Muhit, Sayı:66

Muhit dergisi 66. sayısında iki dosya konusu ile selamlıyor okurlarını.

Ahmet Edip Başaran Dosyası

Ahmet Edip Başaran, günümüzün değerli bir şair ve yazarı. Şiir dışında kaleme aldığı metinlerinde de şairliğinin izlerini görmek mümkün. Akıcı ve etkisi güçlü bir üslubu var Başaran’ın. Dergide hazırlanan dosya ile şairi daha yakından yanıma imkânına kavuşacak okuyucular. Burada Muhit’in de hakkını teslim etmek gerek. Vefayı her zaman ilk sıraya koyan Muhit, beraber yol yürüdüğü isimlere dergide dosya hazırlayarak yol arkadaşlarına verdiği kıymeti böylelikle göstermiş oluyor.

Dergide dosya kapsamında Başaran ile yapılan bir söyleşi var. Söyleşi soruları Mehmet Tepe’den.

“Dilin tadı sadece konuşmada değil, belki de en çok yazmada temayüz eder. Çünkü yazma eylemi aynı zamanda bir dilin derinlerdeki dünyasında dolaşmaktır. Ben öteden beri yazmak ile düşünmeyi öğrenmek arasında doğrudan ve doğal bir ilişki, bir bağ olduğunu düşünüyorum.”

“Sanatı ve sanatçıyı sadece belli bir ideolojiye veya bir kuramsal dizgeye indirgeyerek şiir eleştirisi yapılamaz. Aslolan, hayatın bizatihi kendisidir.”

“Modern insan hayret duygusunu yitirdi. Hayret ki istikamet fikrinin yakıtı, kanadıdır. Hayret ettikçe insanız. İnsanın istikameti hayrete doğru ve hayretle bir ve beraber oldukça şiir de o hayretin izinde bize bir yol gösterecektir hiç şüphesiz.”

Dosyadan…

Said Yavuz – Yeryüzünden Gökyüzüne Bir Eşik

“Edip de şiir, kitabi bir şey değildir. Bunun eleştirisi de. Okurlar eleştirileri gözden geçirdikçe bunların her birinin modern şiirin birer hasılası olduğunu görecekleri gibi hemen peşi sıra hayata tekabül ettiği taraflarını da keşfedecekler. Çünkü şairin şiire, şaire bakışı hayattan, onların hayata kattıklarından bağımsız değildir.”

Mehmet Özger – Yeryüzü Eşiği’nde Bir Şair

“Ahmet Edip Başaran, yaklaşık otuz yıldan beri şiir, deneme, poetika gibi türler ekseninde sanatın ve edebiyatın temel problemlerine kafa yormuş bir sanatçı. O, bir yandan güçlü bir şair olarak şiirlerini yazarken bir yandan da şiir üzerine yazılar yazmaya devam eder. Bir dil ustasıdır Başaran. Şiirde gösterdiği başarıyı, nesirde gösteremeyen birçok şairin aksine, şiir dili kadar nesir dilinde de başarılıdır.”

Cengizhan Konuş – Yeryüzüne Şiirin Eşiğinden Bakmak

“Yeryüzü Eşiği şairin yeryüzü serüvenine dikkatli gözlerle nazar eden bir kitap. Başaran, şiiri merkeze alarak sorularını yüksek sesle sormaktan çekinmiyor. Öze yüklediği anlamı insanın dünyaya gelirken verdiği söz üzerinden tanımlaması mesuliyet bağıyla doğrudan ilintili. Var olmanın ağrısıyla hep varlığın merkezine çekilir.”

Mehmet Yılmaz – İnsanın Sıradanlaşmama Mücadelesine Düşülmüş Şerhler: Yeryüzü Eşiği

“Ahmet Edip Başaran, modern Türk şiiriyle ilgili okumalarından oluşan Yeryüzü Eşiği’nde dünyaya bakışı çerçevesinde kendi ilgi alanına giren şairler ve eserleri hakkındaki değerlendirmelerini okura sunuyor. Bu metinleri okurken Ahmet Edip’in dil ve şiirle ilgili görüşlerini, bir nevi poetikasına dair ipuçlarını satır aralarında görmek mümkün.”

Dosya: İnsan Olmanın Güzelliği

Muhit’in ikinci dosya konusu; insan olmanın güzelliği.

Kemal Sayar – İnsan: Şu İp Cambazı

İnsan evladı, hayata bir merak duygusuyla gelir. İnsanda dengeyi sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi bu öğrenme kabiliyeti. Modern görüntüleme yöntemlerinin bize ispatladığı nöroplastisite veya “beynin esnekliği” kavramı, insanın öğrendiği her yeni bilgi ile beyin hücreleri arasında yeni nörolojik iletim kanalları oluşturduğunu, en sık “beraber” kullanılan alanların zamanla birbirlerini beklemeden aktifleştiklerini, oluşan her nöral ağın yeni bilgileri algılama sürecini de dönüştürdüğünü anlamamızı sağladı.

Erol Göka – Modernlik ve İnsan Bahisleri Yeniden Yazılmalı

İnsanın mükerremliği ve indirgenemez ontolojisi, yaşanılan dünyaya manevi bir itirazın temelini oluşturmalı, insan haysiyet ve şerefini ortadan kaldırmaya çalışan girişimlere şiddetle itiraz edilmeli, onlara karşı direnilmelidir. Çok sık biçimde karşımıza çıkan insan şeref ve haysiyetini dinamitleme çabalarına rağmen insanın mükerremliğinde ısrar edilmelidir.

Dilara Ayşe Akdeniz – Ormanın Büyüsünden Kentin Karanlığına Kovulmak

Yaşadığımız kolektif bir körlük. Aşırı görmenin yarattığı o yıkıcı körlüğü yaşıyoruz hepimiz. Çok defa neden bu çağda dünyaya geldiğimi düşündüm. Ren Vadisi kenarında bir şatoda cibinlikli yatağında tabiatın sinesine uyanan bir düşes olabilirdim. Antik Mısır’da her gün Nil Nehri kıyısında tanrıların beşiğinde doğabilirdim.

Seyyid Ensar – Korku ve Üzüntü

Nefsini eğitmek de bir çeşit ebeveynliktir. İnsan ancak değerler sayesinde arzularına sınır koyabilir. Neler nefsin lehine, neler aleyhine ancak değerlerle karar verebilir. Nefsine esir olan zillete düşer. Nefsini terbiye edebilen Allah’ın yardımıyla izzete erişir. Muhakkak ki Allah bize adaleti, bir veçhesiyle de nefislerimize zulmetmemeyi emreder.

Dünyanın En Ucuz Şemsiyesi

Bir şemsiyenin altında ümmeti kucaklayan yazısı ile Mustafa Nezihi Pesen Muhit’te.

“İstanbul’da, Üsküdar’da, Eyüp’te, Konya’da, Diyarbakır’da, Edirne’de, Filibe’de, Bosna’da, Halep’te, Filistin’de… Sonra aklımıza, zihnimize, kalbimize, ruhumuza, kelimelerimize, kavrayışımıza, şehirlerimize, evlerimize, sığınaklarımıza saldırdılar. Kaç yüzyıl geçti, hâlâ bitmedi bu istilâ ve işgal. Tarumar etti bizi düşman. Alt üst olduk. Hâlâ bitmedi büyük harp. Bir süngü gibi tuttum bu kısa muhaverede şemsiyeyi.”

Turistik Bakış ve Mekânın Tüketilmesi

Doğallığı korumayı başaramıyoruz. Korunaklı alanlarımız bir bir yağmalanıyor. Bu tükeniş sadece inşaat sektörünün marifetiyle olmuyor. Turizmin elinin değdiği her yerde kapitalizmin çarkı her şeyi öğütüyor. Doğal olan her şey bir anda kâr kapısına dönüşüyor ve elimizden kayıp gidiyor sahih olan ne varsa. Dursun Çiçek bu yitirilişi yazmış.

“Mekânı sahnelemek onu mekân olmaktan çıkarmaktır. O artık içinde yaşanılan bir unsur değil, insanın kendini ondan, onun da kendini insandan çıkardığı bir “şey”dir. Mekân saksıya konan çiçeğe benzemiştir artık. Mekân paranteze alınmış, kuşatılmıştır. Aslında bu yapılan şey saklanmaz da. Mesela açık hava müzesi denir böyle mekânlar için. Oysa müze onu o olmaktan çıkarmak, onu tabiattan, insandan, tarihten koparmak ve sadece nostaljik bir kaygıyla modern insana sunmaktır.”

Bir Erdem Olarak Öz İdrak

Muhammet Enes Kala, öz idrak kavramını Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanı üzerinden anlatıyor.

“Mankurtlaşan, dahası Közkamanlaşan oğulların analarını, geçmişlerini, gelenek ve göreneklerini efendilerinin rızası uğruna nasıl öldürebileceklerine işaret eden ve bu duruma direnme imkânlarından insanları haberdar eden bir kalemimiz var: Cengiz Aytmatov. O, sadece bunlardan bahsetmiyor, geleceğin X fertlerinden de yakınıyor. Aytmatov’u bilge bir Manasçı olarak görmek mümkün.”

Ateşe Bakınca

Müslim Coşkun ile yine kendimizi doğanın koynuna bırakıyoruz. Yeşillik, sakinlik, huzur, bir ateşin yaydığı aydınlık ve közde canlanan anılar… Bu yazıları okudukça Müslim Coşkun ile bir gün dağ bayır dolaşmayı çok arzuluyorum. Çünkü böyle yerler ancak gönlünü dağlara açmışlarla gezilir.

“İnsan ateşi seyrederken başka bir âleme yolculuğa çıkıyor. Bir hüzün hasıl oluyor. İnsan ateşin karşısında kendini daha iyi tanıyor. Yalnızlığını, eksikliğini, çaresizliğini anlıyor. Gurbette olmanın, hasret çekmenin ne demek olduğunu, kalmanın gitmekten daha zor olduğunu ateşin sıcaklığı hatırlatıyor. Yanmak ve yanılmak yakamıza yapışmış, bırakmıyor. Ateş yakmayı değil, yanmayı hatırlatıyor. Yakarak değil, yanarak olgunlaşmanın yolunu açıyor. İnsan olmanın ve kalmanın yollarını aralıyor.”

Muhit’ten Öyküler

Zeki Bulduk- Kır Pidesi

“Dedemin şehre gelmediği günler nedense hep gridir. O şehir, o yıllar, o insanların yüzleri hep gri. Sadece köyün minibüslerinin durağına vardığımda gün biraz ışırdı. Bizim köyün, komşu köylerin insanlarını görürdüm. Yalnızlığımı, alışamadığım şehri bir parça olsun unuturdum. Eğer cebimde biraz para varsa minibüs durağındaki o derme çatma kulübedeki dönerciye girer, yarım ekmek döner isterdim. Dönerciden Allah razı olsun. “Sen öğrencisin” der, ekmeğin içinde mis gibi kokan o yaprak yaprak etleri doldururdu. Ve ekmek her zaman taze ve çıtır çıtır olurdu.”

İlyas Koç – Rüya Göremeyen Muabbir Musa Efendi’nin Tuhaf Hikâyesi

“Gün ışımıştı. Mahalle mescidinden ağır adımlarla çıkan Muabbir Musa Efendi, gece gördüğü rüyanın etkisinden henüz kurtulamamıştı. Aslında onu ürküten gördüğü kâbus değildi. Bizatihi başı sonu belli, ayan beyan bir rüya görmesiydi.”

“Musa Efendi, rüya görememe illetine derman bulmak için gittiği, zamanının tanınmış rüya tabircilerinden Muabbir Tahsin Efendi’nin konağında Nazike Hanım’ı görmüş ve bir müddet sonra izdivaçları gerçekleşmişti. Kayınpederinin konağına içgüveysi olarak giden Musa Efendi, hayatının kalan kısmını burada geçireceğinden habersiz, Tahsin Efendi’den tabir ilminin inceliklerini ve esrarını öğrenmişti.”

Muhit’ten Şiirler
bu hayreti ilkin kimde gördümdü unuttum, hayret
musa mıydı hızır mıydı yollarda üç atsız ve silahsız
herkes herkese yol olamaz, yollanamaz dediydi birimiz
yoldan çıkmak yola çıkmaktan daha kolaymış, hayret
Eyyüp Akyüz

Kayıklarla geçtin nehirleri sana seslendiler unutmuşsun
Yüzünü suya dönerken yıkadığın çamaşırlarla
Kokladım güzel bir dünyayı bahçelere çıktım
Fotoğrafına baktım bütün gece bütün sabahlarla
Serinlik içinde kuş avlayan avlulara çıktım
Gömleğimi yırttım, kırdım kahve takımlarını
Ellerimi suya tuttum, kırdım bir dalın ucundaki canı
Çünkü bir nehrin karşı tarafı gibiydi gözlerin
Mavi bulutlar, yeşil sular, baktığın kayıklar
Bulutlarla geçerken ıpıslak kaldım öylece
Yağmura yakalanan bir kadın çaresizliği işte
Durdum, düşündüm, yürüdüm benden uzaktaki kendime
Mehmet Tepe

Sen aşk derdin
unuturdum suyu, susuzluğu
bir şarkı gibi başlardık ölüme
görülmesi gereken bir an gibi

Bir armağandır avucunda ufalanmak
bunu severdim ve inanırdım
kalbim hiç değişmeden
derin kuyulara koşardım
yeniden yoğrulup yaratılmaya
Yunus Karadağ

radyoda bir pazar günü
babamla maç dinliyoruz
az sesini aç oğlum diyor
oğluyum onun bu yetiyor
90’lardan bir çocukluk uykusu dolduruyor gözlerimi
eski bir türkiye radyodan sesleniyor
Süleyman Unutmaz

çok güzelsiniz çok iyisiniz çok matahsınız
her şey istediğiniz gibi istediğiniz kadar
emredince anında toplanıyor kalabalıklar
emredince alkışlıyorlar emredince susuyorlar
emredince yer yerinden oynuyor sanırsın düğün dernek
sanırsın yepyeni bir devlet haritanın ucunda
haritanın ucunda çınlıyor kahkahalar
Cafer Keklikçi

Hayretinden dağlara kar yağıyor
Ve eriyor sonra güzelliğinden

Yüzün zemheride açılmış çiçek
Kırağı çalmamış asaletinden

Aşk; soyu tükenmiş hayvanlar gibi
Uluyor gecenin sessizliğinden
Hasan Nalçacı

Mayıs bu
Hiçbir gelinciğin gölgesinde serinlemez
Hiçbir harfin
Ruhtan geçer en çok otobüs
En çok pencereler zulmeder tana
Üstte gül simetrisi vazoda keder
Mustafa Muharrem

korkunca yalanlarımı unutuyor
ve savunmasız kalıyorum
her şey naylondan ibaretti
diyen şairi bile hatırlamıyorum
önce tülleri çekiyorum
sonra perdeleri, güneşlikleri
karanlık bir odada
siyah karıncalar düşlüyorum
kimse dinlemiyor beni
kendim bile
Suavi Kemal Yazgıç

Ay Vakti, Sayı: 216

Ay Vakti dergisi 216. sayısına giriş yazısında gündemin nabzını tutarak giriyor. Türkiye ve dünya tarihine dair hassas notlar var yazıda. Bakış açısı oldukça yerinde, yerli ve milli.

“Türkiye’nin Terörle Mücadele tarihine bakıldığında iki tarih önemlidir: Birincisi 12 Ekim 1983 tarihinde çıkarılan “Olağanüstü Hal Kanunu”; ikincisi ise 1991’de çıkarılan “Terörle Mücadele -özel- Kanunu”dur. Terör sarmalının ülkemize ve bölgeye verdiği zararın haddi hesabı yoktur. Terörle mücadele, pek çok şekilde yapılabilir. Bunun içinde barış süreçleri de olur. Lakin kullanışlı bir aparat olarak görülen örgütlerin, menfaati olan büyük güçler tarafından kullanılması, süreçleri daima kırılgan ve hassas kılmaktadır. Türkiye’nin 2013-2015 yılları arasında yürüttüğü “Çözüm Süreci”, dış müdahalelerle akamete uğramış, süreç yarım kalmıştır. Bugün yeni ve tarihi bir süreç yaşanmaktadır.”

Sanat Hayatın Coşkulu Atılımıdır

Necmettin Evci, sanatın hayata kattığı anlam hakkında yazmış.

“Hayata nasıl bir anlam yüklerseniz yükleyin, nasıl bir önem atfederseniz ediniz son aşamada dünyanın yani nesnel gerçeklik ve malzemenin verdiği izin ve imkânlar sınırı içinde bir tasavvur, bir kavrayış, bir tutum ortaya koymak durumunda kalırız, kalıyoruz. Hakikatin sınırsız sonsuzluğunda kemale erme yücelik ve yüksekliği arttıkça, bütün bu araç ve malzemelerin hakikat nezdinde sembolik göstergeler olduğunu, esasen bir göstergeler dünyasında Twain’in söyleyişiyle bir düşte yaşadığınızı fark edeceksiniz.”

Sanat Uğraşı

Ay Vakti’ndeki sanat konulu ikinci yazıyı Recep Garip kaleme almış. Sanatın içeriği, olanı, olması gerekeni, sanatçının işlevi gibi birçok konuyu işliyor yazı.

“Sanatçı, hikmeti arayan kişidir. Henüz keşfedilmemiş olanı bulma gayretindedir. İlk doğan güneş, ay veya yıldız gibidir; yenidir, keşfi henüz yapılmamış olan yenidir. Eflatun, sanatçıyı “toplum için faydalı kişi” olarak tanımlar. O, öncüdür, sezgi gücü kuvvetlidir ve keşfe açıktır. Bir keşfin arifesinde, yerinde duramayan, uykusuz geceler geçiren, geceyi gündüz, gündüzü gece eyleyen kişidir sanatkâr.”

Şiirin İmtiyazı

Şiir hayatın her yerinde. Yeter ki görmesini bilelim. Hayata ruh katan, renk veren bir etkisi var şiirin. Orhan Oğuz, şiirin imtiyazı hakkında yazmış.

“Şiirin imtiyazının kaynağı için niteliğine baktığımızda basit bir hakikatle karşılaşırız: Şiir, edebî türlerin hem en zorudur hem tümünün zirvesinde yer alır. Herkesin şiir tecrübesi olabilir, hatta olmalıdır ama şiirin ruha nüfuz eden saf hâline, “şiir gibi” benzetmesine sebep olan seviyesine ulaşmak hayli zordur. Şiir, dinleyende veya okuyanda oluşturduğu etki bakımından da zirvededir.”

Bir Esere Nasıl Bakmalı?

Mehmet Dumlupınar, bir edebî esere nasıl bakmalıyız sorusunun cevabını veriyor yazısında. Aslında bir metni okuma rehberi de diyebiliriz bu yazıya. Dikkat edilecek hususlar, metni daha iyi anlamaya dair notlar var yazıda.

“Edebi eserde en önemli öge metindir. Metin yazarından izler taşır. Müessir eserini eseri de müessirini anlatır. Tam da burada araya okur girer. Okurda eseri kendine göre yorumlar. Edebi eserin bir özelliği de çok anlamlı, çok katmanlı olmasıdır. Yazar bir manayı ifade etmeye çalışır fakat eser okura ulaştığında nice nice manalar ortaya çıkar. En nihayetinde edebiyat dünyasının merkezinde metin vardır.”

Edebî Sessizlik yahut “Hayır”ın Hayrı Üzerine

Zamanında ve olması gereken yerde hayır diyebilmek de hayırdandır. İradeyi ortaya koyabilmenin yolu hayır diyebilmekte yatıyor. Toptan kabullenmek insanın ruhunu da cenderede bırakıyor. Salih Uçak, sosyal medyanın zihinleri aldığı ablukanın ortasında hayır demenin hayrından bahsediyor.

“Gölgenin egemenliği, fake ve trol’ sayesinde her yerde hüküm sürmektedir. Kavramlara sığınarak takiye yapanların içine düştüğü ahlaki yozlaşı da aynı odağa hizmet etmektedir. Bireysel ‘mübah’ fetvalarıyla kendine alan açanların eğreti hayatları, her şeyden evvel hakikatin gölgelenmesine sebebiyet vermektedir. Yaşayan ölüler çağında kirli cam nazarıyla hakikate bakanların yaşadığı hayat, ‘mış gibi’likten başka bir şey değildir.”

Sözümüz ve Yönümüz

Sözü kimliğidir insanın. Sözüyle dünyadaki varlığının yerini pekiştirir insan. Söz ve yön bu anlamda birbirini tamamlayan iki kavramdır. Şeref Akbaba, sözün yönü üzerine yazmış.

“Egemen dünya düzeninin sarmalından kurtulmak için hâl çareleri aramayan ve katledilen mazlumları çaresiz bireyler gibi seyretmek zorunda kalan İslam ülkeleri(!) bir yana; dünyanın her yerinde katliamları lanetleyen her dilden, dinden ve renkten insanların bu duyarlılığı takdire şayandır.

Yönü mazlumlardan yana olanlara selam olsun. Sözü hakikat olanlara da…”

Ay Vakti’nden Öyküler

Semra Saraç – Yalnız Ve Herkesle

“Herkes geçiyor. Sanki o kalacakmış gibi duruyor. Makamı ve mekânı orasıymış gibi duruyor. Ve büyük bir keşifte bulunmuş gibi diyor “Herkes geçiyor.’’ Bu arada rüzgâr da mı geçiyor? Yanından geçen biri “Sen de geçsene’’ diyor. O an kendisinin de geçmesi gerektiğini hatırlıyor. Bir başkasının uyarmasına gerek var mıydı? Köprüye çıkmışlardı, geçiyorlardı ve kendisi de geçmeliydi. Nasıl da bir an, kendini, bu geçişin dışında sanmıştı ve saymıştı!”

Züleyha Kayaoğlu Eker-Filistin: Baharlar Ülkesi

“Zeytinin, üzümün ve portakalın yurdunda, güneş kızıllığının yaktığı denize vurgun çocuklardık. İşgalcilerin saldırılarının gölgesinde bile en güzel kır çiçeklerini toplayıp annemizin başına taç yapardık. Ben, Rim ve Tarık Filistin’in tüm çocukları gibi bizden önceki kuşakların acısını damarlarımıza çekerek büyüyor, ölümle hayatı yan yana yaşıyorduk.”

“Bize biçilen libas işte buydu. Beğenip giymemizi istedikleri ölümse bizim şanımızdı, bunu bilmiyorlardı. Ölümden korkmak değildi bizimkisi, kendi yurdumuzda onurumuzla yaşamak istiyorduk. Elimizden aldıkları vatanımızı şehit vere vere tekrar almaya kararlıydık. Lakin şimdi viraneye dönen bu şehri arkada bırakıp bir gün dönmek üzere gidiyorduk.”

Ay Vakti’nden Şiirler
her şey ne kadar da güzel olsun isterdim
bahçeler salkımsaçak, dostluklar salkım saçak
ve fotoğraflar daima bir neşeye yer bırakacak…
oysa yaktığım cıgaranın külleri sarıyor bütün âlemi
bütün bir cihan saçlarımla beraber beyazlıyor
kendimi tutamıyorum bu alacakaranlıklarda
kör kuyulara menzil oluşlarım işte hep bu yüzden
hep bu sebepten işte sessiz kalmalarım
duman tütmeyen yangınlarda.
Ferhat Öksüz

biliyorum güle en yakın yapraklarıdır bir de bülbülü kanatan dikenler
ve ağzından hep çekip almak ister en güzel kelimeleri leylânın meddahları
otur da çek derim aşkın sana gönderdiği doksan dokuz sayılı tesbihleri

perdeleri de çek görmesin yüzünü ağyâr nazar verir sonra içli gamzelerine
kahır alışmıştır çekmeye hicranın derdini gurbet ellerde merhem istemez
yine de sen bul getir bir gönül tabibini sevdalı insanlar ülkesinden
Selami Şimşek

mührü görmedi etrafım
donanmıştı çünkü gündelik telaşın hayhuyuna
atılan imza bana ait değil
kalmadı anlatacak hikâyemiz
pencere kenarında çiçeğim yok
balkonda nadasa bırakılmış toprağım

anlatacak hikâyesi olan çocukluğum
icbar edildiğim bir uçuruma yazıldı
yoktur melisanın rayihasını zapt eden
bir uçurum
Ali Sali

Durma, güz elbiselerini giydirdiğin dağlarıma karşı yürü,
Yeniden açmak içinse solmak, bir ağaç gibi sana hazırım,
Yenilgim senden gelir, sana döner, bir anlam bulur.
Güven Fatsa

Hayal Bilgisi, Sayı: 57

Hayal Bilgisi, içtenliği ile gönüllere dokunan bir dergi. Derginin sayfaları arasında gezerken samimiyet sizi hemen kuşatıyor. Bunda elbette dergiye emek veren isimlerin özverisi ve eğitimci olmalarının payı büyük. Bir gönle nasıl girileceğinin ustasıdır eğitim dünyamızın neferleri. Cihat Albayrak’ın “Öğretmenliğimden Notlar” yazısını bu duygularla okudum. Kalp temizliğinin ne olduğunu, üzülmenin ve sevinmenin en sahih halini ancak yüreklere dokunmasını bilenler anlar.

“Sınıfta bir çocuk rubrik küpünü çok hızlı yapıyordu. (Arkadaşlarına göre çok hızlı.) Bir arkadaşı dedi ki, “Hocam ben biliyorum bu niye böyle hızlı yapıyor.” Merak ettim haliyle. “Babası ona okumuş hocam!” dedi. Çocuğun babası imammış. Okunmuş öğrenci. : )”

Erhan İdiz İle Söyleşi

Mazlum coğrafyalarda belgeseller çeken bir isim Erhan İdiz. Çekimlerde yaşadıklarını, şahit olduklarını anlatıyor İdiz.

“İlk gittiğimde hani bayağı bir şoka uğradım. Çünkü Bangladeş’ten başladım ve iki dünya arasındaki fark çok fazlaydı. Çok garip geldi. Tabi orada açlıktan ölümler falan yoktu ama günlük bir doların altına çalışan insanları görünce bayağı garipsemiştim.”

“O insanlarla karşılaştığımda öyle yaptım, Çad’daki susuzlukta öyle yaptım, şimdi Malavi’deki açlık hikâyelerinde aynı şeyi yapıyorum. Kameranın karşısına geçiriyorum insanları, onları dinliyorum. Ama bunun gerçek olduğuna dair bir düşünce yürütmüyorum, üzerine düşünmüyorum çünkü bu insanı çok sarsıyor.”

Güzel Düşünceler Bahçesi

Güzel düşünceler bahçesinin konuğu Ercişli çocuklar. Ellerinde imkân olsa okullarında neler yaparlardı sorusuna verilen birbirinden güzel cevap var. Birkaç cevabı buraya alıyorum.

“Ben kitap okumayı çok seviyorum. Her okuduğum kitapta kendimi oradaki karakterlerin yerine koyuyorum. Bu yüzden okulumuzda tiyatro yapabileceğimiz, içerisinde kostümler olan bir sınıf olmasını isterdim. Orada okuduğum kitapları canlandırmak isterdim. Eylül Beren Gümüş – 10”

“Bence önemli günlerde öğrenciler üst görevli kişileri ziyarete gittikleri zaman sadece birkaç tane öğrenci değil sınıfın hepsi götürülmeli çünkü ben de gitmek isterdim, bütün çocuklara adil davranılmalı. Sınıf mevcudu çok olmamalı. Hatice Efnan Bayram – 9

“Okulumuza bir spor köşesi yapılsaydı beden derslerinde hava kötü olunca orada spor yapardık ve moralimiz kötü olunca orada vakit geçirirdik. En önemlisi spor aletlerine zarar verenlere ceza verilmeli. Benim hayal gücümde gerçekleştirebildiğim bu kadardı. Mehmet Efe Çelik – 12

Gassal Dizisi Üzerine Birkaç Şey

Yayınlandığı ilk günden bu yana ilgiyi üzerinde tutan bir dizi Gassal. 2. sezonu ile de aynı ilgi devam ediyor. Beğenenler, beğenmeyenler, eleştirenler derken dizi üzerindeki ilgi biteceğe benzemiyor. Mehmet Mumcu bu dizi üzerine yazmış.

“Gassal’in apayrı bir derdi var: Biz modern ve profesyonel yaşayıcılara ölümü hatırlatmak. Bir yerlerde birileri ölüyor ve kapımızı çalınca tanışıyoruz soğuk yüzüyle ölümün. Sonra giden gidiyor ve biz arkasından akılda kalmasını bu dünyadaki kalıntılarını zorlayıcı hikâyeler buluşturuyoruz hayatımızdan. Rahmetlinin ne kadar güzel yaşadığına dair. Dünya yalan dediğimize bakmayın ölümü geçiştirmek istiyoruz esasında.”

Günlüklerden

Şakir Kurtulmuş, günlüklerini yayınlamaya devam ediyor.

5 NİSAN 2022 Dostluklar üzerine söylenecek ne çok şey var. Dostluklarımızı yenilemeliyiz. Büyütmeliyiz, çoğaltmalıyız. Yeni mekanlarda, yeni şehirlerde yeni arkadaşlıklar oluşturmalıyız. Dostlukların büyüdükçe daha da güzelleşeceğinin altını çizerek… İlişkilerimizi yeniden gözden geçirmeli, dostlukları geliştiren veçhesi ile çoğaltabilmeliyiz. Hakikatin etrafında bütünleşmiş, sarsılmayacak kadar güçlü olmalı ilişkilerimiz, dostluklarımız. Düşüncemizi, idealimizi hayatımızın merkezine aldığımız sürece sağlam dostluklar, ilişkiler gelişecektir. Bir “meselesi” olan herkesle bir araya gelebilmeliyiz.

Hayal Bilgisi’nden Öyküler

Alikan Ceylan – Teslim Taşları

“Üçüncü taşı aldım. Bu taş, Çocukluk Taşı’ydı. Bu daha küçüktü ama daha sert ve daha keskindi. Belki ilk suskunluğum, belki de ilk ağlayışımdı. Oyunlardan uzak durduğum, kekeme cümlelerle konuşmaya cesaret edemediğim zamanların ağırlığıydı. “Bir ara gülmeyi öğrenmişti dudaklarım ama içimin o gün de yorgun olduğunu anımsayıp bu taşla bedenimde kabuk tutmuş eski yaraları da sızlattım.. Ama bu defa acıyı susturmadım, kanı durdurmadım. Avuçlarım sızlayarak bu taşı da toprağa bıraktım.”

Arif Onur Solak-Masada Yarım Bardak Çay, Ferdi Tayfur ve Hoşça Kal Leyla

“Masanın ucunda yarısı içilmemiş bir çay bardağıyla oturuyorum. Diğer ucunda da içilmeye devam eden başka bir çay bardağı. İçilmeye devam eden çay bardağının hizasındayım. Aklıma gelmişken bir yudum daha alıyorum. Evet. Bitti.”

“Anlaşılan Leyla, susmayı da sevmiyor. Hâlbuki konuşacak şey yoksa susacak bir şeyler mutlaka vardır. Fakat insanlar bazen susmayı sevmiyorlar. Ben seviyorum. Fakat sadece benim seviyor olmam yetmiyor bir sevgiyi ayakta tutmaya. Neyse. İyi oldu, birimizin bu ilk adımı atacağı aşikârdı.”

Ayşe Ünal – İki Kırık Dal

“Bir ikindi üzeri. Hava sıcak mı soğuk mu insan dışarı burnunu uzatmadan anlayamaz. Öyle bir hava var dışarda. Güneş eve girene kadar ikindi oluyor. Turuncu bir kova boyayı usul usul üzerine dökmüş gibi görünüyor evin içi o saatlerde.”

“Telaşla çilingir çağırıp açtırıyorlar kapıyı. Salona girdiklerinde Şehriye Hanım’ı pencere kenarındaki berjerde buluyorlar. Yüzünde tebessüm kucağınca çocukları. Açık duran camdan içeriye tam da Şehriye Hanım’ın kucağına bir nar çiçeği düşmüş. Fiskosun üzerinde açık duran eski radyoda “Yine Bir Gülnihâl” çalıyor. Mevsim baharken, doğa yenilenen hayatına başlarken ve Şehriye Hanım’ın ömründen herkes adını sildirmişken… Bir kavuşmanın fotoğrafını böyle çekiyor zaman.”

Esra Durmaz Çilekci – Lacivert Kaşe Kaban

“Bu kabanla metroya binmek de ayrı bir mesele. Özellikle kalabalık olmayan saatlerde hızını çok iyi ayarlamalısın. Hızlı bir giriş yaparsan komik durabilir. Yavaş olursan da fazla kasıntı bir görüntü verebilirsin. Ortalama bir hızda, sadece boş koltuklarla ilgileniyor gibi görünür bir şekilde giriş yapmalıyım.”

İbrahim Gürel- Sahiden Güzel Adam

“Sıcakkanlıdır, babacandır Hayri Abi. Sarı saçlı kızın memleketini soruyor hemen. Gurbete alışamamış öğrenci kızın zarif yüzüne öksüz bir çocuğun garip tebessümü oturuyor. Durumu anlayan Hayri Abi sesini tonton dedelerin oktavına çekiyor. “Okumak için burada olduğun, harçlığını çıkarmak adına bu işi yaptığın belli evladım..” diyor. “Memleketini merak ettim sadece.” Kız Manisalı olduğunu söyleyince atılıyor; iyi bilirim Manisa’yı, insanını da çok severim. Küçük hanımın gönlüne dokunuyor bu cümle. Eh Hayri Abi diyorum içimden, yine yaptın yapacağını. Bir garip gönlü daha sevindirdin ya fırsatını bulur bulmaz!”

Nigar Nas Kocabaş – Sahne

“Baba oğul sohbet ederek yürüdüler önümden, tam çıkarken köşede, beklediğim o temiz bakışı gördüm ve ortalığa yayılan hafif bir lavanta kokusu. Meşru zeminde, tiyatronun bitip hayatın oynandığı, suflörsüz, ışıksız ve maskesiz gerçek bir hikâyenin içinde olmak güzel hissettirdi. Nişanlısı utanarak geldi yanlarına, ikisinin mahcubiyeti babayı bir iki adım ileriye götürdü, gençler arkada yan yana. Bazı hikâyelere dahil olmaya gerek yok, mutluluğa şahit olmak da yetiyor.”

Hayal Bilgisi’nden Şiirler
kükreyen imanlar kalkınca şaha
hürriyet güneşi kalmaz sabaha
tarih, yiğitleri görsün bir daha
“nehirden denize özgür filistin!”
Bestami Yazgan

son zil sesiyle toparlanan çocuklar
hızlı adımlarla geçerdi karanlığın içinden
ben böyle vakitlerde telaşlı adımları sayardım
volta atsam da tükenmez gecenin kara yükü
derin bir suskunluğa gömülünce loş koridorlar
çoğalmaya başlardı içimde beklemenin onca yası
Akif Dut

mumdan kayıkla açılsan ateş deryasına
yetimliği ve yalnızlığımı haykıracağım
yarıya indirip kalbimin bayraklarını
sen için bir ömür yas tutacağım
Mustafa Işık

ruhumuza üflenen de hayat, sûra üflenen de
kuşun ölümüyle kıyam et, kıyamet kuşun ölümü
küllenmiş günahlarımızla her akşam ölüm provası
küllerin arasından dönüyor ateşin yakmadığı
içimizde harlanan dünya, hiç durmadan kamçılanan
Mehmet Ali Tek

ben pul pul siyah damatlığımla
ölüm bembeyaz gelinliğiyle
öteki konağa doğru topal atlar gibi koşacağız
siz kazın şiir kitabını kazma kürekle
bulun içerisinde papatya geçen bir beyit
atmayın acıtmayın canımızı
iki mısra arasına yatırın bizi yavaşça
Kazım Gök

akşam olunca gölgeler bile gider zeynep
karanlık kardeşidir tüm ayrılıkların
unutmak ve kaçmak içindir aydınlatmalar
yine de kendi gecesinden kaçamaz insan
ve kendini görmez aynada hiçbir göz
sen, Allah’ın aynasında Zeynep
Semih Çar

Yediiklim, Sayı: 423

423. sayıya Mit ve Edebiyat yazısı ile başlıyor Yediiklim dergisi.

“Bizim mitlerimiz de var. Tanzimat sonrasında önce din sonra da dinin etrafında oluşan kültürel birikim reddedildiği için mitler de birer arkaik hikâye olarak belleğimizin diplerinde bir yerlere çekildi. Bizim kendi medeniyetimizin yaşamış gerçek kahramanları bile mitik nitelikler taşımasına rağmen çoğu zaman onların çağrışımsal ve imgesel güçlerini kullanmayı ihmal ettik. Bütün peygamberler, sahabeler, büyük zatlar bizim edebiyat yapma gücümüzün potansiyel arka planını oluşturur.”

Ali Haydar Haksal’dan Güne Dair Notlar

Ali Haydar Haksal, günlük tadında Kendime Notlar’ını paylaşmış. Notları okuyunca, görüyoruz ki insan bazen en çok da kendisiyle konuşmak istiyor. Halleşmek diyebiliriz bu özel anlara.

“02.09.2018

Sözün ağırlığı yerindeliğiyle belli olur. Asıl durum sonuçlarından sonra kendini belli eder. Yazıya dökülenlerin sonradan olan pişmanlıkları yarar sağlamaz.”

“13.09.2017

İnsanın kendi sözleriyle kendini vurması kadar talihsiz bir şey olamaz. Kendine ayak bağıdır. Beklenmedik bir zamanda insanın önüne çıkıverir. O an hiçbir şey yapılamaz. Geçmiş, geçip gitmemiş olur ama o prangadan kurtulamaz bir daha.”

Saff Suresi: “Vahdet” Simgesi

Kadir Canatan, tefsir dersi tadında yazısı ile Yediiklim’de. Saff suresindeki vahdet imgesi üzerinde duruyor Canatan.

“Saff Suresi, müminlere birlik, kararlılık ve Allah’a sadakat konusunda önemli dersler verir. Allah yolunda mücadele edenlerin mükâfatlandıracağı, tevhid mücadelesinde sözünde duranların Allah tarafından sevileceği vurgulanır. Ayrıca, Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’in gelişini müjdelemesi, İslam’ın evrenselliğini ve tarihsel devamlılığını ortaya koymaktadır. Bu sure, isminden de anlaşılacağı üzere müminleri Allah yolunda samimiyetle çalışmaya ve saflarını sağlam tutmaya davet eder.”

“Sîzlerden Biri” yahut Ömer Seyfettin ve Yahya Kemal

İsmail Demirel, “Ne olacak bu gençlerin hali!” minvalinde tepkilere neden olan davranışlara ince göndermeleri olan yazısı ile dergide Yediiklim’de. Geçmişe gidiyoruz, Ömer Seyfettin ve Yahya Kemal’den hareketle gençlere yaklaşım tarzı üzerine bir yazı kaleme almış Demirel. Günümüze uyarlanacak detaylar var yazıda.

“İki farklı yazar, iki farklı metin, iki farklı olay; fakat iki benzer tepki… İki olayda da ortaya konan tepki, gençlerin davranışlarının olumlanmasıdır. Zira gençler, uzun zamandır, bağlı oldukları kültürün ve inancın gereklerinden uzak yaşamış ve sonunda o inancın gereğini yerine getirmişlerdir. Birinde sünnete uygun kesilen bıyıklar, diğerinde ise kılınan bayram namazı neticesinde gençler ve onların nezdinde genç nesil tebrik edilmiştir.”

Cehennemde Bir Gül Bahçesi

Leyla Yıldız, Cemil Meriç’e dair yazmış. Fikir sancıları, umutları, hedefleri, içinde kalanlar, ortaya koydukları… Meriç, her şeyiyle bu toprağın has seslerinden biridir. Yıldız’ın yazısında da bu noktalara dair göndermeler var. Bir fikir işçisinin sancılarına şahitlik ediyoruz.

“Cemil Meriç bir aksiyon adamı olarak cephede, ateş hattında olacakken fikir ve sanat kavgasının dışındadır. Fildişi kule adını verdiği miskinler tekkesinde, uyku ile uyuşukluk arasında raks eder. Tufandan kurtulmak isteyenler için bir gemidir fildişi kule. Büyük düşünürlerin hepsi fildişi kulede yaşamıştır. Sanatın ve düşüncenin gökdelenlerini burada inşâ eder.”

“Soğuk bir oda. Hayatını kalemiyle kazanmak mecburiyetinde olan genç bir adam. Radyodan yankılanan sesler, sigara dumanıyla ısıttığı parmakları… Ve gecenin suskunluğunda çınlayan yalnızlık.”

Batı’nın Coğrafi Atılımları ve Durumumuz

Coğrafi keşifler denince akla hemen batılı ülkeler geliyor. Batı bu keşiflerle meşgulken biz neyle meşguldük? Hem de dünyayı avcunun için gibi bilen bilim adamlarımız, alimlerimiz varken… Ömer Hatunoğlu batının coğrafi atılımlarının karşısında bizim durumumuzu yazmış.

“Piri Reis’in haritasına [1517] baktığımızda bizim denizcilik adına o zamanlarda hiç de geride olmadığımız anlaşılıyor. Amerika’dan da habersiz değiliz. Burada derdimiz tarihi aklamak değil. Coğrafi atılımlar yapmak, Amerika’ya çıkmak belki OsmanlI’yı daha da önemli yapabilirdi. Fakat burada şu noktanın altını çizmek lazım. Medeniyetlerin iniş ve çıkışlarına baktığımızda bir iniş çıkış sırasının olduğunu görürüz. Yani her şey gibi atılım da bir ihtiyaçtan doğar. Belki de Avrupa için bu atılımlar kaçınılmazdı. Avrupa’yı Avrupa olmaya zorlayan temel hadise 1453’teki İstanbul’un fethidir. Temel itici motivasyon kaynağı budur.”

Eyüp Taşçı ile Şiir ve “Araftan Aşka” Kitabı Üzerine Söyleşi

Fatih Memiş’in sorularını cevaplamış Eyüp Taşçı. Araftan Aşka kitabı üzerine notlar var söyleşide.

“Bugün geldiğim noktada, sözlerimin ülkenin ruhuyla uyumlu olduğunu ve hakkaniyetten uzak olmayan bir yerde durduğunu düşünüyorum. Beni takip edenler hiçbir zaman bir kesimin ya da çevrenin sesiyle değil, ülkesini ve insanını iyi tanıyan, gerçekliğinden kopmadan konuşan bir çabayla karşılaşacaklardır. Bu bahsi ileride daha etraflıca ele alabiliriz.”

“Bunu şöyle izah edebilirim. Sür benim için hayatta kalmanın bizzat kendisidir. Beni hayatta tutan şeydir şiir. Her düştüğümde yakalayandır. Yazmak ve yaşamak, hangisinin hangisine imkân tanıdığını tam da bilemediğimiz ama birbirine kesinlikle kalın zincirlerle bağlı olan iki hadise. Yaşayamadığımız için mi yazıyoruz yoksa yazdığımız için mi yaşayabiliyoruz tam olarak bilemem. Ama şair, oldukça yaygın da olan bir yaşama şeklini reddettiği için şiire sığınan adamdır.”

Özgürlük İradeye mi yoksa İmkâna mı Aittir?

Fatma Kaya Öztürk, özgürlük üzerine yazmış. Nasıl özgürüz ya da özgür müyüz aslında? İrademizle özgürlük arasında nasıl bir bağ kurabiliriz? Tüm cevaplar yazıda.

“Özgür irade, İslam alimlerinin de çözmeye çalıştığı bir problemdir. Her şey Allah’ın bilgisi dahilindeyse biz davranışlarımızda özgür müyüz? İslam dünyasında her şeyin Allah tarafından belirlendiğini ve insanın özgür olmadığını belirten alimler olduğu gibi Mutezile tarafı da insanın eylemlerinin kendisine ait olduğunu dolayısıyla insanın eylemlerinden sorumlu olduğunu savunurlar. Ehli sünnet de her iki fikirden yola çıkarak bir orta yol sunar. Eylemlerin Allah tarafından yaratıldığını fakat seçimlerin insana ait olduğunu savunurlar. Bu düşüncede özgür irade tam olarak olmasa da insan seçimlerinin sorumluluğunu almada, dolayısıyla yaptıklarından hesaba çekilecek kadar özgür sayılmaktadır.”

Yediiklim’den Öyküler

Osman Koca – Mukadder

“Takvimleri yadsıyanların coğrafyasında yaşamı kutsamak ne acı dost! Ölüm ile hayat arasında ve fakat ölümden ziyade hayat arenasında karar kılanlar için sınanmış rehber olsa gerek dünya. Aksi takdirde hafazanallah özkıyım anaforlarında debelenmemek ne mümkün söyler misin can!”

“Kendi kanının tadından hoşlanır mı hiç insan! Değil midir ki; nefsini kabartan, gözünü karartan, kalbini hiçe sayan için dünya ancak bir oyun ve eğlencedir. 0 vakit ne durursun dost! Ziynet, makam, şöhret kapılarını kapamak için daha ne beklersin? Fani olan fenadır, ziyandır; göresin!”

Ömer Torlak – Köşeyi Dönünce

“Çok kar yağmıştı o Şubat ayında, çoktandır unutulmuş olan soğuk kışlardan sonra. Yürümenin zorlaştığı Fatih’in o dar kaldırımlarında. Daha bir aksileşmişti esnafın çoğu bu karlı sokaklarda. Elleri üşüyordu seyyar satıcıların. Dükkanının önünü temizlemek ne de zor geliyordu. Müşteri de düşmemeliydi kardan buzdan. Velinimetti çünkü onlar. Bir yanda ayaz, bir yanda soğuk yüzlere muhatap olmanın tedirginliği vardı. Bir de karların erimesiyle başlayacak vıcıklık vardı. Belki sırası değildi bunları düşünmek, lâkin elde değildi işte.”

“Senin bu oğlan çok iyi bir esnaf dedi müşteri. Yine bizi zarara sokacak senin hoşuna giden ne yapmıştır diye geçti aklından, ama belli etmedi müşteriye. Oğlunu övdüğü için teşekkür de etmemişti elbette. Görülmüş şey miydi babaların evlatlarının güzel bir huy ya da davranışı için onlara teşekkür etmeleri. Şımartmamak gerekirdi çocukları.”

Yediiklim’den Şiirler
Öle öle yalnızlığı büyüten çocukların
Yıldızları kıskandıracak kadar
Açık anlaşılır şekilde dünyaya
Öpücükler konduran
Minnacık hayatlarına
Kuş uçması mı diyelim.
Nurettin Durman

-çünkü kördüm-
Mağrur bir yılan
Elbisesini değiştiriyordu,
Derisini soyuyordu insan,
Çürüyen bir elma gibi, en sevdiğinin.
Sulhi Ceylan

değer birbirine kirpiklerin
ölüm kelimesinin değer yumuşaklığı
kelimeden öncesi yaradır
kabuklarıdır adınla baştansa çocukluğa
semaya çıkar yüreğinde kabuk bağlayan
ölmek bir hatırlamadır belki kelimeyi
tabire ihtiyaç kalmaz
Ali Sali

bir kere aldanırsın
seni tenha sanırlar iki olunca
suyun hafızasına kazınmıştır
artık yüzün
böylece ölürsün
Ayşe Altıntaş

Gençtim ve gücenmiştim, en çok kendime
Allah’ım derken titreyen sesim buruk
Zannım iyilikti defterime yazacağın
Sözünü dinlemediğim oldu elbette kuldum üstüne dünya sinen
Bir kere kan döktüm çokça döküldü kanım
Bildim nedir kalpte bırakılan ağunun bedeli
Sümeyye Şeker

sözcükler birbirinden güç alıyor
çarpıcı bir emrin düşürdüğü itaati hizalıyor yüzün
ki bunlara kusursuz bir devrik
aşkı kendinden bilme
kaç sene geçti denizler hâlâ tuzlu
yaşamak hâlâ ne kadar da meyilli duruyor bir gaspa
Ahmet Karpınar

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir