Mahalle Mektebi, Sayı: 79

Büyük bir keyifle okumaya devam ediyoruz Mahalle Mektebi dergisini.  Her yeni sayısında edebiyat dünyamıza ses veren incelikleri sayfalarına taşıyan dergi, umut dolu cümleler kurmamız için güzel sebepler sunuyor bize.

Dergiden yapacağım ilk paylaşım Ali Güney ile yapılan söyleşiden olacak. Birçok alanda çalışmaları olan Güney’in Grafen Bulut adlı öykü kitabı hakkında ben de yazmıştım. Çalışmaları, öyküleri, gündeme dair düşünceleri hakkında Yasir Korkmaz ve Abdullah Kasay’ın sorularını cevaplamış Güney.

“Şehir. Hakkında konuşmak nicedir popülerleşti. Birbirine benzemeleri, kapital etkisiyle ruhunu kaybetmesi, mimari süreçler vs. Ama burada unutmamız gereken şey, tarih. Bir sosyal-bilim olan tarihten konuşmak haddim değil. Bir geçmiş hakkında konuşmak için bir nebze imkân buluyorum kendimde.”

“Etki kelimesi çok medyatik bu aralar. İş dünyası da kamu da, üniversiteler de üzerine kafa yoruyor. Ben ne kast ettiğimi söyleyeyim. “Etki odaklı” olmak, kaynakları verimli kullanmak demek. Herkesin bir arada yaşarken uyması gereken kurallarda bir yönerge olması demek.”

“Kültür endüstrileri meselesi, sosyologlar ve iletişimciler için Adorno’da kalmış. Elbette bana kızmasınlar, bir kısmı için söyledim. Hal böyle olunca söylediklerimiz, o zaman biz de kendi Youtube Akademimizi açalım, demekle eş değer oluyor. Ben sürecin üretimin tüm yönleriyle düşünülmesinden yanayım. Kitap çıkınca dağıtımından ötürü yaşanan sorunlar da yazara kalıyor ya hani, öyle bir husus.”

İnsanlığın Utancı: Gazze

Büyük bir utancı yaşıyoruz, bu kesin. Tabii ki içinde utanma duygusu olanlar için geçerli bir durum bu. Gazze’de büyük bir insanlık dramı, soykırım yaşanıyor. Mehmet Kahraman, İnsanlığın Utancı olarak adlandırıyor Gazze’de yaşananları. Ayrıca tüm zulümlere de değiniyor Kahraman.

“Bunun utancı kimin? Kim durduracak bu vahşeti? Soykırım suçlusu eli kanlı terörist ABD parlamentosunda konuşuyor ve bir kişi hariç herkes alkışlıyor. Neyi alkışlıyorlar? Zulmü, vahşeti, soykırımı alkışlıyorlar. Ağızlarından insan haklarını, hukuku, özgürlüğü, barışı düşürmeyenler tüm değerleri ayaklar altına alan suçluyu alkışlıyorlar. Değerler bu denli alaşağı edilmemişti. İnanıyorduk insan haklarına, özgürlüğe, medeniyete.”

“Sadece Filistin için değil, dünyanın neresinde zulüm altında yaşayan varsa yanmalı içimiz ve gereken tepkiyi göstermeliyiz. Bizden olup olmaması önemli değildir, Müslümanlık bunu gerektirir. Bu idrak ve anlayışla zihnimizi ve gönlümüzü teçhiz edebilirsek her daim zafer nasip olacaktır. Niyetimiz halis olsun sonra bilincimiz devreye girsin. Lakin bizim önce ahlaklı ve doğru olmamız gerekir. Elimizden geldiği halde bir şey yapmadan beklemek en büyük ihanettir ve vebaldir.”

Yalnızlık ve Sürgün

Yalnız kalmak da bir sürgün müdür? Hayattan, gürültüden, insanlardan uzakta kalmaya yalnızlığın sürgün halidir diyebilir miyiz? Aslında bu zaviyeden bakınca bir sürgünlük halinden bahsetmek mümkün. Ertuğrul Aydın, yalnızlıkla sürgün olma halinin kesiştiği noktaları yazmış. Romanlardan, yazarlardan sürgünlük haline örnekler var.

“Yalnızlık ve sürgün birbirini tamamlayan, birbiriyle iç içe geçen konulardır aslında. İkisinin de benzeyen, örtüşen tarafları vardır. Diyebiliriz ki, her başlangıç yeni bir yalnızlıkla doğar ve yine alabildiğine uzanan bir yalnızlıkla devam eder. Hem de hiç itiraz gerektirmeyen bir atmosferle yoğunlaşır. Hatta enerjik bir pota içinde ve bir dizi ritmik oyalanış hâliyle karşımıza çıkar.”

“Söz yalnızlık ve sürgündeyken, Homeros’un algıya ve kavrama dayalı karmaşık yapıdaki söylenceli dünyası düşüncenin sınırlarını zorladığını, Victor Hugo’nun Sefiller romanını İtalya’da yazmasını hatırlatmakta yarar vardır. Namık Kemal’in, kendisini Kıbrıs’a götürecek vapurun kalkışı öncesinde ıslık çalarak rahatlamaya çalışması da anlamlıdır. Aynı şekilde, Namık Kemal’in, Mehmet Akif Ersoy’un, Refik Halit Karay’ın yurt coğrafyası dışındaki yaşayışlarını, birer gönülsüz sürgün ve bir arka plân okumasıyla “inziva” olarak düşünebiliriz.”

İnsanız Nihayetinde

İnsan, ne yaşarsa yaşasın sonunda; “İnsanız nihayetinde” dese kafasına takacak bir şey bulamaz. Dünyada ne varsa insanlar için. Gülcan Türkoğlu, insanlık hallerini yazmış.

“Unutmayalım ki her insan kendi benliğiyle yüzleşmeyi göze alabildiği ve değişmeyi istediği oranda değişebilir. Bu değişimi başlatabilmesi için de kendi davranışlarının içindeki tepkiselliği, savunma alanlarını görmeye başlaması gerekir. İnsan kendine yabancılaştığı bu halleri birdenbire göremez. İnsanın kendini keşfetmesi bir ömür mesafesi kadar zaman alır… İşte insan tüm bu tepkilerini, dürtülerini fark edip bir de onları yakıt olarak yaşam enerjisine dönüştürebilirse tekâmül yolunda daha sağlam adımlarla yürüyebilir.”

Yaş Almak Yaşamak Değildir

Hayat başlıyor ve bir şekilde devam ediyor. Boşluklarla dolu bir hayatımız var ve bir ömür o boşlukları doldurma telaşı ile geçiyor ömür. Hayatı anlamlı kılmak diye bir şey var. Bunu da ancak yalamayı bilenler anlıyor. Hilal Uluğ, yaşamakla yaş almak arasındaki çizgiyi anlatıyor yazısında.

“Hayat sınırlı ama yaşamın sonsuz bir yüzü daha var. Hâlâ hayattayken bulabileceğiniz cevaplar sizi sonsuz yaşamda mutluluğa kavuşturacak. Bu hayatta yerini bulamayan yaşamını iflas etmiş bir esnaf gibi tamamlayacaklar. Derin bir uykunun içinde rüyadayız ve “öldüklerinde uyanacaklar” denilen insan evladıyız. Hayatın matematiğine kapılmadan yaşamınızın anlamını yakalamaya çalışın. Zira bizi bu dünya denilen kâbusun içinde insan olarak kalmamızı sağlayacak tek gerçek o.”

Zehra Betül Şişman ile Nepal’deyiz

Zehra Betül Şişman, tüm gizemi ve egzotik yanlarıyla Nepal’i anlatıyor bizlere. Daha çok inanışlar üzerinden gözlemlerini aktarıyor Şişman.

“Pashupatinath tapınağı yani ölü yakma törenlerinin yapıldığı yere gitmek için yola koyuldum. Nepal’de yaşayan insanların büyük bölümü inanışları gereği ölülerini yakıyor. Aslında dini bir ritüel olarak karşımıza çıkan ve bize çok acımasızca gelen bu geleneğin en eski nedeni halk sağlığına dayalı olarak, enfeksiyonu önlemek amaçlı bulunan bir yöntem. Tıpkı toprağa gömülmek gibi. Başkent Katmandu’da Pashupatinath Tapınağı’na getirilen cenazeler, buradaki nehrin kıyısındaki belirli alanlarda yapılan dini töreninin ardından odunlarla ateşe veriliyor. Cenaze, tören alanına turuncu bir kıyafet ve çeşitli süslemelerle getiriliyor. Ölen kişinin sağ eli ve yüzü açıkta bırakılıyor ve ailenin büyük evladı ile Hindu din adamlarıyla birlikte üç saatlik yakım işlemi başlamış oluyor.”

Fatih Selvi ile “Ahmarubi” Üzerine…

Dilek Altundağ’ın sorularını cevaplamış Fatih Selvi. İkinci öykü kitabı Ahmarubi var söyleşinin merkezinde.

“Bu dosya oluşurken okur nabzını düşünecek halim var mıydı emin değilim. Bu ilk öykülerin kendi yollarını bulması, sıkışmış bir duygu tazyikiyle dürtüsel de olsa geçerli, edebi anlamda nitelikli bir mahiyete ulaşmasını sağlamak önceliğimdi sanırım.”

“Ben kendi edebiyatımın temelini atmakla meşgulüm galiba ve bu temelin üstüne binecek katların altında ezilip çökmemesi gerekiyor. Sonuç olarak bu yenilikçi tutum benim için bir zorunluluk anlamına geliyor. Nafile çabalar mı, değecek gayretler mi bunlar, göreceğiz.”

Dersimiz: Gazze, Konumuz: Yaşamak

Ana dersimiz, müfredatımız Gazze olmalı. Acılar coğrafyasında yaşam savaşı veriliyor. Unutmak da bir ölümdür. Sümeyra Çelik Gazze’ye dair yazmış.

“Gazze’yi yaşamakla Gazze’de yaşamak arasındaki sonsuz fark devreye giriyor bu aşamada. Artık bütün kelimelerin tanımlarının gözden geçirilmesi gerekiyor. Doğru ile gerçek arasında kaybolan hakikatlerin keşfetmek lüzumu ortaya çıkıyor. Yaşayarak öldürenlerin çokluğuna rağmen ölürken dahi yaşatanların zaferini tetkik etmek gerekiyor. Gerekler ve farklar listesi de ardını alamayacağımız kadar uzayabiliyor böylece.”

Mahalle Mektebi’nden Öyküler

Fatma Nur Uysal Pınar -Kırağı Korkusu

“Üzerinde çok düşünülmüş bir cümlem yok.

Mikâil’i teselli edeyim derken ben teselliye muhtaç oldum. Onu yumuşatmaya çalıştıkça böğrüme kurşunlar aktı, hissettim. Ona geçecek dedikçe geçmeyen sanrılar ağ ördü zihnime. Onun gidişatını, hayata bakışını, vurdumduymazlığını gördükçe fırtınalara tutulan ben oldum, ben… Adam ne fırtınadan korkardı ne kış kıyametten. Kimi kimsesi olmayınca mesafe koymak da işe yaramazdı.”

“Gelin hanım, evde ne var ne yok yükte hafif pahada ağır almış gitmiş. Giderken bir de not bırakmış. Acı patlıcanı kırağı çalmaz, diye. Önceki günden yaptığı, ocağın üstünde duran patlıcan yemeğinin tenceresine de yapıştırmış lafı. Bari dalga geçmeseydi diyor. Çektiği krediye, kadının dolandırıcı olduğuna, her şeyden önce duygularının hırpalanıp, gururunun ayaklar altına alınmasına üzülmüyor da kadının giderayak laf soktuğuna yanıyor.”

Tuğba Boz – Ekselsiyor Sami

“Çok kırgındım aşil tendonuma. Dillere düşürmüştü beni. “Senin neyine futbol? Kırk yedi yaşındasın. Artık golf oynayabilirsin” sözleri boşaydı. Çünkü daha topa vurmamıştım bile. Ayağımı kaldırdığımda o kadar canım yanmıştı ki kalenin arkasından kim taş attı diye baktığımı hatırlıyorum.”

“Lisede Fransız okulunda beraber okumuştuk. Sami’nin boyu durdurulamaz şekilde uzamıştı. Âşık olduğu her kızı normal boyutundakilere kaptırıyordu. Fransızca öğretmenimiz Sami’ye ömür boyu üzerine yapışacak olan “EKSELSİYOR” lakabını takmıştı. Latincede ekselsiyor; daima yukarı yükselen anlamına geliyordu. Okul bitene kadar öğretmenlerimiz bile Sami’ye Sir Ekselsiyor diye seslenmişlerdi. Tıpkı Gulliver gibi tıp kazanmış, babasının ısrarı ile cerrah olmuştu.”

Sahra Tahiroğlu -Yılın Ödülü

“Çok mu gülümsüyordu? Anlaşılıyor muydu heyecanı? Belli etmemeli, ağır başlı olmalıydı. Profesyonelce. Mutlu ama sarhoş değil. E ekranlara çıkacak kolay değil. Kolay değildi şu an burada olmak. Hayvan gibi çalışmıştı hayatı boyunca, hak ediyordu tabi. Şu ödül için ölümün kıyısına da geldi. Ona vermeyecekler de kime verecekler? Değdi ama. Şu ödülü almak… Hayatının en güzel anıydı.”

“Küçük bir konuşma yapıp yapmak istemeyeceği soruldu Kemal’e. Başını sallayarak mikrofonu eline aldı. Birtakım teşekkürlerden sonra babasından bahsetti. Onu ekran karşısında izleyen babasından. Teşekkür etti boyuna. Yetiştirdiği için, verdikleri için… babasının ekran karşısında göğsü kabardı kabarmasına da, oğluna karşı fikri değişti değişmesine de, Kemal ve diğerleri “Savaş” konulu çektikleri fotoğraf, yazıkları metin, çizdikleri görselle ilgili ödül alırken, tam o anda, Kemal’in konuşmasını yaptığı o anda, televizyonlarda bir acil durum bülteni açıldı.”

Baha Tahir – Rengârenk Balıkların Yanında

“Altıyı çeyrek geçe uzun bir genç geldi ve adamın önünde oturan kız ile el sıkıştı. Kız hareket etmeden elini gence uzattı ve bir süre onun konuşmasını sessizce dinledi. Kızın gözleri gencin yüzüne dikilmişti.

Altıyı yirmi geçe kadın cam kapıdan içeri girdi. Durup etrafa baktı. Adam yerinden kalktı. Kadın yavaş adımlarla ona doğru yöneldi ve iki Hintliye baktı. Hintliler gülümseyip sakince başlarını salladılar. Kadın gülümsemeden başını salladı ve sonra adamın yanına oturdu.”

“Adam kadına kısa ve komik bir olay anlatmak istedi. Bir keresinde kendisi Tahrir Meydanı’ndaki İzaviç dükkânında otururken müşterilerden birinin kaldırımda kalp krizinden öldüğünü, insanların müşterinin etrafında toplanıp onu gazetelerle örttüğünü ve dükkânın Yugoslav sahibinin heyecanla “Bu turizme zararlı.” dediğini söyledi.”

Mahalle Mektebi’nden Şiirler

Sarsak ve kuralsızdım tanrısız kurallar geliştirdik
Nar ağacının altında küf tutmuş kokuları bölüşüp yedik
Bir Akdeniz ölümünden habersiz nemli topraklar üstünde
Kökünden habersizler mezmuru gibi kıvrılarak baktık yarına
Benim adımı sordular senin siyah toplu tabancanı
Oturmadık kalktık ayakta kaldı kim hangi tanrıya
İnandıysa, derelerin şırıl şırıl aktığından bahsettiler
Vural Kaya

Yaralı bayramların mahçup anlatılarından, bahadır destanlarından
Yüksek volümlü bir ricatla çekiliyorum puslu kıtalardan
Utangaç bir vedadan başkası yakışmaz siperde saklı kalanlara
Sınırlar beyazların anlattığı yalancı masalları.

Bu, gemileri açık denizlerde vuran yenilginin hüznü
Umurunda etme beni, gözlerindeki resim gönendirir kederimi.
Burhan Sakallı

Ben seni ilk Hilal-i Ahmer’de gördüm
Yaralıydım ve köpek gibi ağlıyordum
Hücuma kalkmıştık naralar atıyorduk
Aklımda ince yüzün ve Balıkesir vardı

Bense son anda kurtulmuşum gömüldüğüm yerden
Yüzümde Ahmedimin yüzü varmış
Beni görenler alamamış kendini gülümsemekten
Kopmadığım yer kalmamış, kanımla çay içmiş Onbaşı Ömer
Kadir Korkut

Seninle sıradan bir hayatta
Bunalımlar çağına
Onursuz kuvvete içli söverdik
Durmadan ağlardık onlara ölüler demeden
Utançla bilirdik diri olmadığımızı
Yine de öğle yemeği yerdik
Anahtarları saksının altına koyup koyup
Alışverişe giderdik

Seninle sıradan bir hayat
Vehimsiz ve başıboş dolaşmaya benzerdi
Ve ben hiç şikâyetsiz yürürdüm
Ayaklarım su toplayana dek
Selver Yavuz

Aden bahçelerini aşıp bir garip rüyada
Kaç miraca şâhittir ruh-u Cebrail?
Ya da zahiren diyorum.
Kaç kez karşılaşılır yolda Yunus’la?
Bilemeden henüz,
üfürülüyor Sura.
Doyamıyor Cebrail
ve doyulmuyor Resulullah’a.
Süleyman Koyuncu

Bir şehri fethetmek gelmiyor içimden
Yanıma mutlaka çanta almalıyım
Dualar ediyorum -şarjım hiç bitmesinSaygı duyuyorum
Selam günaydın ve ünvanlar
Mezar taşına Latince Fatiha
Hüseyin Enes Ünal

Güfte Edebiyat, Sayı: 20

20. sayısı ile söze yeni büyüler katmaya devam ediyor Güfte Edebiyat dergisi. Heyecanı ve azmi derginin her sayfasında hissediliyor. Dergiden aldıkları güç ile yaşadıkları şehrin öyküsüne de güç katmaya devam ediyor Güfte Edebiyat ekibi.

Güfte Edebiyat için gönül rahatlığıyla bir öykü dergisi diyebiliriz. Bunda elbette Ayşe Ay ve Veli Ay’ın etkisi büyük. Bu sayıda da yoğun olarak yer alan tür öykü. Günümüz öyküsüne önemli bir katkı olarak görüyorum bu tercihi.

Dergiden yapacağım ilk paylaşım; Osman Özenbaş ile yapılan söyleşiden olacak. Şair Özenbaş, şiire ve sanata dair Fikret Yazıcıoğlu’nun sorularını cevaplamış. Şiir üzerine önemli notlar paylaşıyor Özenbaş. Ayrıca gençlere de mesajları var.

“Sanat, bütün disiplinleri ve türleriyle bir kurtuluşun kapısını açmaz, açamaz ve aralamaz diye düşünüyorum. Sadece, insanın birey olabilme sürecinde farkındalık yaratmasına katkı sağlar. Bu da beraberinde bir hatırlatmayı getirir ki, o hatırlatmaların, o yaşanmışlıkların toplamı yaşanmışlığın ifadesi olarak kendini gösterir.”

“Yormayan, anlaşılan şiirleri okumayı tercih ediyorum. Aynı zamanda temalı, hikâyesi olan daha edebi, daha estetize edilmiş olay ve konuları işleyen şiirleri okumak, merak ve öğrenme yolculuğuma da önemli katkılar sağlıyor.”

“Takip ettiğim bazı dergiler var, zayıf metinlerle karşılaştığım oluyor. Bunları yayımlamamak gerekir çünkü gelişimi engellenmiş olur bu durumda. Kimse bu anlamda cesaretlendirilmemeli. İşi yapana, yazana da çok sorumluluk düşüyor.”

Ruhunu Kaybedenler

İnsan, ruhunu kaybedince yaşamak denen menzil bir anda içinden çıkılmaz bir cendereye dönüşebiliyor. Ruh, insanı ayakta tutan en önemli güç. Değerler, kırmızı çizgiler ya da yaşamak bazen çok kırılgan bir tebessüm. Zeynep Kasap yazmış ruhunu kaybedenleri.

“Dükkân isimlerine bakınca anlayamıyorum. Kafamı uzatıp bakıyorum içeriye illaki. Ne satılıyor? Her tabela yabancı. Bazen içeri bakınca bile anlayamıyorum. Bu içecek nasıl bir şey? İçinde ne var? Ya bu yiyecek? Tatlı mı, tuzlu mu? Hem tatlı hem tuzlu diyor çalışan. Tamam, şu içecek olsun. Soğuk mu olsun sıcak mı? Sütlü mü, sütsüz mü? Laktozlu mu, laktozsuz mu? Meyvesi az mı olsun, çok mu? Küçük mü, orta mı, büyük mü? Bu kadar soru mu sorulur altı üstü bir içeceğe.”

“Uzatmış bacaklarını yola doğru birçok kibar abla. İnsan sevmem ben, deyip çekilmiş kenarlara mahallemizin delikanlıları. Geçemiyorum. Gitmek istiyor, gidemiyorum. Sevmek istiyorum, sevemiyorum. Anlamıyor artık dilimden kalbimden bu ülke, bu mahalle, bu kalbi temiz insanlar.”

Yazarlık Kurslarda Öğrenilebilir mi?

Kurs olmaktan çıkıp moda kıvamına geldi yazarlık kursuları. Hem ders veren hem de alan için geçerli bu moda hali. Belediyeler, vakıflar, dernekler için de bir reklâm yüzü görevi görüyor bu kurslar. Bu alanda da varız demenin sanatsal yönü diyebiliriz bana. Fatih Altınbeyaz, çok sık sorulan bir soruyu yineliyor; “Yazarlık Kurslarda Öğrenilebilir mi?” cevabını da ayrıntısıyla veriyor. Yerinde eleştirilerine tamamen katılıyorum.

“Yaratıcı Yazarlık Kursları ilk olarak ABD’de başladı. Iowa Üniversitesi’nde 1930’lu yıllarda ilk dersler verildi ve bu programdan mezun olup Pulitzer Ödülü başta olmak üzere çeşitli ödüller alan çok yazar vardı. Bugün Amerika’da birçok yazarın; yaratıcı yazarlık kurslarından, yaratıcı yazarlık yüksek lisans veya doktora programlarından mezun olduğu biliniyor.”

“İsim vermiyorum, bugün edebiyat dünyasında kurmaca yazmamış, kahraman yaratmamış, hikâye, öykü, roman üzerinde kalem oynatmamış insanların da yaratıcı yazarlık kursu verdiğini görüyoruz. Bu ne kadar doğru? Buradan eğitim alan yazar adayları o yazarlardan ne öğrenecek ne kadar verim alacak? Hiç kurmaca yazmamış, kahraman yaratmamış, romanın, hikâyenin, öykünün yükünü çekmemiş insanların yazarlık kursundan çok edebiyat eleştirmenliği kursu vermeleri daha mı uygun olur?”

Taşlar ve İnsanlar

Bülent Sevinç, taşlarla insanlar arasında kurduğu bağı anlatıyor yazısında. Taşların insanlara bıraktığı izler diyeceğimiz birçok silüet beliriyor yazıda. Taş deyip geçmemek gerek.

“Taş deyip geçmemek lazım. İlk atalarımızın evi, silahı, kalemi, defteri taştandır. Resmî tarih, yazının bulunmasıyla başlar ama insanlık tarihi taşlarla. Medeniyet taşlarla örülü kale duvarlarının arasında filizlendi, korundu, gelişti. Yeryüzü taşlar sayesinde yaşanabilir zemine ulaştı. Ucube gökdelenler, binalar, şirin evler taş tabaka sayesinde dikildi. Ferhat’ın aşkıyla parçalanan dağlarda onlar var. Sanal değerlerden anlamam ama hâlâ dünyanın en değerli varlıklarının inci, mercan, pırlanta… gibi taşlar olduğunu söyleyebiliriz. Yıldız kayması için küçükken bize: “Her insanın bir yıldızı var, ölümüyle yıldızı da düşer!” derlerdi. O yolculukta anladım ki esasında her insanın bir taşı, gövdesine göre bir kayası var şu hayatta!”

Güfte Edebiyat’tan Öyküler

Ayşe Ay- Şadiye Adında Bir Nehir

“Demek profesör oldun. Yakışmış. Yakışır dostuma! En iyi sendin. En iyimiz sendin. Her şeyi en çok sen bilirdin. Kantinde içtiğimiz çayların o gün iyi olup olmadığına bile sen karar verirdin. Bilirkişi. Sen gömülürdün en çok kitaplara. En okkalı lafları sen ederdin. Şair gibi konuşurdun. Yok, filozof gibi. Hiçbirinizi en adam yerine koymayan ben bile kabul etmiştim bunu.”

“Şimdi tramvayda Şadiye’ye yer verince sen, düşündüm de… Şu Konya’nın ortasından bir nehir geçse… Alaattin Tepesi’ni dolanıp dolanıp Türbe’ye doğru aksa… Adı da Şadiye olsa… Sana o nehirden bir yudum su nasip olmaz dostum. Sen o nehre bakarsın, bakarsın, bakarsın… Sadece uzaktan bakarsın. Ben ise dalarım. Boğulmaktan korksam da…”

Songül Uslu- Kırlangıç Uşağı

“Bebeği ona yakın bir yere bıraktım. Bebeğini hızla kendine çekti. Bana sırtını döndü. Bebeği emzirmeye başladı. Havada yapışkan bir nem vardı. Orman bize serinlik veriyordu. Uzandığım sandalyede o kara geceyi düşündüm.”

“Kalbim kaç yerinden kırıldı o gece, saymadım. Bu gece de ölmezsem bir daha ölmem dediğim için sabaha çıktığımda bir daha ölmeyeceğimi düşündüm. Sonra hiçbir şey olmamış gibi devam edilirdi belki, bilmiyorum. Hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını bir tek ben mi hissetmiştim, bilmiyorum.”

Huriye Emre – Yamalarımın Alt Bahar

“Salkım söğütler, saçlarını ırmağın ellerine bırakmış. Su, kalın dişli bir tarak gibi açıyor saçlarını. Söğüdün dalları heyecandan titriyor, utancından renkten renge giriyor yapraklar. O utancın üzerinde çocuklar koşuyor, serçeler yerden yüksek oynuyor, adımlar atılıyor, tekerlekler dönüyor.”

“Kuşlar gösterilerini bitiriyor. Uçuyorlar. Batıya… Kadın açıyor kollarını, kuşların ardından koşmaya başlıyor. Eteğindeki çaputlar da karışıyor rüzgâra. Dalgalı saçları, uzun al çiçekli elbisesi, simsiyah gözleri ve beyaz teniyle kadın, kuşlara karışıyor.”

Züleyha Yılmaz – Raskolnikov’un Acıları

“Bilmem kaçıncı kez sokağa bir araba yanaşıyor, ben yine her zamanki gibi sokağı izliyorum odamın küçük balkonundan. Geceden beri sürekli uyarıldığım için bugün oynayacağım piyese hazırlanıyorum. Başrolde ben varım fakat bu oyunda figüran gibiyim. Ama başrol tadıyla oyunu sonlandıracak da benim. Hem de tek hamleyle…”

“Her şeyin sonunda annemin beni uzun süre kendi hâlime bırakması, imalı imalı laf sokmalarla başlıyor. Hepsine o kadar çok alıştım ki! Sessizliğin tadını çıkarmak için kitabımı elime alıyorum, kız kardeşimin esir kampına gizlice eşya taşıması gibi odama getirdiği bir termos çayı da masama koyuyorum. Ama en güzel işte bu anlar oluyor, bir süre kimse beni görmek istemiyor, ben de kitaplarımla doya doya zaman geçiriyorum. İşte bir kız kurusunun günleri evde böyle maceralarla geçiyor.”

Suat Savur – Üveyiğin Kanadında

“Köşebaşında oturdukları için sabah trafiğinde arabaların yankılanan sesi açık pencereden evi dolduruyordu. Sabah kahvaltısından sonra mutfaktan yayılan kızarmış ekmeğin kokusu evi terk etmemiş. Büyük gelin mutfakta bulaşıkları yıkıyor. Televizyon kısık sesiyle kendi hâlinde… Bir an ne yapacağına karar veremeden ayakta bekledi. Kokusu odaya yayılan sabah kesilmiş nergis olmalıydı… Ama nergis zamanı değildi. Bir üveyik mi bıraktı önündeki vazoya? Salonda masanın üzerindeki mavi vazoya yerleştirdikleri gül demetine takıldı gözleri. İçlerinden birkaçı tazeliğini hafiften kaybetmiş olsa da yine güldü. Çiçeklerin en güzeliydi. Pembe olanını alıp derin derin içine çekti.”

Tuğba Boz – Mektup

“Çayını yudumlarken etrafına göz gezdirdi. Burayı seviyordu. Kimse bilmese de çocukluğu bu sokakta geçmişti. Oturduğu masanın tam karşısındaydı büyüdüğü ev. Şu anda her bir odasını turistlerin işgal ettiği bu butik otel, bir zamanlar yuvasıydı. Tarihi konak olduğu için pek bir değişiklik yapılmamıştı. Bir gün müşteri gibi girmiş bütün konağı gezmişti. Sonradan konulan eşyaları yakıştıramamıştı evine.”

“Oradan çıktığında acı acı gülüyordu kendi hâline. Kasaya kadar yorulması gerekmiyorsa demek gerçekten yaşlanmıştı. Kar yağmaya başlamıştı, elini cebine attı. Mektubuna sıkı sıkı yapıştı, babasının elini tutarmış gibi. Kaldırımda yetmiş yaşında yürüyen bir adamdı. Hayalinde babasının elinden tutmuş kar tanelerinin burnuna düşmesine gülüyordu. Postaneye girdi, mektubu memura uzattı. “Artık mektup mu kaldı amca?” der gibi baktı memur. Ama demedi. Amcayı tanımıştı. Adresi de ezbere biliyordu artık.”

Emine Tutu – Hani Bulutlar?

“Asılı kalan bir zamanda, bir adım uzaklaşamadığı, sanki yanı başında az önce gerçekleşmiş bir anıda; güneşin, kendisinin bir türlü ulaşamadığı bulutların arkasından sızmaya çalışan görüntüsü ile bu kadar gerçek olan bir hayalin kurbanı olmuştu. Saçlarına dokundu, nasıl olur da ıslak olmaz, tertemiz pak alnına dökülmez? Ellerinin toprakları da ıssız sokaklarda dökülmüş olmalı. Ya da yağmur, sesiyle yıkadı ellerini. Yağmurun sesini tarif edebilir mi ki? Bulutlarına ulaşmaya az kalmıştı. Şimdi gökyüzü de kayboluyor. Nereye gidebilir ki?”

“Böyle işte hep delirmelere ramak kala. Çocuğu da kaybettim, sokakları da, evleri de.”

Cəvahir Tanrıverdi – Ü R Ə K

“Bir az qarşıda çox bahalı bir maşın gedirdi. İşıqforda dayandıq. O da yanımızda. Əvvəlcə arxada əyləşmiş iki körpə diqqətimi çəkdi. Qorxu və göz yaşı içində qarşıda əyləşən qadınla kişiyə doğru irəli əyilmişdilər. Kişi və qadın arasında mübahisə getdiyi aydın şəkildə görünürdü. Bahalı maşın, bahalı geyim içində qorxu, göz yaşı və qəzəb vardı. Cəmi bir neçə saniyə içində kədərə qərq oldum.”

Hilal Uluğ – Suret Toplayıcısı

“Yüreğinden kabaran bir hararet dalga dalga yüzüne yayıldı. Yapma kalbim diyordu içinden. Şakaklarının kenarlarından akıp giden kendi suretini yerde görene kadar eli kalbinde bekledi. Geçecek zannetmişti beklerse. Kendisinden geçeceğini hiç hesaba katmamıştı. Tüm kasları bir anda çözülüp yere çömeldi. Suretiyle bakışırken üstüne yapışan her bir umut kırıntısına kabaran bir öfkeyle baktı. Onu terk etmişlerdi. Elleri öfkesine muhalefet eder gibi şefkatle gezindi ona ait kırışıklarda. Huzursuzca ileri geri sallanıyordu bir taraftan da. İçinde kırılan bir şeylerin sivri uçları batıyordu. Daha az acı çekmenin bir yolunu arar gibiydi. Ayağa kalktığında elleri iki yanda bomboş sallanıyordu.”

Esin Gülümser – Kıymık Parçası

“Sahi nerede kaldı Fatma ninem? Evde yoktu anlaşılan. Yoksa iki seslenmede çıkardı hemencecik çıkartmalığa, “Kim o?” diye seslenir; “Sen miydin kızım o? Durma orada, çık hadi yukarıya.” derdi bana… Anlaşılan evde yoktu. “Fatma nine! Fatma nine! Kurtar beni şu kafamdaki bitlerden Allah aşkına! Babam evde durmadan köpürüp duruyor. Git kafandaki bitlerini ayıkla gel bir an önce.” diye beni evden kovdu anlayacağın. Neredeysen çık Fatma nine yoksa beni bu akşam eve almayacaklarını söylediler.”

“Sağ ol Fatma nine, çok sağ ol… Allah razı olsun senden, iyi yapmışsın kızcağızı akşam eve göndermemekle, yoksa Allah bilir bugün çoktan kızı, o adamlara vermişti bile Hüsrev Efendi.

İnsanın hiç mi acıması olmaz kendi çocuğuna yahu, bu ne biçim adam, küçücük yaşta kızını evlendirmeye kalkıyor? Bu ne vicdansızlıktır!”

Güfte Edebiyat’tan Şiirler

Güneşle uyanmışlığın sessizliği içinde
Bir dilim ay parçası gibi yüreklerimiz.

Köprülerinden geçiyoruz
Caddelerinden, sokaklarından şehrin
Dur durak bilmeden geçiyoruz.

Doğurganlığı üzerinde tabiatın,
Sarı gözlü papatyalara
Takılmasa da gözlerimiz,
Yediveren gülleri ne kadar da
Rengârenk ve mağrur
Fikret Çelik

Gönül kırkıncı oda ömür metruk bir konak
ilk akşamdan baykuşlar tünemiş bacasına
saçağına sığınmış gün yorgunu serçeler
bağdaş kurup yayılmış baş köşeye yalnızlık
uykunun sarnıcına düşüp ıslanmış hüzün
erkenden sürgüsünü çekip kapatmış efkar
dış kapıya kapkara kilitler asmış melal

Bu kapının ardında bekler şafağa kadar
düş artığı özlemler gün yanığı arzular
ufkun solgun renkleri raks ederken camlarda
duvarlarda semaha kalkan yorgun gölgeler
ışıktan büyüsüne karışır sessizliğin
tutkunun rahlesinde yazgının kitabının
kan rengi mürekkeple çizilir satırları
Talat Ülker

Suya anlattım düşümü,
Şerrimi hayır eyledim.

Huzur-u Kibriya’da münferit bir kıyamda
Ellerimi açıp duaya revan eyledim.

Bitmek bilmeyen telaşıyla
Dünyadan firar eyledim.

Bir dervişin zikrindeki huşuyla
Bezm-i Âlemde tavaf eyledim.

Kırklara karıştı ruhum
Kanadı kırık bir kuşa şifa eyledim.
Gamze Kaya Uz

Kelimelerin güvenli sığınağıdır kalbim
İlk çiçekten makbul dualar kanatlansın
Göğümü saçlarından öpsün ay ışığı
Kâğıda düşen hece sırtımı sıvazlasın

Başımı dizlerine koyduğum o şiir,
Kubbesidir göğsümdeki asil şehrin
Cemreler sebepsiz düşmez bilirim
Bendeki çöl meftunu sendeki nehrin
Cihat Barış

Dilimin cümle kuraklığında kırık bir ayna
Gülüşlerimin yetimliğinde boş bir çerçeve.
Şimdi, acıkan her çocuk gibi
Şimdi, hatırlayan her insan gibi
Şimdi, sığınılacak her liman gibi
Çok üşüdüm ben
Anne ne zaman gelirsin eve?
Rıdvan Gümüş

Gördüm gözəlim səndə olan zövqü- səfanı
Bir yolluq unutdum çəkilən cövrü-cəfanı

Eşqin təməlindən qurulan göz sarayında
Məktəb mənə gizlində verib dərsi vəfanı

Canlar hamı bir gün gedəcək, sevgi yenilməz
Eşq olmasa bir canda, olurmuş necə fanı
Oruc Dadaşi Elman

Ay Vakti; Sayı: 212

Ay Vakti dergisi 212. sayısının kapağına yakın zamanda aramızdan ayrılan D. Mehmet Doğan’ı ve Nazif Gürdoğan’ı taşıyarak çıktı. Dosya olarak ele alınmış iki güzel isme Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Ay Vakti vefayı baştacı eden dergilerimizden. Birçok kez gönüllerde yer eden isimleri sayfalarına taşıyarak dualara vesile olmuştu. Doğan ve Gürdoğan, düşünce aksiyon insanı olma özellikleri ile bir nesli inşa eden önemli isimlerdi. Gönüllere dokunan, varlıklarıyla bulundukları yere güç veren bu iki değerimiz, her zaman hatırlanmayı hak edecek izler bırakmıştır. Ay Vakti’ni bu hassasiyetinden dolayı tebrik ediyorum.

Dosyadan…

Şeref Akbaba – İki Münevver

“Eserin kalıcılığı estetik, dil ve yapısal bütünlük ile alakalıdır. Dilin doğru ve etkili kullanımı anlatım gücünü artırır, metin ve okur arasında sıcak bir ilişki kurar. Dilin imkânlarını ustaca kullanan yazar, işlediği konular üzerine yeni anlamlar inşa eder. Metindeki kelime zenginliği, üslup ve derli-toplu metinler eseri güçlü kılar, okurla bağı güçlendirir. Bu bağlamda eserler kaleme alan, kültür ve dili önemseyen iki değerli münevverimizi sonsuzluk âlemine yolcu ettik. Sadece yazmadılar, mücadele ve müdahale ettiler.”

Mustafa Özçelik – Evvel Gidenlerin Hatırasına

“Mehmet Doğan, batılılaşma yıkımı karşısında örnek alınması gereken şahsiyet olarak Akif’i öne çıkardı. Bu büyük ölçüde hocası Nureddin Topçu’nun ona yüklediği tarihi bir görevdi.”

“İşte Mehmet Doğan da tıpkı hocası Nurettin Topçu ve izini sürdüğü, mücadelesini yürüttüğü Mehmet Akif gibi bir karakter abidesiydi. Çok çalışkandı, zorluklardan yılmayan bir ruh taşıyordu. En bariz vasıflarından biri de konjonktüre göre hareket eden biri olmamasıydı. İnandığı doğruların peşinde eğilmeden bükülmeden koşan bir insan oldu.”

“Mehmet Doğan gibi Yakup Ömeroğlu da şahsen tanıdığım, dostluk kurduğum bir isimdi. Mehmet Doğan’la olduğu kadar uzun beraberliklerimiz olmasa da yine pek çok platformda birlikte olduk. Kurduğu derneğin üyelerinden biriydim. Türk Dünyası Vakfında birlikte görev yaptık. Kırım’a birlikte gittik. Yaptığı bir radyo programında Yunus Emre’yi konuştuk.”

“Nazif Gürdoğan’la hemşeri idik. Fakat Eskişehir’de değil İstanbul’da yaşıyordu. Bu yüzden çok sık münasebetlerimiz olmadı. En somut birlikteliğimiz kurucuları arasında bulunduğu “Mavera” derginde oldu. Bu dergide ikimizin de yazıları yayımlandı. Bir başka dergi münasebetimiz de rahmetli Esat Coşan’ın çıkardığı “İslam”, “Kadın ve Aile”, “İlim ve Sanat” dergileri vesilesiyle oldu. Orada zaman zaman yazılar yazdım. Bunlar onun talebi ve teşvikiyle gerçekleşti.”

İsmail Kıllıoğlu – Nazif Gürdoğan

“Öte yandan Nazif Gürdoğan, yayınlamaya başladığı ilk yazılarında, 60’lı yılların sonlarında siyaset alanında ortaya çıkan bir hareketin etkilendiği bir kaynağa işaret etmiştir. Bu yazıları “Görünmeyen Üniversite” başlığı altında yayınlaması önemli sayılmalıdır. Sadece bu çalışması bile, onun, insana ve topluma karşı bir yazarın sorumluluğunun bilincinde olduğunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kuşkusuz, kişisel ilişkilerinde, yaşayışında gözettiği değerlere bağlılığında, inanmış içten bir kişiliğin örneklerini bulmak, onları vurgulamak da ayrı bir niteliğini gösterir.”

Şaban Sağlık – ‘Görünmeyen Üniversite’nin Görünen Yüzü: Ersin Nazif Gürdoğan

“Her aydın kendi kültür ve medeniyetinin nereden gelip nereye gideceğine dair fikirler üretir. Bu manada kültür ve medeniyette bir “devamlılık” da vardır. Bu durum kültür dilinde “Bayrağı bir önceki kişiden devralıp taşımak” şeklinde ifade edilir. Ersin Nazif Gürdoğan da bu manada Cahit Zarifoğlu’nun yaptığı şu benzetmeyi sıkça anar: Mavera dergisi ve Yedi Güzel Adam’ın temsil ettiği hareket köklü bir “ağaç”tır. Bu ağacın kökü Necip Fazıl’dır; gövdesi Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil’dir; dalları ise Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, M. Akif İnan, Ersin Nazif vd. dir.”

Necmettin Evci – Dil, Fikir, Kültür Davamızın Müstesna Münevveri

“Doğan’ın dil alanında her türlü takdiri ziyadesiyle hak eden en mühim eseri elbette ‘Büyük Sözlük’tür. Bu lügat, evvela yıkıcı saldırı ve darbelere hedef edilmiş dil evimizin, savruldukları yerde unutulmaya terk edilmiş yapı taşlarını yani kelimeleri derleyip toparlamış, gücünün ve imkânının elverdiği ölçüde onların yitip gitmesine mani olmuştur. Hazırlanışı sabırlı bir çalışmayla neredeyse yarım asırlık bir süreye yayılan ‘Büyük Sözlük’, hakikaten dil ve kültürümüz için muazzam bir imkân ve kaynak, böyle olduğu için de varlığımızın teminatı olmuştur.”

Salih Uçak – Dil Meselesi ve D. Mehmet Doğan

“D. Mehmet Doğan göre, dili yitirildiğinde medeniyet ufukları da kaybedilir. Şehir kimliğinin kaybolması, sahih Türkçeyle konuşup yazmanın azalması, yeni neslin dil hassasiyetinden uzak olmasını eleştirir. Bu, biraz da hayıflanma ve sitemdir. Felsefe ve bilim dili olarak Türkçenin çok daha güçlü olacağını ifade eder. Aydınların komplekse kapılmadan Türkçe konuşup yazmalarını önemser. Kelimelerle mutabakatımızın sağlam olması gerektiğini, konuşurken ve yazarken tabiilikten uzaklaşmamayı salık verir.”

Prof. Dr. Mustafa Kara – Hicri 15. Asrı Kutlama Toplantısından Ahmet Hamdi Tanpınar Bilgi Şölenine: Mehmet Doğan

“Birlikte olduğumuz son toplantımız ise 14- 15 Aralık 2022 tarihinde Bursa’da Türkiye Yazarlar Birliğinin Yıldırım Belediyesi ile birlikte gerçekleştirdiği “Bursa’da Tanpınar Zamanı Bilgi Şöleni” oldu. Onun Türk Cumhuriyetlerine son gidişi geçen sene Kasım ayında gerçekleşmişti. Bu seyahate beni de davet etmişti. Mazeretimi söyleyince “Mustafa’cığım,bu fırsat kaçmaz” demişti. Gidebilseydim son hatıralarımız o topraklarla birlikte anılacaktı. Nasip…”

Ferman Karaçam – Münevver Bir Derviş: Ersin Nazif Gürdoğan

“Nazif Ağabeyi yakından tanıdığım İlim ve Sanat Dergisi ise sadece cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin değil, pergelin sabit ucu ‘80 darbesi sonrasında olmak üzere, Müslüman dünyanın geleneksel bilgi, kültür ve sanat alanındaki çalışmalarını entelektüel bir perspektiften geçirerek sunuyordu. Nazif Ağabeyi; Yusuf Yazar’ın yayın yönetmenliğini, benim de yayın müdürlüğünü yaptığım bu derginin yayın kurulunda görev yapıyor, ayrıca özellikle iktisadi konularda yazılar kaleme alıyordu.”

Recep Garip – Edebiyat, Mavera ve Nazif Gürdoğan

“Yedinci Güzel Adam Nazif Gürdoğan, edebi metinler kaleme alan, ufuk açan ve insanın seçkin bir varlık olduğuna dikkatleri çeken bir ustadır. Ekonomi, iktisat ve finans konularında toplumun ihtiyaçlarına ve inançlarına uygun gördüğü katılım bankacılığına da öncülük etmiştir.”

Şakir Kurtulmuş – D. Mehmet Doğan’ın Gazeteciliği

“D. Mehmet Doğan’ın gazetelerde yazdığı yazılarının dil, kültür, tarih ve siyaset çerçevesinde odaklandığı görülür. Gazetelerde günlük yazı yazmanın güçlüğünü yazanlar çok iyi bilir, gündemden uzaklaşmadan asıl meseleleri gündeme taşımak kolay iş değildir. D. Mehmet Doğan hem gündemi iyi takip etmiş hem de kültür, dil bağlamındaki yazılarına ara vermeden devam etmiş usta bir yazardır.”

Prof. Dr. Rıdvan Canım – D. Mehmed Doğan ve Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri

“Türkçe’nin uluslararası şiir şölenlerinden 12’sinin 7’sinde kendisiyle muhtelif ülkelerde beraberdim. Son yurt dışı seyahatlerinde de Özbekistan ve Azerbaycan’da beraber olmuştuk. Bu seyahatte iyice nükseden rahatsızlığı hepimizi çok çok üzmüştü. Mehmed Âkif’i gönülden sevenlerden biri idi. Sanırım bunun içindir ki rahatsızlığına rağmen Âkif’i anma programları için Özbekistan ve Azerbaycan’a gelmişti. Âkif’in karakterinin ona yansıdığı kanaatindeyim.”

Mahmut Bıyıklı – Birliğe Adanmış Bir Ömür!

“Mehmet Doğan’ın bir medeniyet perspektifiyle hareket ettiğini, bir idealin peşinden koştuğunu iyi biliyoruz. Onu milletimizin bağrına basması daha çok bu yönüyledir. Her türlü bölücülüğe karşı olan Doğan’ın birlik olunarak rahmete ulaşılacağına dair inancı tamdır.”

Özcan Ünlü – Önden Giden İki Atlı: Nazif Hoca, Mehmet Abi…

“Siyasal Bilgilerde Basın Yayın okudu. O yüzden gazetecilik hep birinci işi oldu. Sonraki yıllarda uzun süre gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Yazılarında da Batılılaşma İhaneti’nde başladığı mücadelesini sürdürdü. Yunus Emre’yi, Şeyh Galib’i, Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı referans alarak yürüdü düşünce yolunda. Türk Tarih Kurumu, Dergâh Yayınları, TRT… Hangi kurumda olursa olsun taviz vermedi inandıklarından. Hatta kılığından kıyafetinden…”

Mustafa Uçurum – Ersin Nazif Gürdoğan’la Hicaz’dan Endülüs’e

“Nazif Gürdoğan, edebiyat ve düşünce dünyamızdaki varlığı ile hem hoca olarak hem de dava adamı kimliği ile insan yetiştirme anlamında medrese gibi kendini bu uğurda vakfetmiş güzel adamlar içinde bir güzel değerimizdi. Okuyan, yazan, anlayan ve anlatan bir şiarı ömrü boyunca kuşanmış olan Gürdoğan’ın birçok derginin ağustos sayısında yazısının olması onun ne kadar azimli ve disiplinli bir çalışma hayatının olduğunu bizlere göstermekte.”

Mustafa Özel – Mehmet Doğan’ın Gözünden Mehmed Âkif

“Mehmet Doğan’ın Mehmed Âkif’e olan ilgisini görmek bakımından bir noktaya daha değinmek gerekmektedir. Biraz önce şair hakkında tek parti döneminde suskunluğun hâkim olduğuna işaret etmiştik. Çok partili hayatla birlikte şair hakkında konuşulur, yazılır bir ortam oluşmuştur. Ancak sivil bir renk taşıyan bu hareketlilik, devlet ve resmi organlar nezdinde pek ilgi görmüyordu. Bir kurum gerekliydi Mehmed Âkif’i anlamak ve anlatmak için. Bu sebepten Mehmet Doğan, Türkiye Yazarlar Birliği’ndeki bir grup arkadaşıyla 1984 yılında Mehmed Âkif Ersoy Fikir ve San’at Vakfı’nı kurmuşlardır.”

Halit Yıldırım – Batılılaşmanın Karşısında Duran Mütefekkir: D. Mehmet Doğan

“Doğan’a göre Tanzimat döneminde Mustafa Reşit Paşa ile başlayan Batılılaşma hareketleri ve adına reform denen yenilikler,cumhuriyet döneminde yapılan devrimlerin de öncüsüdür. Yapılanlar milletin değerleri ile asla ve asla bağdaşmadığı gibi yeni yıkımlara ve tahribatlara da neden olmuştur. Ancak yapılanlar öyle güzel servis edilmiştir ki “ömürleri devlet ve millet düşmanlığının müşahhas örnekleri ile dolu şahsiyetler “kahraman”, ömrünü imanı, milleti ve devleti yolunda tüketenler ise “hain”dir artık.”

Murat Onaran – Bir Bilge İnsan; Nazif Gürdoğan

“Prof. Dr. E. Nazif Gürdoğan’ın bilim, sanat ve edebiyat dünyasına katkı serüvenine baktığımızda, inanılmaz cevherleri yeryüzüne çıkardığına şahit oluyoruz. Gürdoğan’ın akademik kariyerine, araştırma alanlarına, yayınlarına ve profesyonel etkilerine odaklandığımızda, onun bilimsel topluluk içindeki rolü ve akademik alandaki etkilerini fark etmemek mümkün değil.”

Sevba Abdulla – Mehmet Ağabeyime Rahmetle…

“Balkanlarda yaşadığımız en büyük imtihan büyük göçlerle eşrafımızı, alimimizi, sanatkarımızı kaybetmemiz oldu. Bizim topraklar medeniyetimize büyük değer kattı, büyük isimleri yetiştirdi. Mehmet ağabey bana hem kaybettiklerimizi hem de yeniden neleri inşa edebileceğimizi bizzat gösterdi. İnşallah hayatım boyunca Mehmet Akif, Fettah Efendi, Mehmet Doğan ilişkisini Rumeli ve Anadolu ilişkisinin tezahürü olarak görüp her daim var gücümle bunu ete kemiğe büründürmek için yollarda olacağım.”

Fahri Tuna – Türk Dünyasının Kültür(e) Bakanı; D. Mehmet Doğan

“Ama bir adam çıktı, Ömrüm Ankara’yı yazdı. O adam bize Ankara’yı sevdirdi. Ben o kitaptan sonra Ankarasever olmuştum artık; her Ankara’ya gidişimde TaceddinDergâhı’na selâm veriyor, Hacı Bayram’da muhabbeti telezzüz eyliyor, eski Ankara sokaklarında huzuru teneffüs ediyordum. Artık Ankara daha bizim, daha bizden, daha bizceydi! Aslında biz de Ankaralıymışız da haberimiz yokmuş. O kitabın yazarı da D. Mehmet Doğan’dı. Bizi Ankaralı yapan adamdı o!”

Hayal Bilgisi, Sayı: 54

Hayal Bilgisi dergisi 54. sayısına da iyiliği ve güzelliği çoğaltarak ulaştı. Bir derginin istendiğinde nelere vesile olacağının en güzel kanıtıdır Hayal Bilgisi. Emeği geçenleri canı gönülden kutluyorum.

Dergiden yapacağım ilk paylaşım; Hakan Çelebi’nin İnsanın Kendini Bulma Serüveni: Aşk isimli yazısından olacak. Herhalde dünya üzerinde adına en çok yazı, şiir, şarkı yazılmış duygudur aşk. Her ne kadar aşkın halleri geçen zamanla birlikte masumiyetini yitirse de sahih bir aşk kişiyi onaran bir yapıya da sahip.

“Bir kitabı okurken bir cümlesine takılıp hayallere dalıyorsanız, bir film izlerken bir sahneye takılıp tekrar tekrar izliyorsanız ya da yıllarca dinlediğiniz bir müzik ilk defa size farklı anlamlar ifade ediyorsa bu kutsal hediye size de uğramış demektir. Yazılan romanlarda, aşk hikâyelerinde ve aşk şiirlerinde bu duruma birçok tavsiyelerde bulunulmuştur. Büyük usta Yaşar Kemal “İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez.” der. Özellikle sevdiklerimize bir dakika bile geç geç kalmamak dileğiyle…”

Dergi Delileri

Mahmut Bıyıklı, bir dergi güzellemesi ile Hayal Bilgisi’nde yer alıyor. Dergi işine bulaşmayı divanelik, delilik olarak nitelendiriyor Bıyıklı. Eleştirisi de var övgüsü de var dergi alemine. Dergi çıkarmak delilik midir? Cevabı yazıda.

“Her dergici deli midir? Kriterleri var mıdır? Bence vardır. Mesela ilk sayıyı çıkarıp ortamı gördükten sonra bu şartlarda dergi çıkmaz arkadaş diyenlere deli demek mümkün değildir. Sayılar arttıkça delilik oranı yükselir. İşi on sayıya kadar vardıranlar delilik başlangıcındadırlar. Kırk sayıya kadar direnenlerde de delilik emareleri sıklıkla kendisini gösterir. Herhangi bir gruba ya da sermayeye yaslanmadan Türkiye şartlarında birisi kırk sayıdan sonra bile dergi çıkarmaya devam ediyorsa tanı kesindir o kişi kesin delidir. Az da olsa üç yüzüncü sayıya dört yüzüncü sayıya ulaşanlar vardır ki onlara rahatlıkla zır deli diyebilirsiniz.”

Şakir Kurtulmuş’un Günlükleri

Şakir Kurtulmuş, günlüklerini yayınlamaya devam ediyor. Tarihe not düşülüyor bu günlüklerle.

02 Eylül 2017 Cumartesi – Haseki

“Üstat Sezai Karakoç’la parti binasında bayramlaştık. Bayramlarda geleneksel hale gelen bayramlaşma programı vesilesiyle üstadı bir kez daha dinleme imkânı bulduk. Çok sakin, tane tane konuşuyor. Önce meselelerimize genel bir çerçeveden bakıp değerlendiriyor. Bunları nasıl çözebiliriz, neler yapmalıyız şeklindeki sorulara cevap veriyor ama daima umut aşılayarak sürdürüyor sohbetini.”

21 Haziran 2018 – Fatih

“Fatih Camii böyle bir cenaze namazına şahit oldu mu bilmiyorum. Kalabalık olacağını tahmin ederek ezandan önce gelip caminin içine gireriz diye düşünürken, cenaze kapısı diye bilinen kıble tarafındaki kapıdan ön avluya bile girmek mümkün değildi. Güvenlik güçleri avlu dolu olduğu için oradan girişi yasaklamışlardı. Arka tarafa yönlendirdiler. Fatih’in türbesinin bulunduğu arka taraftaki kapıdan girdiğimizde avlunun dolu olduğunu gördük ve çimenlerin üzerinde namaz kılabileceğimiz bir yer bulabildik. Abdulmetin hocam, ümmetin acısını acı bildin, onlara Kuran’ı gösterdin, onu anlattın, namaza davet ettin, iyi yaşadın, şahidiz. Bizse senin cenaze namazını bile layıkıyla kılamadık. Hakkını helal et.”

Neyi Kaybettiğimizi Bilirsek Doğruyu Arayabiliriz

Neyi kaybettiğini hatırla diyor ya İsmet Özel, böylesine derin ve anlamlıdır kaybedilenlerin farkına varmak. Hataların tekrarlanmaması için bu önemli bir adımdır. Zeyneb Gür, Neyi Kaybettiğimizi Bilirsek Doğruyu Arayabiliriz diyerek yaklaşıyor meseleye. Hayattan ders almakla ilgili bir durum bu.

“Dünden kalma sevgilerim artık bayağı hissettiriyor. Kurumuş çiçeklere ve vişneçürüğü kokulu tütsüye tahammülüm gitgide azalıyor ama yerine ne koyarım, inan bilmiyorum. Kütüphanenin asma katında mahsur kalan topal bir kediyi kurtarmak üzerine bir öykü yazıyorum. Kuraklık sonucu suyu değişen ve hastalanan balığımı belki son kez fotoğraflıyorum. Küçük kardeşimi saçları bu kadar uzunken belki son kez göreceğim, ben uzaktayken kısaltacak biliyorum. Siyah beyaz filmim bitmeden seni de fotoğraflamak istiyorum. Tüm bunlara ağlıyorum.”

Berat Zarifoğlu ile Söyleşi

Cahit Zarifoğlu’nun eşi Berat Zarifoğlu ile bir söyleşi yapmış Erdal Şahin. Van’a, Zahit Zarifoğlu’na, edebiyata dair sıcak bir sohbet Hayal Bilgisi okurlarını bekliyor.

“Evet, anlatılanlar doğrudur. Rasim Özdenören aracılığıyla Cahit Bey’le tanıştık ve evlendik. Rasim Bey ve eşi Van’a babamı ziyarete gelirler ve bizde kalırlardı. Maraş’a döndüklerinde Cahit Bey’e, “Hocamızın bir kızı var, ne düşünürsün” demişler. Cahit Bey de hiç görmeden kabul etmiş.”

“Bebeklerken çocuklarla konuşur, bir şeyler anlatırdı, çocuklar da babalarını çok severdi. Bunca yoğunluğa rağmen hafta sonları muhakkak beraber çıkar, güzel vakit geçirirdik, bizi hiç ihmal etmezdi. Yine de yazarlığının zor yanları vardı, çok yoğundu, memuriyeti dışında Akabe Kitabevi’ne uğrardı her gün, gelince de yazar, okurdu.”

“Cahit Bey çok iyi bir eşti.. Ben de ona çok kıymet veriyordum, evin reisiydi.. Evlendiğimde yaşım küçüktü, elimden gelenin en iyisini yapıyordum. Saygım, sevgim ve hürmetim vardı. Kendisi de bana karşı hep çok ilgili, merhametli, zarifti.”

Hayal Bilgisi’nden Öyküler

Ahmet Hamdi Çınar – Kemere Köprüsü

“Uçsuz bucaksız mavi bir teknede giderken ömrüm, yanı başımda dağ gibi güçlü, kıyılar gibi suskun duran babamı dinliyordum. “Amasra-Bartın Limanı arasında bir bölgeye gidiyoruz. Kimse bilmez burayı. Biz burada zıpkınla levrek avlayacağız.” dedi. Babamın dedesinden bu yana balık işiyle uğraşsak da babamla ilk defa balık tutmaya çıkıyorduk. O yüzden daha önce kimseyle gitmediği bir yere benimle gitmesi önemliydi. Çünkü sevgi, seni seviyorum demekten daha büyük bir duygudur.”

Arif Onur Solak – Düğünde Son Karşılaşma

“Anası işimin garanti olmadığını önümüze büyük bir bahane olarak sunmuştu. Esnaflığımın yarın bir gün, Allah göstermesin, bir krizin ortasında kalırsak yuvamızı dara düşüreceğiyle ilgili uzun bir nutuk çekmişti. Halbuki severdim annesi Behiye teyzeyi. Bir serin ikindi vaktinde dükkâna sırf bu planlanmış nutku çekmeye gelmişti. Oysa ne kadar sıcak bir ‘hoş geldiniz’ ile karşılamıştım. Behiye teyze iki dudağının arasından çıkan bu ağır yumruklarla beni nakavt ettikten sonra bir şey olmamış gibi çıktı öylece.”

“Kapının önüne, açık havaya çıktıktan sonra sigara içenlere ayrılmış olduğu belli olan, küllüğün yanına geçtim. Sigara içip eve öyle geçeyim diye düşünürken ansızın “Affedersiniz, ateşiniz var mı?” diyen sese döndüm. Sırtım dönük olduğu için tanıyamadı demek. Bir an göz göze gelip başımızı öne eğmek zorunda kaldık Beyza’yla. Hiçbir şey demeden uzattığım çakmakla sigarasını yaktıktan sonra teşekkür ederek geri verdi. Rica etmedim, yalnızca sırtımı duvara yaslayıp karşıya bakmaya başladım. Ne uzaklaşabildik ne de başka bir şey. Öylece ne yapılacağını bilemediğimiz saçma sapan bir durumun içinde kalakaldık. Garip hareketlerle durumun verdiği aşırı rahatsızlıkla kıvranıp duruyor ama hiçbir şey yapamıyorduk.”

Erdal Şahin – Annemin Sandığı

“Bir de annemin sandığı vardı tabi. Üzerinden yarım asır geçmiştir, hâlâ annemin odasında, üzeri el nakışlı etamin kumaşla kaplı duruyor. Ceviz ağacından yapılmış koyu kahverengi boya ile boyanmış annemin sandığı.. Annemin anlattığına göre evlendiği zaman rahmetli babası şehre gelip bu sandığı almış ve sandığın içini ilk evlendirdiği bu kızı için tıka basa elbise ve o günün şartlarında çeşitli ihtiyaç malzemeleriyle doldurup, çeyizlik hediyesi olarak kızının evinin yolunu tutmuş.”

İlkay Coşkun – Üç Kafadar

Kim bilir belki de bu üç kafadar hayatın ne bir düğün ne bir yas, sadece bir iş günü olduğunu evvelinden öğrenmiş olmalıydılar. Belki de hayatın yük olmadığını gördüler de bu ağır yükü taşımaya hiç yeltenmediler. Üçünün dostluğu saçlarına göre tarak olmuştur belki de. Bundan kelli bin bir mihnet ve yaşam kavgasından beriydiler. Üç arkadaşın hikâyesi takıntıları, aldıkları yaralar ve birbirini anlamanın teşmil gücünde saklıydı. Ya da bu üç arkadaşın aynı kıza âşık olmalarından doğan yara ve anıların memelerinden beslendikleriyle kalmalarıydı. Kalbe odaklı ve içe dönük bir arkadaşlık merkezinde yaşadıklarıyla…”

Nigar Nas Kocabaş – Köprü

“Annem göründü köprünün alt kısmında, az daha yaklaşıp durur şimdi, aklı başında kadın, bir de beni darlamasa. Kız çantasını çıkardı omzundan, köprünün korkuluğuna dayadı, içinden bir şeyler çıkaracak, karıştırıyor. Biz kadınlar niye küçücük çantalarda bile bulamayız aradığımızı? Oo hatun çantasından sigara çıkardı, hah tamam şimdi oldu. Annem de geri dönüyor, anladı tabi. Efkâr dağıtmaya gelmiş, köprüden dağlar çok güzel görünür, efkâr dağıtmaya gelen çok olur, sigara içip dumanını dağlara doğru savuran. O duman gerçekten uzaklaştırıyor mu acaba dertlerini insanların. Plasebo etkisi bence, alışkanlık, başka numarası yok. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı, dertli bu hatun, çaresiz, yalnız. Dedim ya sevmem aslında sigara içenleri ama bu içsin, cidden, bu kadar uzaktan bana sirayet etti hüznü.”

Merve Nâsır – Zulmet

“Kâğıtta yazanları tekrar tekrar okudu öğretmen. Karşılaşmaktan endişe ettiği ancak karşılaşacağından da bir o kadar emin olduğu manzarayla şimdi baş başaydı. Sezgi yoluyla varlığını öngördüğü o karanlık memba, bilfiil karşısında duruyordu işte. Karmakarışık hislerle bulandı yüreği. Gördükleri içini sızlattı çünkü derinlik, tahminin epey üzerindeydi. Yine de talebesinin kendini bu kadar mükemmel bir şekilde ifade edebilmesi, gururlandırmıştı onu. Kendisinin aksine, çok uzak da olmayan bir gelecekte, delikanlının ışıkla barışmasını ve kendi gibi hisseden “ötekilere” ışık olabilmesini diledi, zulmette çürümeye terk edilmiş olan tüm kalbiyle.”

Hayal Bilgisi’nden Şiirler

yerini arıyoruz titreyen parmaklarımızla
silah gölgesinde kaybolan şehirlerin
kudüs nerededir beyrut nereye düşer
doğu türkistan kimin yurdu
karabağ’da kandan nehirler ağlarken
atlas bir dağ oldu da önümüzde
onu aşamadık
Akif Dut

her güzelin solduğu
bir ananın öldüğü yaştayım
elimde kıstas
sevgileri bir bir tartarım
ne yazık
çok yanlış topraklardayım
çocukların yandığı, kedilerin üşüdüğü diyardayım
Betül Sever

benim canım yanmıyor artık
acı eşiğim, üç yeşil mum dikiyor vebal grafiğime
konum bildiriyorum
evvela iyilik yaptıklarım
tam isabet, kırın kalbimi
görmezden gelin
üstümdeki kırılabilir etiketini

yeri gelmişken bir tweet aşk eyleyeyim zalime
ucundan tutunayım modern direniş edebiyatına
Cihat Albayrak

ben bu ölgün yüzleri sanki hatırlıyorum
gözüne girmek için farklı sebeplerim var
ağzımdaki baklanın çıkmaya niyeti yok
eksiğim de bu zaten sövmeyi bilmiyorum
şartlarım elverişli değil diğer taraftan
eve gitmez her vakit sıkılıp benden biri
kimse sürmez ekmeğe içimi katık etsem
şimdi söyle bakalım fehmettin mi şiiri
Ercan Sağlam

geç kalınma riski yok, yok yere telaşlanma
sen nerede olursan melek orda olacak
istif etme kalbine ağır gelen şeyleri
acılar, mutluluklar, kurulan pembe düşler
nasılsa gün sonunda her biri kaybolacak

bizim değil gölgemiz, gölgenin kendisiyiz
asıl çok uzaklarda o an gelip gösterir
hiç farkında olmayız saatin durduğunun
zemin çekilir birden boşluğa savruluruz
ömrü sayan rakamlar gün ışığında erir
Mehmet Osmanoğlu

ümitsiz ve savaş ortasında bir gencin gömleğine kıvrılarak
soluk renkli elbiselerimle uyuyakaldığım bir akşam

babamın dolabın bir köşesinde unuttuğu
gömleğinin cebinde kalmış bir mektupla
kanıyor gençliğim yine bu akşam
Muhammet Furkan Demiradam

bizi Allah’a şikâyete giden
çocuklar geçti dünyadan

yıkıldı hayal burcu
yarıldı gam denizi

nisyan yanımızı ıslatmadı
sabrın feryadını haykırırken
mavi gömleğiyle asuman

kapattık kulağımızı çağlayana
suyu kalıba koyduk
çeşme dedik adına
Mustafa Işık

ey kadran, kim giydirdi üzerine sayıları
saniyede kaç kurşun dizmeyi hangi kalemden öğrendin
ben kâğıtlara yazılmış her şiirin mahkemesinde
zamanın ölüm kokusunu taşıdım
gecelere ısmarladım karanlık kelimeleri
eskidim düşüncelerim gardiyanlık yaparken
mevlana’dan öğrendim semanın rengini
yine de tanımıyor hiçbir çiçek yüzümü
günler, saati duran mezar taşları gibi bakarken yüzüme
ölgün topraklar kolluyor penceremi
korkuyorum yanlış bir zamanda göz göze gelmekten
korkuyorum bir gün vedasız gitmekten
Semih Çar

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir