TASLAK (Web sitesi) - 1

Ayşe Bağcivan’ın Hece Yayınları arasından çıkan yeni kitabı “Pencerelerinden Dünya Sarkardı” okuyucularla buluştu.  2019’da çıkan ve uzun bir hikâyeden oluşan Alim, etkileyici anlatımı ve sarsıcı finali ile hâlâ zihnimde capcanlı duruyor. Bağcivan, anlattığı hikâyenin bir parçası olarak görüyor kendini. Acının, hüznün, hayatın fotoğrafını sunan öykülerle kurulu bir dünya sunuyor onun anlattıkları. Alim’den sonra şimdi de “Pencerelerinden Dünya Sarkardı” ile dünyanın acıyan yüzünü göstermeye devam ediyor Bağcivan.

Yirmi üç öykü var kitapta. İçimize dokunan, etkisi uzun süre devam eden öyküler bunlar. Hayat gibi gerçek ve karmaşık. Anneler, babalar, teyzeler, demir parmaklıklar, teneşirin soğukluğu, ölümün hakikati, terk etmenin çiçek rengindeki ağırlığı, şehirlerin yavanlığı ve daha fazlası var bu öykülerde.

Bekliyoruz. Düş görür gibi bir hâldeyiz. Son sahneye kadar flu olan her şey bir anda aydınlanıyor ama yürekte büyük bir ağırlık bırakıyor bu hâl. Ayşe Bağcivan bunu birçok öyküsünde yapıyor. Nefes nefese devam eden bir macera sürpriz sonla bitiyor. “Gülbeyaz Günleri” tam da bu tarz bir öykü. Bir huzurevindeyiz. Sessizliğin, umudun ve yalnızlığın evinde. Gülbeyaz’ın içine attıklarının tümünü özetleyen bir son: “Meğer kadın kimsesizmiş!”

İç içe geçmiş hayatlara şahitlik ediyoruz. Lena’da Tarlabaşı’ndayız. Aşk mı tutku mu yoksa bir sığınma mı tüm yaşananlar? İnsan en çok neyi arzuluyorsa odur aslında.

Filizkıran’da minik bir bedenin soğuk mermer üzerindeki hâline bakıp kalan anne, köstekli saatin beyne hücum eden vuruşları, Çivi’nin yetimliği, bir evladın merhametsizliği bizi hayatın gerçek ve acı yüzüyle karşılaştırıyor.

Güldeste’de depremin acı yüzüyle bir kez daha sınanıyor içimiz. Ölmek bazen derin ve çok sarsıcı olabiliyor. Kalp en çok da acılardan eriyerek kaybolmaya başlıyor.

“Adım başı yere serilmiş cansız bedenlerin soğuk yüzleri, güneş hüzmelerinin saçaklardaki buz sarkıtlarını eritmesi gibi kalbimi eritiyordu.” (s.97)

Hâkim Bey, tam anlamıyla bir dramın sahne sahne ruhumuza işleyişinin öyküsü. Başta tebessüm ettiren ama sonunda yüreğimize ağır bir taş gibi çöken acının öyküsü bu. İbretlik denen cinsten. Duyup da inanmak istemediğimiz bir kor alev gibi… Ayşe Bağcivan o kadar içten bir anlatım dili kullanıyor ki boğazınızın düğümlenmesine engel olamıyorsunuz. Duyguyu aktarmak için her sözcüğü özenle seçiyor yazar.

“O hâllerini görünce başıma bir ağrı saplandı. Hiçbir şey demeden arabanın yanına geçtik. Yol boyunca ne tek bir kelime ettiler ne de gözlerini yumdular. Ben bir iki defa konu açacak oldum, duymadılar. Hüzünlerini mayalayan geceyi üzerlerine örtmüş gibi terminale kadar ikisi de vücutlarını hiç kımıldatmadan birbirlerine yaslanarak oturdu.” (s. 92)

Ayşe Bağcivan, birçok kadın yazarın yaptığı gibi sadece kadınların meselelerine odaklanarak kurmuyor öykülerini. Hayatta ne varsa hepsinden bir renkle buluşturuyor anlatımı ama bu hassas meseleleri görmezden geldiği anlamına gelmesin. Şattülarap, çocuk gelin konusunu işleyen bir öykü. Anlatılan her şey hiç de abartı değil. Hatta dinmeyen bir acının sadece görünen yüzü. Çocukların incinen kalplerine dokunan tesirli bir darbe gibi bu öykü. Bir çocuğun acıyan yüreğinden duyuyoruz tüm olup biteni.

“Alnımdaki çizgiden, babamın dudaklarında saklı kalan ömrümden geçerek akıyor Fırat. Yazgımı kayalara çarpa çarpa, dağlardan ovalardan taşa taşa, isyanla pişen kahvelerin sularında kaynaya kaynaya akıyor.” (s.55)

Begonvil en sevdiğim çiçeklerin başında gelir. Evimizin başköşesinde pembe çiçekleriyle bir begonvil renk ve ışıltı dağıtıyor evimize. Ayşe Bağcivan’ın Begonvil öyküsü ne yazık ki huzur dolu bir eve bir zamanlar dağıttığı ışıltının söndüğü bir sonla sona eriyor. Bağcivan en çok da hüzünleri yazıyor. İçimizin acıyan yanlarını ve yarım kalmışlıklarımızı…

“Yüzüstü yere kapaklanmış gibi başını önüne eğip işe gitmek için evden ayrıldı. Yol boyunca mahallelinin sorularında küçüle küçüle, sesi kısıla kısıla, her soruda avucundaki begonvili sıka sıka ilerledi adam.” (s.75)

Sık sık kalbinizi yoklayacağınız, bazen yutkunmakta zorluk çekeceğiniz öyküleri ile Ayşe Bağcivan okuyucuları Pencerelerinden Dünya Sarkardı’ya davet ediyor. Sevmek çok acı, kaybolmak makûs talih, zaman çok derin çizgiler bırakıyor hayatımızda ve ölüm hiç bırakmıyor yakamızı. Bunu en çok da öyküler hatırlatıyor bize.

“Pencerelerinden dünya sarkardı. Yani öyle ki pencereleri küçücük evimize bir gün ayın arka yüzünden gölgesi düştü. Henüz yedi yaşındaydım ki ölüm kapımızdan içeri girdi.” (s.32)  

Ayşe Bağcivan – Pencerelerinden Dünya Sarkardı – Hece Yayınları – 2025

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir