Edebiyat Ortamı, 100. Sayı

Edebiyat Ortamı dergisi 100. sayısına ulaştı. İstikrarlı, geçmişte yaptığı işlerle iz bırakan, sayfaları arasında birçok gencin yetişmesine olanaklar sunan bir dergi Edebiyat Ortamı. Uzun yıllar hazırladıkları şiir, öykü yıllıkları; yayınevi ile birçok şair ve yazarın kitaplarını okuyucular ile buluşturması, hazırladıkları dosyalar ve daha birçok özel çalışma ile adına yakışan bir yer edindi dergi. Ben nice 100 sayılar diliyor, dergiye emeği geçen herkesi canı gönülden kutluyorum.

ÖzgürFilistin (Gazzeve Soykırım) Soruşturması

Edebiyat Ortamı’nda geniş kapsamlı bir özgür Filistin dosyası hazırlanmış. Soruşturmadan paylaşımlar yapacağım.

Abdullah İpek (Yazar)Bu soykırım aslında Aliya’nın da dediği gibi Batı hiçbir zaman uygar olmadı, olmayacak da gerçeğini haykırıyor. Onların hak ve hukukları ancak kendi milliyet ve inançlarından olanlar içindir. Kendi menfaatleri neredeyse oraya dikilip durmuşlardır. Buna en güzel örnek Rus- Ukrayna savaşı gösterilebilir. Ukrayna’daki savaş mağdurlarına gösterilen hassasiyetin zerresi Gazze halkı için gösterilmedi, gösterilmeyecek de… Bir şeylerin değişmesini çok isterdim ama şuan ki gözlemlerim uzun bir süre daha bu ölü toprağıyla yaşayacağımız gösteriyor.

Prof. Dr. Ali Arslan Türkiye’deki okur-yazar, gazeteci, sporcu, aydın ve sanatçıların büyük çoğunluğu hür ve insani bir anlayış ortaya koyamamıştır.

Ali Ural – Büyük bilgisizlikler, büyük yanılgıları tetikliyor. Bir Türkün “Bizim Filistin’le ne işimiz var,” diyebilmesi için bu bilgisizliğin bir parçası olması gerekir. Yüzeysel bir tarih bilgisiyle dahi bu cümleyi kuramaz insan. Bununla beraber aynı kişiye bu ülkenin değerleriyle ilgili bir soru sorsanız ağzından tek bir olumlu cümlenin çıkmadığını göreceksiniz. Bir mankurttur o, ait olduğu topraklara ait hissetmeyen kendini.

Ali Yalçın– Gazze’deki soykırıma karşı Türkiye’de ve Batı’da verilen tepkileri mukayese ederek bizde ya da onlarda daha adil, daha net, daha sağlam tavırlar gösterildi demek kategorik olarak indirgemeci bir yaklaşım olacaktır. Bu bağlamda belki de çıkış noktası olarak şunu söyleyebiliriz ki Gazze üzerinden genel olarak dünya ikiye ayrıldı: 7 Ekim’den bu yana vicdanın sesi olarak tarihin doğru yanında yer alan iyiler ile gerekçesi ne olursa olsun katili savunmayıp susmuş olsa dahi katliama göz yuman kötüler.

Cihan Aktaş – Geçmiş yıllardaki katliamlarla kıyasla, mesleki hayatların ve kariyerlerin riske atılmasını göze aldıracak ölçüde yüksek düzeyde bir sorgulama ve protesto ile karşılaştık bu kez. Çünkü İsrail her zamankinden daha pervasız, katliamları daha dehşetli ve fütursuzcaydı ve evet, artık istediği şekilde medyayı da manipule edemedi. Avrupa ve Güney Amerika’da pek çok devletin Gazze’ye verdiği destek, Siyonist ezberlerin nasıl da bozulduğunun bir başka göstergesi oldu.

Prof. Dr. İlhami Söyler – Gazze’deki vahşet, batı medeniyetinin öteden beri müzmin bir hastalığı olan soykırımın (Haçlı, Nazi ve Sırp jenosidi gibi) İsrail eliyle sahneye konulmuş bir versiyonudur. Sonuc olarak, “Zulüm ile abat olunmaz” düsturu gereği uzun vadede batı medeniyetinin ve İsrail’in yok olması mukadderdir.

Mesut Uçakanİnşallah, lanetlenmiş kavim tarafından hipnoz edilmiş, uyuşturulmuş; beyinlerinden, midelerinden, bilmem nerelerinden zincirlenmiş Müslümanları diriltecek! “Ey hayat süren leşler, sizi kim diriltecek!” diyordu ya Üstat. İşte Filistin!.. Filistin diriltecek!…

Prof. Dr. Niyazi Can –Gazze/Filistin’deki vahşet ve soykırım bize Haçlı zihniyetinin maalesef devam ettiğini gösteriyor. ABD ve ortaklarının İsrail’e desteği devam edecek ancak dünyada sağduyulu insaflı toplumların yönetimleri nicel anlamda artacak, vicdan sahibi yöneticiler artacak bu, ABD’nin dünyadaki popülaritesinin her geçen gün azalmasını ortaya çıkaracaktır. Bu, önemli bir gelişme olacaktır.

Yaşar Akgül – Demokrasi, insan hakları, özgürlük vs. tamamen uydurma kavramlardır. Bunlar ancak ve ancak Siyonistlere, Yahudilere hizmet amacıyla kullanılmak üzere ve işlerine geldiğinde vardır. İslam dünyası aklını başına alıp, aptalca kınama mesajlarını bırakıp, bir an önce birleşip ortak bir güç oluşturmadığı ve İsrail’e fiilen dur demediği sürece sıranın tek tek Arap ülkelerine geleceği, bu ateşin hepimizi dolayısıyla orta doğuyu yakacağı kesindir.

Nuri Pakdil’in Düşünce Dünyasında Bir Bilinçve Duyarlık Olarak Kudüs

Nuri Pakdil yüreği Kudüs için atan bir bilgeydi. Onun her sözü, eylemi mazlumlara sıkı bir selamdı. Bu dik duruşunu ömrü boyunca beslemiş bir dava adamı olarak şimdi onun adı Kudüs ile birlikte anılıyor. Prof. Dr. İbrahim Kavaz, Pakdil’in dünyasındaki Kudüs’ü işlemiş yazısında.

“Pakdil, genelde İslam medeniyeti özelde ise Kudüs sorununu ele alırken yabancılaşmanın, duyarsızlaşmanın boyutlarına dikkat çekerek yabancılaşmaya, köksüzleşmeye, kimlik yitimine karşı direnilmesi gerektiğine vurgu yapar. Söz konusu vurgu, Osmanlıdan itibaren İslam milletlerinin dini, kültürel, geleneksel köklerini sarsan Batılılaşma teşebbüslerinin sonuçlarına dair kaygıları içermektedir. Bu bağlamda İslam milletlerinin köklerine, tarihsel birikimlerine güçlü bir biçimde tutunmaları gerektiğine dair düşüncesi de özellikle İslam uygarlığı çerçevesinde birlik olma ideali üzerinden dile getirilir.”

Edebiyat Ortamı’ndan Söyleşiler Geçidi

Can Ülgen, Sadık Koç ile yeni şiir kitabı Ne Zaman Hiçbir Şeye Karşı Olmuyorum üzerine bir söyleşi gerçekleştirmiş. Sadık Koç benim de şiirlerini severek okuduğum bir şair. Bu kitabında onun farklı bir sesini duyuyoruz. Söyleşideki sorular da bu minval üzerine yoğunlaşıyor.

“Türü ne olursa olsun bir metnin “yayımlanması” son tahlilde iletilmeye, başkasına duyurulmaya, başkasıyla paylaşılmaya değer bir mesaja sahip olunduğu iddiasının ve iletişim isteğinin ifadesidir aynı zamanda. Başkasıyla paylaşabileceğim; paylaşmaktan kastım okuyanın, dinleyenin, izleyenin okuduğunda, dinlediğinde, izlediğinde kendiyle, kendi hayatıyla ilgili bir şeyler bulabilmesi elbette, bir sözüm yoksa, onu söylemenin değeri nedir? Kendime saklarım daha iyi.”

“Anlatıcılıktan kastınız sanırım şiirin bir hikaye de anlatıyor olması. Bu anlamda anlatıcı olmamış şair var mıdır bilemiyorum derken Han Duvarları şiirini hatırlıyorum mesela Faruk Nafiz’in. Mehmet Akif ‘in anlatıcı olmayan tek şiiri yoktur neredeyse. Neo-epik şiir de anlatıcı yönü belirgin bir şiirdir. Bizim şiirimiz de neo-epiktir yani.”

Zeki Altın ile Ormanda Bir Park Üzerine

Zeki Altın, Bayram Zıvalı’nın sorularını cevaplamış. Altın’ın Ormanda Bir Park kitabı hakkında ben de yazmıştım. Bu söyleşi, kitabın daha iyi anlaşılması için bir rehber niteliğinde açılımlar sunuyor okuyucuya.

“Şiirlerim arasında ayrım yapmak pek doğru olmayabilir. Ancak yazılırken daha zor veya daha rahat yazılanların olduğu bir gerçek. Birçok şiirimi yazarken zorlanırım, özellikle bahsedilen kelimeleri seçtiğim şiirlerde zaman biraz uzar yazarken. Bu süre uzar ama keyfî de artar. Yazarken daha çok keyif verir. Bitince de o keyfi doruğa taşır. Böyle bir anlatımdan sonra diyebilirim ki, Göktabut ve Kitapuzakta şiiri gibi birkaç şiirimi yazarken çok keyifli zamanlar yaşamışımdır.”

“Poetik açıdan derin katmanlı şiirler yazmam gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar imgeye düşman bir anlayış şiir ortamında artmaya başlasa da imgeden uzak çok fazla şiir yazabileceğimi düşünmüyorum. Farklı tekniklerle elbette yazmayı düşünürüm ama benim evim imge. Oraya döneceğim er ya da geç.”

Hicret Birik ile Söyleşi

Hicret Birik, Dilek Altundağ’ın sorularını cevaplamış. Sorular Birik’in Yedi Yılanlı Kavuk kitabı çevresinde gelişiyor. Sorular bir öykücüden gelince ortaya keyifli bir sohbet çıkmış.

“Öykü yazarken benim zihnime karakterden önce bir imge düşer, bir mesele. Sonra o meseleyi çözmek için çırpınan karakter gelir kendisi bulur öyküyü. Mizahi durumlar zaten yaşamın özünde var. En trajik olayın bile komik bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Geldik, gidiyoruz diye tanımladığımız şu kısacık yaşam için verdiğimiz mücadelelerin hepsi absürt değil mi zaten? Bu saçma döngüyü sürekli hissetsek de mücadeleye devam ediyoruz. Sonuç olarak hepimiz trajikomik bir dünyanın karakterleriyiz. Ben de karakterlerimi inşa ederken bu trajikomik dünyaya bir göz atıyorum sadece.”

Edebiyat Ortamı’ndan Öyküler

Aycan Gürlüyer – Mestinon

“Annemi haftalarca bekledik. İnancımız hiç soğumuyordu. Yoğun bakımda geçen aylar boyunca hem o hem de biz defalarca ölüyor, sonra yeniden diriliyor ve olması geciken mucizeyi sil baştan bekliyorduk. Doktor “Annenize birkaç gün dokunmayacağız, en önemli ilacı Mestinon’u bile kestik. Bir süre hiçbir şey verilmeyecek. Dokunmayalım, vücudu kendi kendine iyileşmeye çalışsın.” dedi. Başka bir sonsuz bekleyiş başladı.”

“Toprak istenilen derinlikte kazılmıştı, üstünü iyice örttüler. Oysaki hep gün yüzünde kalmalıydı gül yüzü. Sonsuza kadar derine gömüldü. Gökyüzü annemin toprağının üstüne bütün suyunu bıraktı, herkes sessizce ayrılırken mezarlıktan. Ve ellerim bir daha hiç ısınmadı.”

Ahmet Ergin – Müfettişin Mayınları

“Eğitim müfettişi Sedat Y, sabaha kadar yatağında dönüp durdu. Gün aydınlanmak üzereyken eşini uyandırmaktan çekinerek usulca yatağından çıktı. Koridoru ve odaları amaçsızca bir iki kez arşınlayıp mutfağa yöneldi. Vakit henüz erkendi. Camı açıp uyanmaya başlayan doğayı seyretti bir müddet. Kızaran ufka çevirdi bakışlarını. Yeni günün getireceklerini düşündü. Ne olduğunu tam kavrayamadığı bir duygu halesi yüreğinde dönüp durdu. Balkona çıkıp demir korkuluklara dayadı kollarını. El ayak çekilmiş cadde ve sokaklara göz gezdirdi.”

“Okul müdürü kapıda karşılayıp odasına buyur edince ilk mayın patladı. Okulun ilk haftası bu odaya getirilişini, müdürün kükremesini, yüzünün yanmasını, suçsuzluğunu, arka bahçede içli içli ağlamasını, bu odadan da müdürden de nefret etmesini hatırladı. Müdür beyin çay ikramını hatırladıklarının öfkesiyle reddetti. Yüzünün asıldığını fark edince yapmacık bir tebessüm yerleştirdi yüzüne.”

Muhammed Sınan Kökçü – Kırmızı Ardıç Kuşu

“Ormanın girişi, her taraf emekleyen bir çocuk yüksekliğinde, öbekler halinde boylu boyunca uzanan taze mezarlar, toprak ve ölüm kokuyor. Mezar başlarında ardına saklanılası bir taş, bir tahta parçası bile yok. Herkesin ismi aynı; Müslüman. Taşa, tahtaya, isme gerekte yok. Yatsı ezanı çalınıyor kulağına. Namazda olan kurtuluşla irkilip yolu aydınlanıyor; son olmasa gerek. Yarım yamalak kazılmış üç mezar ilişiyor gözüne. Yığılıp kaldı kalacak. Karısı ve çocuklarını ormana salıp, kaçıp gidenlere yetişmelerini ümit ederek, geride kalıp kan emicilere set olmak istiyor.”

Az daha sesi duyulacaktı annenin çaresizce kısık kısık ağlayışının. Adamın bir şey bulma sevinci, hızlanması, dalları kırışı ve tüm bu seslerin kesilmesinden biliyordu çocuk bulunmuştu. Çıkıp koşacak oldu. Kendisi, kocası neyse de daha on beşine gelmeden diri diri toprağa giren kızına dayanamamıştı, sadece yalvardı: “verhamnâ!” Bir his doğuyor kalbine: “Korkma, tasalanma, onu tekrar geri veririz.”

Fatma Nur Uysal Pınar – Kapanmayan Perde

“Oyuncu, sahnede durması gerekenden fazla durdu. İzleyenler bunu da oyunun parçası sandı. Kimse, söyleyeceklerini unuttuğunu anlamadı biraz sonra ölmüş numarası yapacağını da…”

Rukiye Saran Aydın – Ciğerlerimin Bayramı

“Çok güzel bir gün daha. Yürüyüşüm çamlığa doğru. Önce yavaştan bir adım, bir adım daha, sora daha hızlı adımlara. Önce bir nefes, daha sonra derin nefeslere…

Bahara uyanan ucu taptaze kozalaklı, uzun çam dallarının bana sunduğu hayat iksirini kana kana içime çekiyorum. Yıllardır azılı düşman askerleri gibi baskın yapan egzoz dumanlarından, kimin ciğerini mahvedebilirim diye havada asılı durup dört gözle bekleyen bin bir türlü zararlı partiküllerden bizar olan diyaframım, bronşlarım, bu iksire meğer ne kadar hasretmiş…”

Edebiyat Ortamı’ndan Şiirler

Mayısın
Sonlarına doğru
Bir dağın doruklarında yaşayan düşsel bir çocukla karşılaştık
Rüzgârları kendi haline bırakarak, nihayet o bağların o derelerin kıyısına kadar ulaştık

Mayısın
Sonlarına doğru
Biraz berrak biraz da durgun bir suyla avunmaktan yanaydık
Ama oradaki bazı ilk çağ kalıntılarını ve kimi av borularını çok sonraki acılar sanarak
Yanıldık
Davut Güner

kuşların kanadından bu susku
kahrını aktarmadan
küs gel yalnızlığına
küs gel yalnızlığınla kuyuya
harflerin meratibine sığın

bulursun ihtimal
kuyudaki nemden bir pay
küsmemişse sana yabani menekşeler
geyikgöbeği çiçeğinin ıtırını
takın gel
Ali Sali

Annemden ilk defa ayrı kaldığım günlerdeydi büyük şehirde
Bir gece yabancı bir isim yaklaşıverdi göğsüme göğyüzünden
Tahrik gücü yüksek bir gece hayatından: çırıldım ve çıplaktım
İlk defa kötü kadınlar gördüm hayatımda: sırıldım ve ıslaktım
Ama bu dünyanın bir de öbürü vardı ya sarsıldım ve bıraktım
İlk defa bir kadın gülümsüyordu bana az kalsın çarpılacaktım
Anadolu irfanına sahip her Müslüman Türk genci gibi ben de
Vallahi de billahi de sarılmadım inan yalnızca camdan baktım
Bir adım ötesine geçseydim aşkın iyi biliyordum ki yanacaktım
Karaköy karanlıktı kadın neden aydınlıktı Üsküdar’a uzaktım
Yaşar Akgül

bana inanmak için bir bahane bulursun sen
gürültüler arasında anlamlı sesler biriktirirsin
uzanmışken tarihin sırtında ağrıya sebep
kutsal savaşlar ve sonrasında güzellik çıkmazı
balkon dekorasyonunda kullanılan yenilikleri onların
Zeki Altın

dağdağalı ve ihtişamlı ağırlığını
tüm kalbime yükleyerek dünyanın
alıcı bir çeviklikle kaçarken avuçlarımdan
geride ipek kadar narin bir umudu
nasıl bırakabiliyor zaman

kısa, bir lahza kadar kısa
onca yıldızın aydınlatmaya çalıştığı
karanlığa bakınca
bir kulaç sonrasını hedef belleyen kalbim
nasıl bir günahın esiridir
Muhsin Küllüoğlu

Bölünce bütün eksikliğimi
Neden azaldığımla kalıyorum

Eşitsizliğin rüyasında
Bir beşik gibi sallanıyorum
Ahmet Hakan Karataş

Muhit’ten İsmail Heniyye ve D. Mehmet Doğan Dosyası

Muhit dergisi, iz bırakan işler yapmaya devam ediyor. 57. sayıda hazırladığı Heniyye ve D. Mehmet Doğan dosyaları da bunlardan ikisi. İki dava adamı.  Farklı alanlarda olsa da hayatları mücadele ile geçmiş iyi aksiyon insanı. İki dava adamına da Allah’tan rahmet diliyorum.

İsmail Heniye Dosyası’ndan

Mustafa Özel – Ölümsüzlüğün adı: Şehitlik

“Bir Müslüman için hayatta en mühim şey, Allah’ın rızasını elde etmektir. Bunun için Müslümanlar mallarını da canlarını da seve seve verir. Çünkü dünyadaki hayat, sonsuz ahiret hayatına nispetle bir hiç mesabesinde, bir sineğin kanadına bile değmeyecek derecededir. O bakımdan bir Müslüman kendisi için değil, başkaları için yaşar. O; Müslüman olmayanlar yaratıcıları olan Allah’ı tanısın, İslâm’ın nimetlerinden, imkânlarından ve sunduğu avantajlardan faydalansınlar diye rahatını, konforunu terk eder. Bu, onların önüne konan nebevi bir yoldur. Yolumuzu aydınlatan peygamberler, hep böyle yapmışlardır.”

Kemal Öztürk – Son Bakış

“Sanırım son kez bir gazeteciyle yan yana oturmuş oldu. Benimle görüşmesinden 15 gün sonra şehit edildi. Yanından ayırılırken tekrar sarıldım. İçimdeki tüm travmalarımın ve acılarımın ayağa kalkmış hâliyle yine sarıldım. Son bir kez baktım, tebessüm ederek elini alnına götürmüş, “Allah’a emanet olun” demişti uzaktan. Sonra emanetini teslim etti Tahran’da. O kurtuldu ama biz utanç duygularıyla yaşam işkencesini çekmeye devam ediyoruz.”

Süleyman Ceran – Tabiin Okulu’nda Son Namaz

“Bir roket geliyor. Büyük bir teslimiyetle bekliyorlar namazda. Seccadeler üzerinde kıyama duranlar, kumdan korku, betondan inanç haleleriyle bezenmiş. Yaz çeşmelerine yüzlerini uzatır gibi bırakıyorlar kendilerini ölümün kucağına. Onlarca ülke korkudan işgalci İsrail’e müdahale edemezken bir avuç insan Gazze’de ayakta; direniş roketleri de Han Yunus’tan Tel Aviv’e ışık saçarak ilerlemekte. İşgalci için kötü haber: Herkes ölmüş değil. Gazze’nin nabzı hâlâ atıyor. Demek ki nehirden denize Filistin özgür olacak!”

Said Ercan – Sosyal Medya Ve Dijital Aktivizm

“Sosyal medya, insanların iletişim gücünü artırmıştır. İnsanlar, artık sadece yakın çevreleriyle değil, dünyanın dört bir yanındaki insanlarla da anında iletişime geçebiliyor. Bu, evrensel anlamda dayanışmayı artırmış ve topluluklar arasında güçlü bağlar kurulmasına olanak tanımıştır. Özellikle Filistin gibi insani kriz bölgelerinde, mazlum halklar bağlamında bu iletişim gücü, yerel halkın sesini duyurmasına ve uluslararası destek kazanmasına yardımcı oluyor.

Metin Erol – Dijital Faşizm: Tehditler Ve İmkânlar

“Elimizin altındaki dijital cihazlarla sosyal ağlardaki bilgilere kolay ulaşabilir olmak, kullanıcılar arasındaki etkileşimi arttırıyor. Dijital panoptikonun, etkileşim zinciri sayesinde kolay kazanç kapısına dönüşmesi, buradaki tutsaklığı da gönüllü hâle getiren etkenlerin başında geliyor. Dijitalleşmeye olan talebin çılgınlık seviyesine dönüşmesinin, ferdi ve içtimai düzeyde olumlu ve olumsuz etkilerinin olduğu bir gerçek. Her ne kadar kişileri ekrana hapsederek rûberû etkileşimi azalttığı söylense de sosyal medya araçlarının bilgiye erişimi kolaylaştırdığı, insanların fikirlerini paylaşmasına ve tartışmalara katılmasına katkı sağladığı, özetle fertlerin sosyalleşmesine zemin hazırladığı ortada. Bu durum, toplumsal hareketlerin ve siyasal süreçlerin organize edilmesinde şüphesiz kilit bir rol oynuyor.”

D. Mehmet Doğan Dosyası’ndan

Musa Kazım Arıcan – Filozofça Bir Hayat: D. Mehmet Doğan

“Üstadımız Doğan, filozofik bakış açısıyla ve filozofça yaşayarak tüm insanlığın sosyal, beşeri, siyasi ve kültürel sorunlarını teşhis ve tespit ederek bunlara yaşanabilir, uygulanabilir çözümler teklif ve takdim eden bir mütefekkirdi. Üstadımız D. Mehmet Doğan, kendisiyle yol arkadaşlığımızda yeri geldiğinde en kesif konulara bilgece yaklaşan bir âlim; hikmetli dokunuşlar yapan bir hâkim, erdemle irdeleyen bir arif; faziletle karakter ortaya koyan bir halim insandı. Kısaca o; ilim, irfan, hikmet ve irfan sahibi, filozofça hayat süren kâmil bir mütefekkirdi.”

Mahmut Bıyıklı – Bir Kültür Savaşçısı Olarak D. Mehmet Doğan

“D. Mehmet Doğan, kültürümüzün yükünü taşımakla kalmamış, aynı zamanda kültür adamlarımızı da daima koruyup gözetmiştir. Her telefon açtığında mutlaka hasta olduğunu duyduğu yazarları ziyaret etmemizi, vefat edenlerin cenaze törenine katılmamızı, ihtiyaç olması durumunda bütün defin işlemleriyle ilgilenmemizi salık verirdi. İstanbul’da vefat eden tanıdık bir yazarı haber verdiğimde çok üzülür, o kişinin görünen ya da görünmeyen hizmetlerini anlatır, güzel yanlarından bahsederdi. Tanıdıkları için hüsnü şehadette bulunurdu.”

Muhammet Enes Kala – Millî Varoluşun Ve İstikrarın Müdafi: D. Mehmet Doğan

“Sosyal varoluşun membalarından olan kurucu “an” için de D. Mehmet Doğan’ın benzer düşüncelere sahip olduğunu dile getirebiliriz. Bunun yolu ve imkânı, ona göre geçmişten geleceğe çağlamakta olan canlı kültür içinde aramaktan geçer. Kültürün en önemli unsurlarından olan dile gösterdiği ehemmiyeti de bu çerçevede okuyabiliriz. Eskimeyen, canlı, öldürülmemiş, tarihin derinliklerinden gelen özleri ve koru taşıyan, coğrafyaları ve zihinleri bir araya getiren dile dair şuuru bu bakımdan son derece önemlidir. Dil, tarih, kültür ve toplum arasına konulan yapay engellerin kaldırılması gerektiğinin, bu dördünün her an birbiriyle kucaklaşma durumunda olması lüzumunun, dile müdahale etmenin toplumun kişiliğine müdahale etmek demek olduğunun altını çizmesi de tam bu anlamda çok kıymetlidir.”

İbrahim Tenekeci – Türk Milleti Hayırlı Bir Evladını Kaybetti

“Münevver ve mütefekkirimizin bir diğer mühim gayret ve hizmeti, Büyük Türkçe Sözlük olmuştur. Türkçe, bu sözlükte yaşıyor, kendine geliyordu. Her baskısında yeni ilaveler ve iyice artan sayfa sayısı. D. Mehmet Doğan, sözlüğü yayına hazırlayıp kenara çekilmemiş, kelimelerin macerasını yıllar boyunca takip etmeyi sürdürmüştür. Özenle ve sabırla.”

Ersin Nazif Gürdoğan’ın Ardından

Ersin Nazif Gürdoğan da ayrıldı aramızdan. Gönüllere ferahlık veren güzel insanların gidişi büyük bir boşluk bırakıyor arkasında. Mehmet Nuri Yardım, Gürdoğan hakkında yazmış.

Esasen o, bir “şevk ve hizmet adamı”ydı. Karşılaştığımızda düşüncelerini anlatırdı. Telefonda yön gösterirdi. Elektronik postalarında bile bazı vazifeler verirdi. Velhasılıkelam, bize hep yeni ufukları işaret eder, abide isimlerden bahsederdi. Onlarca, yüzlerce isim… Evvela kudema, sonra yaşayanlar. Eskiler böyleleri için “bagajı dolu adam” derlermiş. Bazen arar, hatır sorardım. Telefon görüşmemiz bittiğinde defterime aldığım notları gözden geçirir ve kendi kendime şöyle mırıldanırdım: “Maşallah, Nazif ağabey yine beş on kitaplık ödev verdi. Bakalım bunların kaçını yapabileceğim…”

Erol Göka – Baudrillard’da Yabancılaşma Ve Cinsel Kimlik

Erol Göka, Baudrillard’da yabancılaşma ve cinsel kimlik konusunu işlemiş yazısında. Yazıda Baudrillard’dan yola çıkarak özellikle yabancılaşma ve kimlik sorunları üzerine de ayrıntılı tahliller var. Günümüzde de yoğun bir şekilde tartışılan “cinsel kimlik” konusu da işleniyor yazıda.

“Baudrillard’ın en farklı ve onu yaratıcı kılan yanı, asla eleştirellikten taviz, ödün vermemesi, düşüncelerini son noktaya kadar götürme kararlılığı ve yaşananların tanığı olarak uzanabildiği her yandan deklanşöre basmasıdır. Dolayısıyla onun saptadığı görünümlerin bir araya gelmesinden oluşan manzara, çarpıcı ve edebi bir nitelik taşır; bilimsel söylemin kuru griliği bu manzaraya fon bile olamaz; manzaranın içinde tek tek bireyler de vardır, tüm bir toplum da.”

“Kimlik ve kişilik sorunları, cinsel kimlik ve işlev bozukluklarıyla uğraşıp duran biz psikiyatri pratisyenlerinin, hiç değilse sığ akademik düşünce kadar postmodern sosyolojinin bu parlak haşarı düşünürüne ihtiyacımız yok mu sizce? Eğer onun eleştirel bakışıyla donanmış olsaydık tanılarımızı böylesine egemen kültürel paradigmanın emrine sunar mıydık?”

Harput: Tarih, Toprak, Ana

Dursun Çiçek ile Harput’tayız. Tarihi, efsaneleri, şairi ve yazarıyla münbit toprakları adımlıyoruz.

“Harput’un da en yüksek yerindeyiz. Kaleyi bile tepeden görüyoruz. Harput, külli olarak hem bir dağ hem bir kale hem de bahçe âdeta. Mescitleri, kalesi, türbeleri, camileri, çınarları, evleriyle Harput bir bahçeyi andırıyor. Şerif ağabeyin indiği yârin bahçesi bu olmalı, diyorum ve dilimin döndüğü, gönlümün söylediğince “İndim Yârin Bahçesine”yi söyleyerek, yamaçtaki mezarlara selam vererek yürüyorum.”

“Türküler olmasa ne yapardık… Dilimizin tadı tuzu türküler. Harput’ta güneşin atında bir Neşet Ertaş meftunu, Ahçik’e gözlerini ıslatıyor, gönlünü yakıyorsa türküler ötelerden bir nefes. Türk’ün diyarını türkülerle başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan gezebilir insan. Kimin gönlünden aktığı önemli değil. Türkünün yekpareleştirici bir gücü ve özelliği var. Önemli olan gönülden akması. Bu Kırşehir’de Neşet Ertaş olur, Sivas’ta Âşık Veysel, Harput’ta Enver Demirbağ…”

Gariban Tatlısı Tahin Helvası

Mustafa Çiftci okuyorsanız kendinizi bir bozkırın ortasında hissedersiniz ve geçmiş zamanın yoksulluğu gelir yapışır yakanıza. Duru vakitlerde her şeyin içten oluşuyla atlatılan dertlerin derman buluşuna da şahit olursunuz. Gariban tatlısı tahin helvası yazısı da böyle bir zamanı anlatıyor.

“Helvayla türlü çeşit yerlerde karşılaştım. Yanında müskirat alınan balık sofralarında da üzerine limon sıkıp yiyenler varmış, duydum. Sonra kayınpederim rahmetlinin de helva sevgisini gördüm. Tuhaf olanı kayınpederim de inşaatçıydı. Onu görünce artık anladım ki şimdi türlü çeşidi yapılan, hatta yaz helvası diye sanki başka bir şeymiş gibi satılan helva gariban tatlısıdır. Mesela irmik helvasında olan gizli zenginlik tahin helvasında yoktur. Tahin helvası sofraları zengin göstermez. Ve artık kesin bir kanaatle biliyorum ki bu gün hâlâ helva seven ve belli bir yaşın üzerinde olan cümle vatandaşımızın geçmişte, bir gariplik zamanında yoldaşı tahin helvası olmuştur. Duam o ki mecburiyetten değil, isteyerek helva yiyecek zamanlarımız olsun. Afiyet şifa olsun inşallah.”

Muhit’ten Öyküler

Ayşegül Genç -Kahve İçenler

“Tam soğuk su için teşekkür edecekken dükkânın duvarı üzerimize devrildi. Kahve içenler, ayaklarını hafifçe masanın altına çektiler, fincanlarının üzerini elleriyle kapatıp tozun yatışmasını beklediler. Bir kadın hapşırdı, diğeri dizindeki tozu eliyle silkeledi. Kahvenin soğumasından şikâyetçi oldu yaşlı bir adam. Tozlu bedenlerimizi kaşlarıyla birbirlerine gösterdiler, yıkımdan oğlum ile beni sorumlu tuttular, cebinde kanlı mendil olan benim diye.”

Meral Afacan Bayrak – Zamana Karışanlar

“O… Köpürüp kabaran bir öfkenin dinmesini, kapı ardında herkesten gizlendiğini, düşündüğünü sanan, kaygıyla çömelmiş, etekleri dizlerinin altında nizami toplanmış, avuçları çenesine yaslı bir kız çocuğu çaresizliğinde beklemek.”

“Susuyorlar. Satırlar konuşuyor daha çok, yeniden beyaz sayfalarda.

Yazdıkça eskir mi zaman, insan bir yaşama hırsına bürünmüşken gizil bir kızıl pelerin gibi uzun uzadıya süzülüşler karanlıkta hiç durmadan kayıplar, aslında ve o… Seçilmiş acılar içinde kıvranan insanlık…”

Muhit’ten Şiirler

Takipteyiz her gün:

Gazze, 24 Temmuz

  1. Gün, 39.145 Şehit

Netanyahu’ya 72 alkış
İnsanlıkta Ölü Sessizliği
Cevdet Karal

bir karınca gördüm
rüyamda
Gazze’ye su taşıyordu
uyandım
utandım
kendimden
Arif Ay

Saadet dilemeye geldin sen de
Âdem’in ardından ömrüm, kendine
Ama söz açmıyor buralardan
Çekilince kabuğundan
Arayanlar da hep dünyada reha.
Emel Özkan

Oysa gün bitmek üzere ve bekliyor hâlâ şairler
Potanın ekonomiye olan katkısını tartışıyorlar aralarında
Abartmadan yapıyorlar bunu, seslerini kısarak, bu önemli
Çünkü ses kirliliği, çünkü şiir barbarlığı, çünkü potanın başındakiler!

Potacılar! Eh işte, siz artık anlayın onu!
Oturmuşlar da suyun başına,
Kaş çatıp destur çekiyorlar gün boyu
Adem Turan

Sıcak ülkelerden geçen iklim bilgisine, denizlerine
Benim kalbimden senin kalbine değen o sözlere
İnandım, artık sesin suyun bıraktığı köpükle yıkanmıyor
Bir taze simit gibi parçlanan atlaslara inandım
Sıkıldıysan kalkabiliriz dediğinde sesindeki titremeye
Önümde akan vitrinlere, sapsarı kavun kokularına inandım
Kanımı kurutuyor balçığa ve suya uzak insanların
Aramızdan bir rüzgâr gibi geçen mevsimine inandım
Mehmet Tepe

bazı renkler kırmızıdır
bazı günler hep pazar
seni şiirin kırılma sesi olarak düşünüyorum bazen
can eğrisi, henüz yakılmış adıyaman tütünü, patlamayan silah
bir yer var bende, yontula yontula bende kalmayan
bir kavga, başlamayan ve bitmeyen
uygun adım hata, yalan yanlış kavuşma
ihtimali olmayan şeylerin aynı ana denk gelmesi
işte yine uyumadan çıktığım bir sabah
sorma – nasılsın – eh işte, nasıl gidiyor – gitmiyor,
hâlâ aynısın – o senin yok sayma biçimin,
anlıyorum, – …
Cengizhan Konuş

Sebilürreşad’da Bir Seçenek Olarak Barışı Konuşmak Dosyası

Dünyanın dört bir yanının savaşlarla boğuştuğu bir zamanda maalesef dünyanın sözde güç odağı ülkeleri barışı ağızlarına bile almıyor. Kan ve gözyaşıyla yoğrulan dar vakitleri yaşıyoruz. Sebilürreşad dergisi Eylül 2024 sayısında “barış” konusunu işliyor.

Derginin Takdim yazısından…

“Modern Dünyada Savaş ve Barış: Teknolojinin ve küreselleşmenin damga vurduğu 21. yüzyılda, savaşlar ve barış girişimleri de yeni boyutlar kazandı. Siber savaşlardan nükleer caydırıcılığa, barışı koruma operasyonlarından uluslararası diplomasiye kadar, çağımızın zorluklarını ve fırsatlarını ele alıyoruz. Bu sayımızda, modern dünyada barışı korumanın ne kadar zor ama bir o kadar da gerekli olduğunu göreceksiniz.

Edebiyat ve Sanatta Savaş ve Barış: Savaş ve barış, edebiyatın ve sanatın da vazgeçilmez temaları olmuştur. Savaşın acı gerçeklerini ve barışın hülyalı dünyasını kaleme alan yazarlar ve sanatçılar, bizlere bu iki zıt kutbun insan ruhundaki izlerini gösteriyor. Bu sayıda, savaş ve barışın edebiyat ve sanat dünyasındaki yansımalarına dair derinlemesine incelemeler bulacaksınız.”

Dosyadan…

İbrahim Yılmazer-Siber Güvenlik ve Etki Operasyonlarının Yükselişi

“Türkiye, jeopolitik konumu ve aktif dış politikası nedeniyle, hem içeride hem de dışarıda çeşitli etki operasyonlarının hedefi ve uygulayıcısı olmuştur. İç politika bağlamında, sosyal medya platformları ve dijital iletişim araçları, kamuoyu algısını ve seçim sonuçlarını etkileyebilecek bilgilerin yayılmasında kritik bir rol oynamaktadır. Ayrıca Türkiye’de bazı hükümet karşıtı hareketler ve toplumsal olaylar, yabancı güçler tarafından desteklenen etki operasyonlarının bir parçası olarak görülmüş ve bu iddialar kamuoyu tartışmalarına konu olmuştur. 2013 yılında, Gezi Parkı protestoları sırasında, hükümet karşıtı eylemler sosyal medya üzerinden organize edilmiş ve yabancı güçlerin bu protestoları desteklediği iddiaları kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır.”

Sümeyra Aktaş-Din, Bir Savaşa Gerekçe Olursa Ne Olur?

“Din, insanların ruhlarını yüceltmek ve ahlaki bir yaşam sürdürmelerini sağlamak için vardır. Eğer din savaşın gerekçesi olarak kullanılmaya devam ederse, o zaman biz, Tanrı’nın mesajını yanlış anlamışız demektir. Belki de Tanrı, bizi savaşa değil, barışa çağırıyor; biz ise bunu anlamak yerine, O’nun adını kullanarak birbirimizi yok ediyoruz. Tanrı’nın buyruğunu gerçekten anlamış olsaydık, belki de dünyada bu kadar kan dökülmezdi.”

Ferhat Özcan-Adım: Barış Adım: Savaş

“Dinsel nedenli savaşların özellikle de günümüzde sadece adsal olarak var olduğunu düşünüyorum. Yakın çevremizdeki savaşlara baktığımızda sözde emredilen, vaat edilen toprakların nasıl din kisvesi adı altında terörle süslenerek yapıldığını söylemek en doğrusu olacak. Bizim uzak tarihimize baktığımda savaşlarımızın sebebinin, iktisadi ve kültürel olduğunu görmekteyim. Asya’dan başlayan zorunlu göçlerimizin nedenlerini, ırksal baskıları düşünmekteyim.”

Batı’nın Öteki İnşası ve Hz. Muhammed İmajı

Tüm insanlık sadece Peygamber Efendimizin yaşantısını örnek alsa dünyada bugün yaşanan hiçbir sorun ortaya çıkmazdı. Hz. Muhammed modeline ihtiyacı var dünyanın. Prof. Dr. Süleyman Doğan Prof. Dr. Özcan Hıdır’ın kitabı Batıda Hz. Muhammed İmajı kitabı hakkında kaleme aldığı yazısında konuyu detaylı olarak ele alıyor. Batının Hz. Muhammed’e bakışını ve yaklaşımını kitaptan hareketle inceliyor.

“Profesör Hıdır’ın kitabında; tarihten bugüne Batı’daki Hz. Peygamber %80-85 civarında olumsuz bir imaja sahip olduğu, kalan kısmında da özellikle Aydınlanma döneminde ve günümüzde “kısmen olumlu” diyebileceğimiz bir imaj söz konusu olduğu vurgulanmaktadır. Bu olumsuz imajı esasen Hz. Peygamber karşıtlığı olarak da okuyabiliriz. Bu anlamda “Hz. Peygamber karşıtlığı” İslâm karşıtlığı-düşmanlığının bir alt fakat en önemli kategorisidir. Hatta tarihte olduğu gibi bugün de İslâm karşıtlığı daha ziyade Hz. Peygamber ve Kur’an karşıtlığı üzerinden yürütülüyor.”

Türkiye’de Tarihselciliğin Kökenleri

Üzerinde çok fazla konuşulan ve tartışılan bir kavramdır tarihselcilik. Konu hakkında çok fazla konuşulduğu için yerli yersiz birçok karmaşık fikir savrulup duruyor. Konunun merkezinde Kuran olduğu için de dengeleri daha hassas tutmak gerekiyor. Yusuf Yavuz Yılmaz, Türkiye’de Tarihselciliğin Kökenleri üzerine yazmış.

“Kur’an’ı anlama konusunda birbirinden farklı çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. Kuşkusuz tarihselcilik de bu yöntemlerden biridir. Felsefe tarihinde tarihselciliğin kökleri eski Yunan düşüncesine kadar geri götürülebilir. Çağdaş dönemlerde Herder, Dilthey, Gadamer gibi yorum bilimciler ile tarihselcilik günümüze gelmiştir. Tarihselciliği İslam dünyasına taşıyan ise Pakistanlı mütefekkir Fazlur Rahman’dır.”

“Tarihselci düşünce büyük ölçüde Ankara İlahiyat Fakültesinde revaç bulmuş, Ankara Okulu Yayınları ve “İslamiyat” Dergisi etrafında çalışmalar yapmışlardır.”

Âsaf Hâlet Çelebi ve Şiirleri

Modern Türk şiirinin ustalarından Asaf Halet Çelebi, yaşadığı dönemde çok da ses getiren bir isim olmamasına rağmen, kendine has şiirleriyle dünyanın sesini şiirine taşıyan bir şair olmuştur. Mehmet Atilla Maraş, Asaf Halet Çelebi şiiri hakkında yazmış.

“Âsaf Hâlet, Doğu kültürlerinden almış olduğu ögelerle şiirini kurdu. Ayrıca Uzakdoğu mistisizmiyle birlikte kadim Mezopotamya medeniyetini de inceledi. Kadim medeniyetlerin düşünce dünyasından aldığı ilhamla şiirlerini yazdı.”

“Âsaf Hâlet Çelebi’nin şiirlerini doğru anlamak için, ortalama bir tasavvuf kültürüne sahip olmak ve metafizik bir âleme doğru bir yolculuğa çıktığımızı bilmek gerekir.”

Sebilürreşad’dan Bir Hikâye

Mustafa Urhan – Kırmızı Ruj, Lacivert Fular

“Bugün de onu takip edeceğim. Her gün süslenip püslenip çıkması hiç hoşuma gitmiyor. Huylanıyorum, gıcık kapıyorum, nefret ediyorum ondan. Dudaklarına kırmızı ruj sürüyor, saçını başını düzeltiyor, lacivert bir fular takıyor. Neymiş efendim, gözlerinin rengini ortaya çıkarıyormuş. Çıkarırım senin o gözlerini. Kulaklıklarını takıp gülümseye gülümseye, zıplaya zıplaya bir yürüyüşü var ki gören bu dünyada olmayan bir yere basıp yürüyor zannedecek. Ne kadar da yapmacık, ne kadar da sahte.”

“Sırf edebiyat. Hepsini benden öğrenmişti. Kahrolası uzun kahkahalarını duyuyorum. Nefesimi kesen sahteliği beni boğuyor artık. Neşesini söndürüp yüzüne tükürürcesine bağırıp onları burada mal gibi bırakıp gitmek de var ama akşamı bekleyeceğim. Nasılsa ses kaydını aldım, fotoğraflarını da çektim.”

Sebilürreşad’dan Bir Şiir

Yeniden bir kılıç dövmelisin;
Atların gözlerinde eriyen nal kıvılcımları gibi
Süvarilerin gökleri sarsan nalları gibi
Yıldırım soluyan göklerin gözleri gibi
Hz Yafes’ten bir Türk gibi
Alemlerin Rabbini zikreder gibi
Yedi kat yer ve gök iniler gibi,

Yeniden bir kılıca su vermelisin;
Mazlumların göz yaşları ve yakarışlarından
Tövbe istiğfarda dökülen gözyaşlarından
Şehitlerin kanından ve ümit pınarından
Abdurrahman Çetin

Şehir ve Kültür, Sayı: 122

122. sayısına yine Ümit Meriç’le giriş yapıyor. İstanbul’u bir tavaf huşusu ve huzuru ile geziyoruz. Tavaf-ı İstanbul seri yazısının ilk bölümü bu sayıda.

“Emirgan Camii yine I. Abdülhamid’in bize hatırası. Üst katındaki kadın mahfilinden, karlı havalarda –evet sadece kar altında– donuk bir açık yeşile bürünen Boğaz’a, bir de Avrupa’dan nazar edelim. Asya, küçük Asya, şehriniz, hatıralarınız, Hidiv’in Cihannümâsı’nın arkasından size el sallıyorlar. Dura kalka Boğaz sahili boyunca ilerleyen otobüste yedi cihetimize Ayet-el Kürsi okuyup üfleyelim.”

Prof. Dr. Nazif Gürdoğan’ın Son Yazısı

Nazif Gürdoğan hoca Şehir ve Kültür’ün her sayısında ufuk açıcı yazılarıyla yol göstermişti bizlere. Onun şehir. Medeniyet, kültür, ekonomi gibi birçok alandaki engin bilgileri hepimize ışık olmuştu. Şimdi ardında bıraktığı bu nadide eserlerle bize yoldaşlık etmeye devam edecek. Hocamıza rahmet dileklerimi göndererek son yazısından bir bölümü buraya alıyorum.

“Ekonomik, siyasal ve kültürel boyutlarıyla, hayatın kolaylaştırılmasında, yaşanır kılınmasında, üretken sıradışı insanlar, en önemli görevi yüklenirler ve en büyük sorumluluğu alırlar. Almanya’dan ayrılmak zorunda kalan öğretim üyeleri, Türkiye’nin üniversitelerine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Amerika bütün ülkelerin eğitim ve üretim düzeyi yüksek insanlarına, kapılarını sonuna kadar açarak, dünyanın en büyük ekonomik ve siyasal gücü olmuştur.”

Nazif Gürdoğan’ın Ardından

Mehmet Kamil Berse, bir dost sıcaklığıyla anlatıyor Nazif hoca’yı. Çalışmaları, etkinlikleri, seyahatleri ve dostlukları eşliğinde bir veda yazısı bu.

“Yetmiş dokuz yıllık ömrüne güzel işler, başarılar sığdırmıştı. Güzel insanlar yoluna çıkmıştı. Çok sayıda baskı yapan kitaplarından toplumda iz bırakan en önemli kitabı “Görünmeyen Üniversite”de İskenderpaşa’yı ve Mehmet Zahid Efendi’yi anlatır. Ben yüz yüze tanımadan yazılarını okuyup tanımıştım Mavera ile, sonra güzel insanı yüz yüze tanıdım, birlikte çok güzel şeylerde yaptık Nazif Gürdoğan hoca ile, kürsülerde beraber konuşmacı olduk, bu vesile ile daha iyi tanıma fırsatı buldum. Yıllarca birlikte yollara düştük, kasabalar şehirler dolaştık. Okullara, üniversitelere, STK’lara, Öğrenci yurtlarına, kültür merkezlerine, Müsiad’lara, sendikalara , ticaret ve sanayi odalarına konuk olduk. Herkese söyleyecek sözümüz oldu hamdolsun. Ticaret erbabına girişimciliği anlattık, hoca anlattı biz devam ettik.”

Muhacirler, Çocukları, Evleri ve Sokakları

Kamil Uğurlu, muhacir kavramını Türkiye ve dünya bağlamında ele alıyor yazısında. Son yıllarda Türkiye’de yaşanan muhacir sorunlarına değindikten sonra iyi bir örnek olması hasebiyle Konya’da bulunan Muhacir Pazarı’nı anlatıyor.

“Konya örneği göz önündedir. Bu şehirde de yoğun bir sığınmacı nüfusu yaşamaktadır. Muhacir Pazarı sokakları (muhtemelen bütün yurtta buraya benzer mahallelerde) yollar, sokaklar, meydancıklar, parklar, Şam usulü kafelerle ve bu çocuklarla, gençlerle doludur.”

“Hikayesi ilginçtir Muhacir Pazarının. Osmanlı döneminde başlayan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden, Balkan, Kırım, Romanya’dan gelen mülteciler için acele yapılmış evlerden teşekkül ediyordu burası. Adının “muhacir” olmasının sebebi budur. Daha sonra aynı alanda kurulan pazarlar sebebiyle ve bu pazarların rağbet bulmasıyla adı Muhacir Pazarına dönüştü.”

Yeni Cami ve Hünkâr Kasrı

Derginin bu sayı kapak yazısını Dr. İsrafil Kurulay kaleme almış. İstanbul’un en meşhur sembollerinden olan Yeni Cami’yi ve hünkâr Kasrı’nı anlatıyor Kurulay.

“Eminönü’ne gidenler orada bir bütünlük içinde külliyeyi fark etmezler. Çünkü Yeni Camii etrafında açılan yollarla külliye vasfını kaybetmiştir. Oysa buraya bir külliye yapma fikrini gönlüne düşüren Safiye Sultan; cami, medrese, imaret gibi eserleri bünyesinde barındıran bir eserler bütünü yapmaya niyetlenmişti. 23 Ağustos 1597 tarihinde temeli atılan külliyeyi daha da genişleterek bitirmek 30 Ekim 1665 Cuma günü Hatice Turhan Sultan’a nasip olmuştur. Konu çok geniş ve uzun ama sanki biraz daha bilgi vermek gerekir.”

Nazif Gürdoğan Hocamız, İstirahate Çekildi

Nazif Gürdoğan hocamızın ne kadar çok koşturduğuna en çok şahit olan isimlerden olan Hülya Günay “istirahate çekildi” diyerek anlatıyor hocayı.

Parmaklarımın kalem tutacak mecali yok, gözyaşlarım da istem dışı durmuyor. Yas tutmaya korkuyorum, “Hadi Hülya telaş etme, herkes yerini buldu, işine bak sen” diye kızdığınızı hissediyorum… Ersin Nazif Gürdoğan gibi arkasında kalıcı izler bırakanların defterleri kıyamete kadar kapanmaz. Toprağa Bir Güzel İnsan Ersin Nazif Gürdoğan düştü, toprak çiçek açtı. Menzili mübarek, makamı âlî, mekânı Cennet olsun. “Seyrimde bir şehre vardım / Gördüm sarayı güldür gül / Sultanının tacı tahtı / Bağı duvarı güldür gül”

Beyaz Bir Dantel Gibi İşlenmiş Şehir: Berat

Mehmet Mazak ile Berat şehrindeyiz. Arnavutluk gezisinin bir bölümünde Berat’ı gezen Mazak, dantel gibi işlenmiş, pencereleri ile dünyaya açılan, yer yer Amasya’yı çağrıştıran Berat’tayız. Elbette Mazak’ın şiir gibi anlatımı ile daha da güzelleşiyor gezimiz.

“Berat’a Osum Nehri üzerindeki köprülerden baktığında binbir pencereli şehrin evlerini görebiliyoruz. Evlere yaklaşıp taraçalar şeklindeki sokaklara girdiğimizde konutların alt katlarının yığma taşlar ile yapıldığı, konutun anbar, odunluk vb. eşyaların konması için kullanılan yer olduğu, asıl hane halkının oturduğu beyaz badanalı, cumbalı, bombeli ahşap oymalara da sahip, manzara ve güneş ile raks eden odaların bulunduğu binbir gece masallarındaki minyatür saraylar gibi olan üst katlar evin asıl bölümünü oluşturmaktadır. Birbirinin üzerinde gibi duran bu evlerin pencerelerinin hepsi güneşi ve manzarayı göreceği şekilde inşa edildiği için şehrin sanat eseri tablo görselini oluşturuyor.”

Neşet Ertaş’ın Yüreğinden Baran Dağı’nın Ezgisi

Sibel Çavuş, Baran Dağı’ın Neşet Ertaş eşliğinde anlatıyor.

“Köy meydanında, ateş başında toplanan insanlar, Nehir’in türkülerini dinlerken gözleri uzaklara, Baran Dağı’na kayardı. Onlar da Nehir gibi, o gizemli dağın içinde saklı sırları merak ediyorlardı. Nehir’in türkülerinde sadece bir melodi değil, aynı zamanda iyiliğe ve dostluğa bir davet buluyorlardı. Nehir’in sesi ve sazı, köylüler için bir ozanın sesiydi. Tıpkı Neşet Ertaş gibi, o da kendi toprağının sesini taşıyordu. Ve tıpkı Neşet Ertaş’ın türkülerinin nesilden nesile aktarıldığı gibi; Nehir’in türkülerinin de unutulmayacağına, yeni nesillere miras kalacağına inanıyorlardı. Neşet Ertaş bozkırın söz ustası olarak, bu mirası derinlemesine yaşatan bir efsanedir.”

Kıbrıs Göz Bebeğimizdir

Ahmet Köseoğlu, TYB Konya’nın Kıbrıs gezisi ve etkinlikleri izlenimlerini kaleme almış. Kıbrıs ve tarihi üzerine özel notlar var yazıda.

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yalnız kalmayacağını ve Türkiye Cumhuriyeti devam ettiği sürece Türkiye ile bağlantılarının sürdürüleceğine inanıyoruz. Programın oluşturduğu farkındalık, Kıbrıs ve Türkiye’nin yüksek menfaatleri için önemli bir adımdır. Türkiye Yazarlar Birliği olarak, bu anlamlı programın bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ve Türkiye’ye olan inancımızı tazeleyen bu program, gelecekte benzeri programların yapılmasına ışık tutacak ve örnek teşkil edecektir.”

Şehir ve Atlar

Alper Lütfi Göncü, atları şehir bağlamında ele almış yazısında. Bir zamanlar şehrin dört bir köşesinde görülen atların hayatımızdan kayboluşunu ve bunun etkilerini anlatıyor.

“Çok değil otuz sene öncesine kadar çevremizde at görmek olağandı. Kavun karpuz arabasına koşulan sıska kısrak, sütçü beygiri, kâğıt toplayan çingene beygiri, seksenlere kadar yakın mesafe okul servisi olarak kullanılan kapalı at arabaları, “tenezzüh” faytonları, Tatar arabaları, bayram yerindeki kiralık beygirler ve de birçok kadim şehrimizin karşılıklı iki yüklü eşek veya at arabası geçecek genişlikte tasarlanmış sokakları, kapı önünde binektaşları, nal şıkırtıları ile havada şaklayan kırbaç sesleri, çevremizdeki at varlığının kanıtlarıydı.”

Yaşadıkça Ankara

Memiş Okuyucu, Ankara’yı ve D. Mehmet Doğan’ı anlatmış yazısında.

“Daha otuzuna basmadan yazdığı tamamı belgelere dayalı eserle; Türkiye’nin kurtuluşunun kendi kökleri üzerine bina edilecek, iki kanatlı/zülcenaheyn bir ayağı kendimizde bir ayağı bütün kainatı içine alan millilikten geçtiğini, bu durumun önündeki en büyük engelin, kültür köklerimizi çölleştiren tek kutuplu Batılılaşma İhaneti olarak ortaya koyan, birliğimizin, dirliğimizin ve varlığımızın en temel harcı olan, İslami kodlarını Yunus Emre’nin yazdığı dilimiz Türkçe’nin temel yapı taşları mesabesindeki kelimelerini ve kavramlarını bir araya getirmek için bir ömür harcayarak Doğan Büyük Türkçe Sözlük’ü yazıp, Türkçe’nin bu en muhalled diriltici eserini sonsuza kadar milletimizin var oluş burcuna diken,”

Bir Nokta, Sayı:272

Kâğıda, okumaya, dergiye dair gönle dokunan bir giriş yapıyor Mürsel Sönmez. Dijital çağ hepimizi etkisi altına aldı. Eldeki imkânlar elverdiği müddetçe dergileri bu mecradan uzakta tutanlara selam olsun.

Şu noktaya da dikkat çekmek istiyorum. Bir derginin giriş yazısının Mürsel Sönmez tarafından yazılıyor olması bile edebiyat dünyamız adına çok büyük bir kazançtır. Bu kıymetleri gözardı etmemek gerek.

Mürsel Sönmez’in Giriş yazısından…

“Eylül sayımızla karşınızdayız.

Toprağımız hâlâ şiirin bitek tarlası ve biz şiirler yayımlıyoruz.

Hikâyeler yayımlıyoruz. Sözcük oyunlarına yaslanmayan; sahici, somut ve gerçeklikle iç içe, narsisit/nihilist bulantıya “öykü”nmeyen metinler bunlar.

Denemeler, inceleme ve irdeleme yazıları, hatta hatıralar yayımlıyoruz. Yazarlarımız hakikate ve kendilerindeki hakikate yaslanarak metinler üretiyor, çağ karanlığına bir tutam ışık tutmaya çalışıyorlar.

Her sayı sevgili Mustafa Aycın’ın çizgileri var dergimizde. M. Akif İnan’ın “Susarak anlattım bütün gizliyi” dizesi, bir de böyle varlık sahnesinde yer alıyor.

Bilginin ve özellikle de edebiyatın, kâğıda yakıştığını düşünüyoruz. Mürekkep kokusunu yedeğine alan şiirler ve diğer metinler daha bir gerçek, daha bir albenili geliyor bize. Ekranın âbus çehresine ısınamadık, eser miktar kullanıyoruz.”

Yaşar Kemal’in Romancılığı

Mehmet Kurtoğlu, araştırma-inceleme yazıları ile de yoğun bir şekilde meşgul olan bir yazar. Bu alanda çok önemli çalışmalara imza atan Kurtoğlu, Bir Nokta’da Yaşar Kemal’in Romancılığı yazısı ile yer alıyor. İdeolojisi, edebiyata bakışı, eserleri bağlamında ele alınıyor Yaşar Kemal.

“Yaşar Kemal sonra Tanpınar gibi kurgucu değildir. Halk hikayelerini destanlarını alıp süsleyerek yeniden anlatır. Örneğin Kemal Tahir gibi güçlü tezleri vurucu cümleleri de yoktur. Daha çok halk deyişlerine yer verir eserlerinde. Mesela Demirciler Çarşısı Cinayeti’nde “İyi insanlar iyi atlara binip gittiler” sözünü onlarca yerde tekrar edip durur. Kemal Tahir deyişini kendisi yaratır. Örneğin Esir Şehrin Mahpusunda, hapse düşen kahraman “Altı aydan fazla hapse düşen eşini boşamalıdır” diye vurucu cümleler kurar.”

“Yaşar Kemal anlatılarıyla gelenekçi, tezini Batı ve moderniteden yana kullanmıştır. Daha açık ifadeyle kalbi doğulu zihni batılıdır. Ülkesine oryantalist aydınların cephesinden bakmıştır. Batı’nın derebeyini Adana’da Abdi Ağa olarak karşımıza karikatürize etmiştir. Anlatısı Homerosçu, zamanı Modernizm öncesidir. Tanpınar’dan çok sonraları yazmasına rağmen klasik kalmıştır. İlginç olan Yaşar Kemal’in konuşulduğu bir dönemde Tanpınar, kendisinin değil de onun romanlarının ilgi görmesine anlam verememiş, hatta ironik olarak Yaşar Kemal’in çok satılıp okunmasını yadırgamıştır.”

Meram ile İfade

Meramını anlatmakla ifade etmek arasındaki farkı anlatmış Hasanali Yıldırım. Yazılan her cümlenin edebi metin olmadığına dair yerinde tespitlerin olduğu bu yazıda Yıldırım, etkili örneklerle konuyu somutlaştırıyor.

“Bir yazar ifadesini öteki ifadelerden ayıran en mühim husus bu: meram ile ifade arasındaki mesafe. Başka bir şekilde söylersek edebi ifadede meram, ifadenin kendisi değildir. Hatta kimileyin kendisinde bile değildir. Ya o ifadenin içine bir şekilde saklanmış veya örtülmüştür yahut o ifadenin dolaylarında, bazen de dolayımlarındadır veyahut da ifade ile meram arasındaki mesafe, umumi bir kültürle idrâk edilemeyecek, hususi bir kifayeti şart koşacak kadar geniş ve hatta derindir. Bu tür vaziyetlerde maksat o edebi ifadeyi anlamaksa okur, lüzumlu bazı kazı faaliyetine girişmeye yahut keşif seyahatine çıkmaya mecburdur.”

D. Mehmet Doğan Abi

Enver Çapar, D. Mehmet Doğan’ı kaleme aldığı bir yazısı ile anıyor. Ne kadar anlatsak eksik kalacak dopdolu bir ömür sürüp aramızdan ayrılan Doğan, ardında bıraktıkları ile her daim hayırla yâd edilmeyi hak edecek bir değerimizdi. Bu vesile ile bir kez daha rahmet diliyorum hocamıza.

“TYB sadece Türkiye ile sınırlı kalmamış gönül coğrafyamıza da uzanmıştır. Mehmet Abi ufuk sahibi biriydi. Her şeye medeniyet perspektifinden bakardı. Türkçenin uluslar arası şiir şölenleriyle, Balkanlardan Orta Asya’ya kültür kervanlarıyla dilde ve fikirde birlik idealini oluşturmaya gayret etti. Kısıtlı imkânlar ve samimi gayretle girişilen bu faaliyetler gönül coğrafyamızda fazlasıyla yankı buldu. Türkçenin gücüne gerçekten inanıyordu. Dört bir yana uzanan kollarıyla bu ulu çınarın gölgesinde toplanmaya çağırıyordu dildaşlarını.”

Bir Nokta’dan Öyküler

Yasin Şafak – Acıklı Bir Ezan

“Acıklı bir ezan başladı. Sanki çok uzaktan da gelmiyordu. Caminin kendinden miydi, yoksa ilçenin ortak ezanı mıydı? Ara ara, yılda bir iki bu semte gelirdi ama evvelde hiç bu kadar dikkatini çekmemişti. Kim bilir, belki bu kez hissiyattandı. Boynu bükülmüş bir akrabasının yanına gidecek ve sadra şifa bir şeyler söylemeye çalışacaktı.”

“Diğer bilgileri de kafasından geçirdi: Oğlu o yaştaysa, kendisi şu yaştadır. Türk kökenden. Ortodoks kızla kaçıp evleniyorlar. Şehir ayağa kalkıyor. Kısa zamanda hem heyecanları hem cesaretleri sönen anne-baba ayrılıyor. Bebeği de kuruma terk ediyorlar. Oğlan, yurtlarda, “Sizin kimseniz yok değil, Tito Dedeniz var başta” nağmeleriyle büyüyor.”

Serkan Akın – Felç

“Yengesi abisini dürtükledi. Onu uyarıyordu galiba. “Sen sağlamsın abi” dedi zar zor. Ağzına da bir şeyler olmuştu bu esnada. Bazen konuşması anlaşılmıyordu. Küçük bir sessizlik yaşandı. Bu sessizliği abisinin “Hastalık bizim için ölüm de.” sözü kesti. O ara yine düştü. Sanırım kendisini o hastaneden daha büyük bir hastaneye götürmüşlerdi. Orada on gün kalacak ve sapasağlam eve tekrar döneceğini düşünmüştü. Burada doktorlar beynine pıhtı attı demiyordu.”

“Yatar pozisyondan baktığı abisi ve yengesinden bir ses daha geldi. “Biz artık kalkalım.” dediler sanki hep birlikte. Onlar gidebilirlerdi. İstedikleri zaman istedikleri yere gidebilirlerdi. Fakat ayağının ucunda oturan karısı hiçbir yere gitmemeliydi. Yataktaki hayattan sonra rutine binmişti her şey. Karısı onun eli ayağı olmuştu. Tuvalete götürüyor, onu yıkıyor ve bir bebek gibi yediriyor, içiriyordu.”

Ahmet Dönmez – Ah Kızılay…

“O gün evden geç çıktı. Kızılay’da bir görüşmesi vardı. Dışarı çıkınca kışın kendini hissettirmeye başladığını fark etti. Hava bayağı serindi. Ama Kızılay’da park yeri bulmanın zorluğunu düşününce metroyla gitmeye karar verdi. Beş dakika içinde istasyona ulaşıp trene binmişti. Trenin çok kalabalık olmamasına sevindi. Bu aralar grip vakaları artmıştı zira. “Kar yağsa da mikropları kırsa” diye düşündü.”

“Arada gözü kaç durak kaldığına bakmak için camın üstündeki ekrana gidiyor; bir yandan tren yerin üstünde seyrederken dışarıyı izliyordu. Kızılay’a birkaç durak kaldığını görünce sevindi. Bir yere oturmamış, ayakta durmayı yeğlemişti. 5 dakika sonra Kızılay istasyonunda indi.”

“Vagona bindi ve boş bulduğu yere oturdu. Üzerinden tren geçmiş gibi hissediyordu. Biraz sonra “Gelecek istasyon: Necatibey” anonsunu duyduğunda anladı yanlış yöne gittiğini. Batıkent’e gidecekken Ümitköy istikametine giden trene binmişti. İlk durakta inerek karşı tarafa geçti. “Anlaşıldı, bu gece uyku yok bana” diye geçirdi içinden. Güzel başlayan bir gün buruk bir şekilde sonlanıyordu. “Ah Kızılay…” diye söylenerek bindi gelen trene…”

Bir Nokta’dan Şiirler

Dua edelim
Apaçık, duru bir görü bağışlansın bize
Gazabı geçtiğini rahmetin
Zaten biliriz de
Dille ikrar edelim kendimize
Hatırlayalım
Özgür Filistin, nehirden denize.
Görecek bunu mil çekilmiş gözler de.
Hüseyin Karaca

Kalmadı; yok bir şey sana,
Hiç olmazsa gölgeme gel.
Yok sayılsa da varlığın,
Gökte bulutlar bayrağın.

Hayaldi; sanma tek gerçek,
Olmayanı kim bilecek?
Sanrın peşinde koştuğun,
Uçurumdu koca boşluk.
Arif Dülger

Avutulmamış çocukların ellerinde
İpi kaçmış balonlar gibi Çoktan kırılmış benim de kalbim
Yine de boynumun borcu yaşamak Mavi gökyüzünün altında
Her şeye rağmen güneşe bakıp Dualar ediyorum karıncalanan ellerimle
Afrika menekşeleri biriktiriyorum hüznümün heybesine Mayıs kirazları, biraz leylak, hanımeli
Uykusu bölünmüş yıldızlar dökülüyor üstüme
Merhamet denizinde boğuluyor Bir ırmağın kenarında yakamozları seyrediyorum
Mehmet Baş

Şimdi bekle ki narlar çiçek açsın,
mavzer bakışlı çocuklar büyüsün tekmil.
Koygun bir ses çarpsın arzdan semaya.
Yükselsin sular sırıtkan efendiler ülkesinde.
Koyalım bulutların üstüne birer merdiven,
dönüyorum diyeyim aslımın olduğu yere.
Kurusun soyu şu gavurun genç gebe
kadınlarımızın karnını süngüleyen.
Rıdvan Kadir Yeşil

bilmedik yatıştıran nedir acıyı
toplayıp saçlarımızı ve alnımızı dayayıp
yeni güne, ne demiştik

bıçaklar pas içindeydi, ellerimiz kir
ağzımız kuruduğunda bir sabah vakti
bir şeyler yazmadan kağıda
bırakıp giden biz değildik
yakıştıran kimdi bize acıyı
/bilmedik
Habip Çiçek

parmağın kanadı
minik bir nidaydı
say ki kuş imdadı

yanında bitiverdim
bir üveyik gibi titrek
elimdeki mendil

zamanın durması
demişti felsefe hocası
kimisi için
bir adacık, bir nefes odasıdır
bunca patırtının içinde
çokları fark etmez
Tunay Özer

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir