Her ne kadar Türk toplumu olarak yerleşik hayata geçmiş olsak da benim bir yanım göç edip duruyor. Hem de bu durumu hiç sevmesem de… Kaç defa ev taşıdım ben bile unuttum. Bunun her hali kötü de özellikle kitaplarımın oradan oraya savrulması beni en çok üzen durum. Okuma listemdeki kitaplar bir bakmışım ortadan kaybolmuş. Yıllar sonra bir anda bir köşede karşıma çıkıyor okuyacağım kitap. Emine Bayındır’ın Haberiz Dağ kitabı böyle bir talihsizliği yaşadığı uzun süre. Şimdi, binlerce kitabın arasında dönüp dururken tekrar buluştuk kitapla.
Emine Bayındır’ın Şule Yayınları arasında çıkan Habersiz Dağ kitabı, kendini okutturan ve akışına kapılmanızı bekleyen sürükleyici bir kitap. Nehir öykü tadında okudum bu kitabı. Birbirinden bağımsız öyküler olsa da kitapta ortak temaların yoğunluğu bir bütünlük hissini uyandırıyor. Yirmi bir öykü var kitapta. İçimize yeni kapılar, pencereler açan yirmi dünya.
Kitap, birbiriyle bağlantılı öykülerden oluşuyor ve ilk dikkat çeken tema “baba”. Konu, geleneksel bir çağrışım yapsa da öykülerin içine girince farklı bir dünyada yol aldığınızı hissediyorsunuz. Bayındır, öykülerinde klasik anlatım kalıplarından çok öte bir yol izleyerek öznel bir bakış açısını duygu yoğunluğuyla birleştiriyor.
Şiirin hayata renk katan bir yanı var. Şiir gibi deriz ritmi güzel, ahengi kalbimize uyan farklı duruşlara. Öyküde de aynı durum var. Öykü kalıplarının dışına çıkarak anlatımı şiirsel bir zemine çekmek olay merkezli bir türe de ahenk katabiliyor. Bayındır’ın öykülerinin neredeyse tümünde şiirin gizli ya da açık ayak sesleri hissediliyor.
“Pısırık düşlerimi, ansızın tanıdığım o yağmur gibi sokakta bıraktım anne. Beni tanı. Tanı ki dağılan sözlerimi toplayıp kendime varayım.” (s.22)
Bu şiirsel dil, öykülerin bir derinliğe ulaşmasına da olanak sağlıyor. Siz öykünün akışına kapılmışken anlatımın kuşatıcı tavrı sizi de efsunlu bir dünyaya çekiyor:
“Çünkü ben, sahici deniz sancılarıyla doğmuş bir dağım. Bu yüzden kuş gibi sevemiyorum, konduğum dal çatırdıyor. Bir dağın kanat çırpması zor, ağlaması da.”
Öykülerde sık sık hesaplaşma ile karşı karşıya aklıyoruz. Geçmişle, kendiyle, ailesiyle ve özellikle baba ile bir hesaplaşma bu. Bulunduğu durumdan memnun olmama halini de ekleyebiliriz buna. İnsan en çok da kendiyle savaşır. Bu bilinçli ya da bilinç dışı olsa da mücadelesini geçmişini önüne koyup yapar çoğu kez. Bu, farkında olmakla ilgili bir durum.
“Ben de hep duruyorum. Tenekem yamuk, diplerim pas lekesi ve en beteri fasulye olduğumun farkındayım. Bunu babalarından öğrenemeyenlere gıpta edemiyorum artık.” (s. 14)
Bir kategoriye koymamız gerekecekse Bayındır’ın öykülerini durum öyküleri olarak sınıflandırabiliriz. Nasıl bir durum öyküsü bunlar? Anlatımı olan, mesajı ve göndermeleri cümle aralarında okuyucuyu bekleyen durum öyküleri kaleme almış yazar. Yani, durum öyküsü yazıyorum diyerek kendisinin bile içinden çıkamayacağı karmaşa yumağını ve anlamsız soyutlandırmaları öykü rengine boyamaya çalışmamış. Ne yazık ki günümüz genç öykücülerinin içine düştükleri en büyük çıkmaz bu noktadan başlıyor.
Duygu yoğunluğunun eksilmediği, geçişlerin düğüm bölümleriyle sağlandığı ve örgütsel bir temada meselesi olan öyküler Habersiz Dağ’ın ana yapısını oluşturuyor. Babanın yanında anne, hüznün yanında sevinç ve dünlerin yanında beklenen bir yarın var. Bunların hepsi bir yumak düğüm oluyor, zamanı gelince çözülmeye başlıyor.
“Hem nasıl öldüğünü bilmek, geri verir mi ölüyü? Ya annemi! Yarısını yitirmiş bir hayaleti geri verse bile, onu verir mi, ölümün ayrıntılarını bilmek? Annemden geriye kalanlar, hiçbir yaşayana yetmedi, kendine bile.” (s.50)
Habersiz Dağ, Emine Bayındır’ın kendi öykü dünyasında kurguladıklarının yaşanan dünyada kendine aradığı bir sığınak hükmündeki öykülerinden oluşuyor. Nerdeyse her cümlenin üzerinde hassasiyetle durulduğu hissinin canlı olduğu bir anlatım tüm öykülerde var. Sıradan anlatım ya da kurgu olsun istemiyor Bayındır. Özgün bir duruşun sesini ve rengini öykülerine usta bir anlatımla serpiştiriyor. Karmaşalar dünyasında habersiz bir dağ gibi yaşarken; geçmişle yüzleşmek, köklerle bağ kurmak için kaleme alınmış olan bu öyküler insanın yalnızlığıyla bir dağı bilinmez bir evrende buluşturuyor. Öyküler bitince, derin bir nefes alıp, “Hepimiz bir habersiz dağ değil miyiz koca dünyada?” deme ihtimali çok yüksek okuyucunun.
Emine Bayındır- Habersiz Dağ – Şule Yayınları- 2018