Üniversite yıllarımda “Sevmek, Karanfil ve Kiraz” ile başladı Hüseyin Akın ile tanışıklığım. Yıl 97 idi. O günlerden bu güne kadar takip ediyorum onun yazdığı her cümleyi. Sadece şiir değil yazdığı her türü de aynı duyarlılıkla ele alan, kendi sesinin rengini yazdıklarına sindiren bir içtenlikle devam ediyor yazmaya.
Son yıllarda mesleğinin inceliklerine dair kitapları da okuyucu ile buluşuyor Akın’ın. Öğretmen olmayı sınıfın ve okulun sınırları dışına taşıyan bir özgün duruş var onun yaşamında. Tüm sıradanlıklardan azade bir kuşanmışlık hali bu. Bazen hayrete düşüren, bazen aklın sınırlarını zorlayan, bir koridorda kırk dakikaları biriktirerek tüketilen bir kırk yılın serencamı ya da…
“Bunu Bana Öğretmediniz” Hüseyin Akın’ın Şule Yayınları arasında çıkan yeni kitabı. Kitabın adını görür görmez zihnimize hücum eden bir dizenin sesi çınlıyor içimizde. “Ey Yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz.” Sezai Karakoç’un dizelerinden çıkıp gelen bu sitem bizi alıp okulun kapısına, sınıfın içine, bir öğretmenin yüreğine bırakıyor. Ulu hocaların öğretmediğini kim öğretir acaba bize?
Kitap üç bölümden oluşuyor; Anne Kültürü, Baba Bilgisi, Dışarıdan Bitirme. Bu başlıklardan anlaşıldığı üzere; insan öğrenir. Hayat insana öğrenecek kanalları en doğal yoldan açar. Yeter ki hayatın öğrencisi olmayı kabul edelim. Annenin kültürü, babanın bilgisi ve hayatın insanı sınayan yanları en doğal hali ile birer mekteptir.
“Anne safi kültürdür” diyor Akın. Anneleri okumak gerek. Onları ezberlemek lazım. Onların her adımı bizim için bir ışıktır. Hem de kimsenin gücünün yetmeyeceği kadar güçlü bir ışık. Hüseyin Akın, bir anne portresi çizerken karşısına annesini alıp da yapıyor bunu. Çocukluğundan başlayarak onu nakış nakış dokuyan bir annenin hisli kalbinden öğreniyoruz her şeyi.
“Daha küçücük yaşlarda Yunus’u, Niyazi Mısrî’yi, Eşrefoğlu Rumi’yi onun dilinden okudum.”
Modern hayatın tüm zikzaklarının farkında olan bir isim Akın. Eğitim sisteminin de modern adı altında uzaklaştığı köklerinin de bir nesli asıl olandan uzaklaştırdığının da bilincinde. Onun öğretim esaslarında sınıfın sınırlarının olmaması ve tüm dünyanın bir sınıf olması da bizi hayata, anneye, babaya götürmekte. Çünkü tüm bunlar müfredatların da üstünde olan bir öğretiyi sunmaktadır. Annesinden aldığı din derslerini sıralarken Akın, bir yüreğin nasıl olup da şefkatle kucaklandığını da gösteriyor bizlere. Öğretirken gözetmek, zorlamadan, hayatın yolunu açarak öğretmektir annelerin sözleri.
Anne kültürüyle büyüyen çocukların alacağı bilgilerin kaynağı babadır. Baba Bilgisi bölümünde Akın, bizlere bir babanın varlığının bile büyük bir kıymet olduğunu anlatıyor. Her biri farklı bir yazı olsa da evin direği bir babanın sarsılmaz varlığıyla kuşanıyoruz. Bir kuşak, babalarıyla belki bugünkü gibi rahat ilişkiler kuramamış olsa da “baba imgesi” ortaya tarifsiz bir kuşak çıkarmıştır.
“Anlatamama sancısı, sanatı ve edebiyatı besleyen çok önemli bir damar olsa gerek. Babalarıyla konuşup duygularını paylaşamayan kuşakların içerisinden bu yüzden çok şair ve çok hikâyeci çıkmıştır.”
Kavramlar üzerinde oynamayı seven bir yazar Hüseyin Akın. Kelime anlamlarının tüm imkânlarını kullanarak vermek istediği mesajı tam anlamıyla muhatabına iletmeyi hedefliyor ve bunu yaparken de ne kelimeyi ne muhatabını incitiyor. Hayatı okumayı bilmenin bir sırrı olarak tüm müfredatları bir kenara koyarak hayatın kitabını okumayı tercih ediyor. Eğitim- öğretimin her alanında kabul görür bu gerçekleri dile getirmek çok kolay olmasa da o her zaman zor olanı seçiyor. Babaların dilinden konuşmayı sevmeyen hayata o kendi diliyle tercüman oluyor. Babaların yoksul kalbine tarifsiz sevinçler bırakıyor.
Onun hayal dünyasının sınırları yok. Gerçek dünyaya da taşıyor bu sınırsızlığı. Sınıf kapısından dışarı süzülen, bahçeyi geçen, okul duvarlarını aşan, dağların sonsuz mavilikle buluştuğu huzura kavuşmak ya da dağlarda şarkı söylemek… Annelerden, babalardan birikerek büyüyen çocuklar, doğanın kalbine bırakınca kendilerini hücrelerine kadar hissettikleri yaşama arzusunu da göğün özgürlüğüne bırakabilecekler. “Kaybolmak için nereye gitmeli?” diye sormuştu Akın, cevabını da kendi veriyor bizleri sonsuz bir huzura çağırarak.
Bazen öyle anlar olur ki insan kendine yetmemeye başlar. Taşar ve sınırları zorlar. İşte tam da böyle zamanlarda çağırır bizim dışımızdaki her şey bizi. Kitabın son bölümü olan “Dışardan Bitirme” bizlere yol haritalarını sunuyor. “Müfredat Dışı Tabiat Bilgisi-Yok Konuyla Bir İlgisi” isimli yazı dışardan bitirmenin manifestosunu sunuyor bizlere.
İlk öğretmenimiz olan ‘gördüklerimiz’ aynı zamanda fenomenoloji olarak da bilinen ‘Görüngü bilim’in başlangıcını teşkil eder.”
“Gezmek de öğretici bir öğretmendir.”
“Görmek gördüğü şeyi doğrulayan bir öğretmendir.”
“Sezgiler de ansızın derslerimize giren öğretmenlerimizdir.”
Bunu Bana Öğretmediniz diyecek kadar kendinden emin bir öğretmen Hüseyin Akın. Öğrenmenin yollarını açan, bunu çoğaltan, paylaşan bir içtenliğe sahip. Öğrenmek için tüm imkânları gönle hoş gelecek bir üslupta kullanan, anneyle babayla kol kola ve yürek yüreğe yürümeyi ömürlük bir sermaye sayan, dışardan bitirmelerin ustası olmuş bir yol gösterici o.
Öğrenmek isteyene dünya bir mektepmiş demek için yürüyecek yolunuz olsun yeter ki.