. Hesapların en çetini olan Ahiret hesabı kapımıza dayanmadan önce, varsa üzerimiz­de kaza namazı bırakmayalım. Na­file ibadetleri daha da ziyadeleşti­relim. Daha fazla tövbe ve istiğfar edelim. Her alanda nefs-i muha­sebe yaparak hatalarımızı düzeltip noksanlarımızı tamamlayalım.

Çöküş Döneminde Kurtuluş İdeolojisi Olarak Üç Tarzı Siyaset Ve Yusuf Akçura

Yusuf Yavuz Yılmaz, Türkçülük akımının kurucularından Yusuf Akçura’yı anlatıyor yazısında.

“Akçura’nın “ Üç Tarzı Siyaset” adlı eserinde temel aldığı düşünce­ye göre İslamcılık teorik ve pratik anlamda uygulanması çok zor olan bir ideolojidir. Ona göre İslam bir­liği politikası İslam olmayan ulus­ların işine gelmekteydi. Ayrıca her ırk kendi devletini kurmak isteye­ceği için İslam birliği fikri diğer İs­lam devletleri tarafından da kabul edilmeyecektir. Akçura’ya göre İs­lamcılık fikri Osmanlıcılık düşün­cesinin doğal bir sonucudur. İslam­cılığın amacı Osmanlıların bütün Müslümanlarla birleşmesi ve güçlü bir oluşum meydana getirmeleridir.”

Mehmet Ragıp Karcı

Hepimizin ağabeyiydi Mehmet Ragıp Karcı. Gönüllere dokunan şiirleri ve türküleriyle aramızdan ayrılmıştı 5 yıl önce. Mehmet Atilla Maraş Karcı’ya dair yazısı ile dergide.

“Şair Mehmet Ragıp Karcı, az ama usta işi şiirler yazdı. Türk şiirinde, ‘68 Kuşağı’nın, İslami duyarlılıkla yazan şairle­rinden biri olarak tanındı.

Şiirlerini onar yıl arayla üç kitapta topladı. İlki, Yeni Bir Sevda Süleymanı, 1986 da, ikincisi, Bir Başkasının Kita­bı, 1996 da, üçüncüsü, Yakarış Temrinleri, 2006 yılında yayın­landı. Bir on yıl sonra, üç şiir kitabı bir arada, toplu şiirler olarak ‘Tut Elimden Düşmeye­lim’, adıyla 2016 da Hece Ya­yınları’ndan çıktı. Bu kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği Şiir Ödülü’nü aldı. Böylece şiir sa­natındaki serüvenini, kırk yılda tamamlamış oldu.”

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir