Mustafa UÇURUM
Yazılması kadar okunması da bir ustalık isteyen şiir; karşısında her zaman donanımlı bir okuyucu ister. Özellikle iç evreni gizem yüklü bir şairin şiiri; donanımın yanında, sahih bir kalbin varlığını da arzular.
İşte bu noktada; Cahit Zarifoğlu şiirini okumak ve şiirlerin dünyasına girebilmek için iyi kuşanılmış bir alt yapı gerekir. Bu alt yapı; imge gücü, Zarifoğlu’nun düşünce dünyası ve mümin bir bakışla anlam kazanır. Çünkü Zarifoğlu şiirinde; ilk okunuşta akla nüfuz eden anlam karmaşası, derine inilmezse göz ardı edilebilecek bir ince noktada gizlidir.
Bilinçaltı, insanın ifade edemediği ve vurgulayamadığı sırlarla yüklüdür. Teşhis etmek ya da yeni adlandırmalarla bilinci açığa vermek; özellikle şiirde bilinçaltını sergilemek yüreklilik istediğinden, bunu yapabilen şairlere yürekli şair demek abartı olmayacaktır. Ve Zarifoğlu yürekli bir şairdir.
Bir rüya halinin ya da uykuyla uyanıklık arasında geçen zaman diliminin tayini zordur. Muhayyilesi açık olan bir kalp, bakış açısını bazen elinde olmadan sınırsız tutabilir. Bu eylemin amacı, şaşırtmak değildir aslında. Fakat ortaya çıkan eser; sınırları belli olmayan bir dünyanın ürünüdür. Bu sebepten, “değişik- yeni” olarak adlandırılan sıra dışılıkların az rağbet görmesi de normaldir.
Cahit Zarifoğlu şiiri, görücüye çıktığı ilk günden itibaren, okuyucuyu tarifsiz bir aleme sürüklemiştir. Garip akımından, Necip Fazıl’dan sonra özellikle Zarifoğlu’nun yaşadığı çevre için şiirleri, “farklıydı.” Bu sürükleniş ve farklılıktan etkilenen yalnızca okuyucu değildir. Zarifoğlu’nun en yakınında bulunanlar bile şiirleri karşısında hayretlerini gizleyememişlerdir. Günlük yaşantıda son derece açık ve mülayim bir kişiliği olan şairin şiirlerinin olabildiğince gizemli ve kapalı olması, onun iç evrenini açığa vurmadığının bir göstergesidir.
Zarifoğlu şiiriyle birlikte en fazla anılan kavram “kapalılıktır.” Onun şiirlerinin yorumlandığı çoğu yazıda, bu kapalılık üzerine çok söz söylenmiştir. Belki de bu yüzden, onu ikinci yeni şairlerinin arasında saymaları gecikmemiştir. Şiirlerinde son derece derin imgeler barındırması, kendine has benzetmeler kullanması, şairin kendisinde aranacak inceliklerdendir. Çünkü Rasim Özdenören’in ifadesine göre Zarifoğlu “pek okumayan” bir kişi olduğuna göre, onun şiirindeki farklılığı etkilenmelere, çağrışımlara bağlamak doğru olmayacaktır.
Şiiri kapalıdır ama bu kapalılık içine girdikçe çözülen bir büyüyle ilgilidir. Sıradan ve başıboş bir okuyuş, elbette Zarifoğlu şiirini anlamaya yetmez. İlk şiiri olan, “Hızla Akan Mızrak”la başlayan içe doğru yoğunlaşma, nerdeyse bütün şiirlerin üstündeki sır perdesidir. Şiirlerde iç içe geçmiş bir hareketlenme söz konusudur. Şiirlerin birinci hareketi, her okura seslenen yanıdır ve bu işin kolaycı önüdür. İlk okuyuşta anlaşılan, yumuşak söyleyişlerdir bunlar. Bir de şiirlere serpiştirilmiş gibi duran, gizli yönler vardır ki, işte bunlar idmanlı oyucuya göredir. Zarifoğlu şiiri, hazırlıklı okuyucuya hitap eden bir şiirdir. İmgeden, bilinçaltından ve hayra yorulacak rüyalardan haberdar olmalıdır okuyucu. Eğer okuyucu bunlardan bîhaberse, yapılan okumamalar, göz idmanının ötesine gidemeyecektir. Çünkü; “kızlar göğüslerini / baharın ağacına / ilk açan çiçeğine / dayadılar” gibi yüzlerce dizeyi anlamak için bütün bunlar gereklidir, bir de salih bir kalp.
Zarifoğlu, Necip Fazıl’a hayran bir kişidir. Özellikle Necip Fazıl’ın sanatçı kişiliğine karşı aşırı bir tutkunluğundan söz edilir. Sezai Karakoç’un şiirine de ilgisi yoğundur. Rilke üzerine de bir mezuniyet tezi hazırlamıştır. Fakat bütün bunların sonucunda, şairin etkilenme alanını tespit etmek zordur. Necip Fazıl’dan, Karakoç’tan ya da Rilke’den şiirlerine dair iz bulmak güçtür. Çünkü onun şiiri kendisiyle başlamış bir kaynak gibidir. Bunun farkına varan yaşadığı dönemin bazı solcu ve ateist şairleri bile gerçeği gizlememişler ve dergilerinde açık ifadelerle Zarifoğlu şiirini övmüşlerdir. Özellikle solcu şairler onu kabullenmişler, 2.yeni şairleri arasında adını telaffuz etmekte tereddüt göstermemişlerdir. Elbette, yalnızca imge yoğunluğu, kapalılık ve soyut genellemeler, zarifoğlu şiirini açıklamaya yetmeyecektir. Onun şiirinin en önemli yönlerinden biri de metafizik çağrışımlardır. Ölüm, ölüm karşısında irkilme ve ben’i sorgulama her yeni şiirde kendini biraz daha hissettirmiş ve “boynuma bir at / kölen diye yollarda gezdir beni.” diyebilecek dereceye getirmiştir şairi. Şairdeki bu değişimi doğru izleyebilmek için, yer yer tasavvuf ağırlıklı bir okumaya bile ihtiyaç vardır.
Zarifoğlu şiirindeki bu denli değişimin sebebi şairin yaşantısında da aranabilir. Şair, şiiri hakkındaki fikrini söylerken: “ Tepeleme bir şair gibi yaşarım. Ama şiir hayatımda hiç yer almaz. Şiir yazdığımdan habersiz çok samimi arkadaşlarım vardır.” ifadelerini kullanır. Yani şiirin bir teorisyeni değil, bizzat şairidir. Uzun şiirler yazması, kısa şiirler yazması, kendine has imgeler kullanması, şairin yaşantısını şiirden uzak tutmasında aranabilir. Çünkü kendisinin değişken bir ruh haline sahip olduğunu ve durağanlıktan sıkıldığını yine kendi sözlerinden çıkarabiliriz.
Şiir okuyucusu için, diğer bir handikap da şiirin varoluşu ile ilgilidir. Bilinen şudur ki, şiirin ilk dizesi şairi en iyi ifade eden bölümdür. Hatta bazı şiirler, yalnızca ilk dizeden bile ibaret olabilir. Bu durum Zarifoğlu şiirinde tam tersidir. Zarifoğlu, şiiri en iyi bitiren şairlerden biridir. Şiirin asıl cevheri son da saklıdır. Yani Zarifoğlu şiirini okumak için sabretmek gerekir. Son cümleye kadar kendini tutabilen okuyucu, bahtiyarlığa eren okuyucudur. İşte Zarifoğlu şiirlerinden bazı son sözler: “ Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.”, “ mızrak geçer ışığı / geçer geceyi dolduran karanlığı da.”, “beni elleriyle alkışlayan/ ağrıyan bir gün geliyor.”, “ iz sürmek bundan gerek/ ok ize düşmüş kemiği deşmişti”, “her nasip için ayrı ayrı/ rahmet şekillenir”, “elimle kendi elimi tutuyorum/ yan yana gidiyormuşum gibi kendimle.”
Benzetmeler, sözcükler arasındaki çağrışımlar; bir şiir için aslolan ve bir şiirde aranan değişmezlerdendir. Zarifoğlu’nda, özellikle benzetmeler şairin kendine has ve başka bir şairde rastlanmayacak şekilde farklılık gösterir. Okuyucunun aklını kurcalayan kullanımlara, Zarifoğlu şiirinde sık sık rastlamak mümkündür. Soyut benzetmelerin somutla birleşmesi sonucunda ortaya çıkan imgeler, şaire has kullanımlardır. “ bu geçen mızrak / kalın kararlı”, “bir ayıp giyotin”, “bir savaş bütün bunlarla doludur / ölüm beyin düzlerinde”, “uzun bacaklı leylek içimizde genç açar”, “Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan /geçerdi babam/ başında yağmur halkaları”, “beni bu sabah iri anla”
Bir de Zarifoğlu’nun, sehl-i mümteni tadındaki şiirleri vardır ki bu şiirler, kolayı seven okuyucular için iyi bir tercihtir. “Zarif Çoban” şiiri hem şekil hem anlatım olarak Zarifoğlu şiirinde farklı bir yere sahiptir. Söyleyiş olarak halk şiirini andıran bir tarzda yazılmış bu şiir, şiirler arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. “O güzeli bana verseler / Tombul kuzuların aşkına / Yaylalara atlas kilim serseler / Tombul kuzuların aşkına.”
Zarifoğlu şiiri her okuyucuda ayrı anlamlar doğuracak yapıda bir şiirdir. Zaten şiirin oluşumunda da yeni anlamların türetilmesi vardır. Bu olmadığı zaman, şiir de olmaz. Şair dolaylı anlatımı seçtiği için şiir yazar, çok anlamlı üretimi tercih ettiği için şairdir. Bu düşüncelerle özellikle Zarifoğlu şiiri okunacak olursa; bakar kör bir sıradanlıkla şiirlere kapalı ya da anlamsız denmeyecektir. Şiirin,şairin ve şiir okuyucusunun çıkış noktasında da bu bakış açısı olmalıdır. Özellikle okunan şair; “tepeleme bir şair” gibi yaşıyorsa, o zaman her şey okuyucunun elindedir. Ve Cahit Zarifoğlu şairdir, hem de önce müslüman sonra şair.