İnternette bir paylaşım sitesine bir arkadaş not düşmüştü; “ Bu gece cuma gecesi. Turgut Uyar’dan Göğe Bakma Durağı’nı dönüp dönüp okuyalım arkadaşlar.” Elbette cevaplar da gecikmedi. “Biz eskiden böyle gecelerde Yasin, Tebareke okurduk. Bu da nerden çıktı şimdi…” Tabii ki karşılıklı atışmalar uzunca boylu sürdü, gitti.
Bu diyaloglardan bana kalan, Turgut Uyar’ı mübarek sayılan bir gecede okutmaya iten sebeplerdi. Turgut Uyar şair olarak ikinci yeninin temel taşları arasındaki şairlerden biridir. Onun adını saymadan ikinci yeniden bahsetmek yarım başlanmış bir değerlendirmeden öteye geçemez. Turgut Uyar bütüncül şiirleriyle, bazen dile takılan bir mısrasıyla kişiye şiir okuduğunu hissettirecek bir şairdir. Onun şiirinde bazen bir hikâye karşılar sizi, bazen de sarhoş bir denizin dalgasına tutunursunuz.
Mısra-i berceste şairidir Turgut Uyar. Bazen bir bakarsınız bir mısra her şeyi anlatmaya yeter. Alıp o mısrayı duvarlara, pankartlara, gökyüzüne yazmayı ister insan. Önüne gelene okumak ister. “Çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri.” “İkimiz birden sevebiliriz göğe bakalım.” “Kurutulmuş bir çiçektiniz sanki, göğünüzü getirdim.” Ve daha niceleri.
Turgut Uyar’ın ikinci yeni şairleri arasında özel bir yeri vardır. Çünkü o, yaptığı derin okumaları kendi düşünce dünyasında yorumlayıp bir divan oluşturma cesaretini göstermiştir. Bu ikinci yeni adına bir cesarettir. Geleneği bilen, kendinden öncesini ancak okuyan ve onun etkilerinden kendini uzak tutan ikinci yeni şairlerinin arasında Turgut Uyar bir divan yazarak kendine ayrıcalıklı bir dünya oluşturmuştur. Elbette bütün ikinci yeni şairleri divan edebiyatını, halk edebiyatını okudukları halde bu edebiyatlara dair hiçbir etkiyi şiirlerine yaklaştırmamışlardır. Bu anlamda Turgut Uyar cesur bir şairdir. ( Belki burada Sezai Karakoç’u, ayrı bir yere koymak gerekir.)
Turgut Uyar şiiri dendiğinde akla ilk gelen kitabı “Dünyanın En Güzel Arabistanı” dır. Bu kitap hem yazıldığı dönemde hem de günümüzde ilgiyi her zaman üzerine çekmiş, hatta kitabın isminden başlayan bir albeniyle Turgut Uyar ismi ile özdeşleşmiş bir eserdir. 50’li yıllarda böyle bir kitapla şiir dünyasına çıkıyor olmak ancak Turgut Uyar’a has bir tavır olabilirdi. O da üzerine düşeni yaparak okuyucuyu bilinenin aksine başka uzak bir Arabistan’a çağırmaktadır. Turgut Uyar’ın Arabistan’ı onu kutsal yapacak bir menzil değildir elbette. Onun bu kitabında her şeyle karşılaşmak mümkündür. Bir hikâyenin dünyasına girerken birden bir şiir yolunuzu keser, karanlık bir ormanda av sonrası buğulu bir erotizm şiire son noktayı koyabilir.
Turgut Uyar’ı kutsal gecelere çağıran ses aslında Dünyanın En Güzel Arabistan’ı değildir. Divan’a bakacak olursak, bu kitabındaki şiirlerde de bizi ilk olarak adına yakışan bir karşılama bekler. Divan’a giriş; Münacat ve Naat iledir. Turgut Uyar, bir divan yazmış olmasındaki sebebi açıklarken kendisine yöneltilen eleştirileri de göz önüne alarak; kesinlikle eskiye özlem amaçlı bir çalışmanın içine girmediğini, yaptığının sadece söylemek istediklerinin ancak bu kalıplarla söylenmesinin yerinde olacağını dile getirmiştir. Turgut Uyar, görünen o ki divan yazarken şeklî bir bağlılıktan söz etmektedir. Bu bile başlı başına bir çıkıştır. Şiirlerdeki beyit düzeni, kafiye düzeni ikinci yeninin ruhuyla işlenecek bir düzen değildir. Şair burada dediğini doğrular bir nitelikte bir uğraş içine girerek divan edebiyatının nazım şekillerini kullanmayı tercih etmiştir.
Aslında bütün bunlar bile Turgut Uyar’ın kutsal gecelerde okunması için bir sebep değildir. Çünkü şair şekil olarak divan edebiyatının nimetlerinden yararlanmış olsa da kendi ifadesiyle onun münacatı “halka münacattır.” Hatta Turgut Uyar kitabının adını da “Halk Divanı” koymak istemiş ama o dönemde halk sözcüğünün sömürülmesinden duyduğu tedirginlikle kitabın adın Divan olmuştur.
Turgut Uyar şiirlerinde geleneği de kullanmıştır, insanları gizemli bir dünyaya da çağırmıştır hatta yeri geldikçe dini terminolojiyi de şiirlerine konuk etmiştir. Onun edebiyat dünyasında tanınmasını sağlayan Arz-ı Hal şiiridir. Şair bu şiiriyle bir yarışmaya katılmış, yarışmada ikinci olmuştur. Sonradan bu şiir üzerine dönemin önemli edebiyat adamları birçok yazı yazmış, hem şiir hem de şairi gündeme gelmeye başlamıştır. Arz-ı hal şiiri “Ben de günahkâr kullarındanım Allah’ım” tekrarıyla devam eden heceli bir şiirdir. Günahkâr kullarından olduğunu sık sık tekrarlayan şair aslında bu şiirinde daha büyük günahlara adım atmaktadır, o da ayrı bir mesele.
Turgut Uyar’ın sık yaptığı bir şeydir bu. Yirmili yaşlarına gelmeden yazdığı Arz-ı hal’den başlayan dini terminolojiyi hoyratça kullanma tavrı onun birçok şiirinde karşımıza çıkar. Hatta kutsal bir gecede okunması tavsiye edilen Göğe Bakma Durağı şiiri de bu hoyratlıktan nasibini almıştır. İkinci yeni şairleri arasında pek de rastlanmayan bir tutumdur bu. Onlar şiirlerine, halkı, anlamsızlığı, erotizmi sık sık konuk etmişlerdir ama kutsala pek de yanaşmamışlardır.
Turgut Uyar’ı okumak gerek. Kelimelerin şiirde nasıl rahat bir şekilde kullanıldığına şahit olmak için, şiirin bir hikâyeye nasıl yaslandığını görmek için, Geyikli Geceyi kurtarmak için ve en çok da Türkiye için Turgut Uyar’ı okumak gerek. Bu okumanın kutsal gecelere bırakılmasına gerek de yok. O geceleri kendi hassas duruşlarında bırakarak ve “ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri” diyerek asılarak dizelere okumak gerek.