İnsanları güldürmek zor ve büyük bir sanattır. Hayatın mizahî yanlarını yakalayıp onları bir sanata dönüştürmek görsel alanda daha çok rağbet görse de yazınsal alanda da birçok türde bunu sağlamak mümkün. Önemli olan, hayata herkesin baktığı yerden bakmak yerine, tüm izdüşümleri alt üst ederek beklenmedik anda ters köşe yapmaktır.

Halit Yıldırım’ın mizahî hikâyelerini Açıkkara dergisinde takip ediyordum. Olaylara yaklaşım tarzı ve ülke gündemini ve özelde edebiyat dünyasını yoklayan ince göndermeleri anlayana hisseler verecek hikâyelerdi. Şimdi bu hikâyeler İrfanî’nin Küfesi adıyla kitap haline geldi. On bir hikâyede Yıldırım, mizah yoluyla hisseli mesajlar veriyor okurlara.

Bu yazıları bir ortaoyunu tadında da okuyabilirsiniz. Sahnedeki sanatçı tek kişilik bir koro gibi sanatını icra ediyor. Belki merkezde yazarın kendisi var ama arka plan oldukça kalabalık. Anlatıcımız hep aynı; İrfanî. Zamanında küfecilik yapmış, köyünce sevilip sayılan biri. Hikâyeler anlatan, bu özelliği ile de tanınıp hürmet gören biri. Bunu, gerçek şahısların dilinden de ifade ediyor yazar. Eyyüp Azlal’ın İrfanî ile hasbıhal’inden:

“Üstadım eski bir zat-ı muhteremsiniz. Medreselere yetişemeseniz de onun bakiyesi hocaefendilerin rahle-i tedrislerinden geçmişsiniz.”

Mizahın içinde sadece güldürmek yoktur. Klâsik söylemle; güldürürken düşündürmektir esas olan. Hayattan kesitler şeklinde ilerlerken olaylar itiyadı da elden bırakmıyor anlatıcımız. Bu tarz kullanımlar geleneksel sahne oyunlarında hep karşımıza çıkar. Bizim İrfanî de kıssadan hisseler eşliğinde anlatırken hikâyelerini hikâyelerinin sonunda aynı uyarıyı yapmayı da ihmal etmiyor;

“Siz sordunuz ben anlattım. Ben dedikoduyu da yalanı da sevmem. Eğer kendimden bir şey kattıysam buradan şuraya gitmek nasip olmasın. İşin aslı bu minvaldedir.”

Bu söyleyiş tanıdık gelmiş olabilir. Meşhur Teyo emminin sık sık kullandığı bir ifadeyi biz de hikâyelerin sonunda görüyoruz. Zaten İrfanî de Teyo emminin kulağını çınlatıyor kitapta.

İrfanî eski günlere gidip geliyor. Eski zaman hikâyeleri anlatıyor. Bunu yaparken de yaşadığı günlerin ve çevrenin de varlığından haberdar ediyor okuyucuyu. Açıkkara’ya yazı göndermek, Mehmet Pektaş, Eyyüp Azlal, Tayyip Atmaca gibi göndermeler ile hikâyelere bir canlılık getiriyor. Hatta Tayyip Efendi’nin Nüfus Kâğıdı hikâyesinin kahramanlarından biri de Tayyib Atmaca.

İrfanî, her şeyiyle yaşadığı yeri temsil ediyor. Dil özellikleri, yaşantı, sosyal bağlar ve olaylara yaklaşım, Halit Yıldırım’ın hayat vermesiyle Çorum ve yöresinin sesi oluyor. Anlatımın sıcaklığı ve heyecanı hiç eksilmeden devam ediyor. Sözcüklerde yöresel kullanımlar, samimiyet, köydekilerin birbirleriyle olan muhabbeti İrfanî’nin anlatımıyla okuyucuyu da içine çekiyor.

İrfanî’nin küfesinden bahtımıza düşen hikâyeler ile eski zamanların sıcaklığını birlikte yaşıyoruz. Saadeti arayan Saadet, istida ustası Sıddık Efendi, birbiriyle atışan köylüler, Bekir’in muhtarlık serüveni, Nalbant Cümük’ün halleri, tevellütle meres arasında kalan kaymakam ve daha fazlası var küfenin içinde.

Halit Yıldırım, on parmağındaki on marifetten birini de bizlere sunmuş oldu. Keyifle okunacak, okunduktan sonra da uzun süre okuyucuların zihninizde dönüp duran hikâyeleri dinlemek için İrfanî’ye rastlamanız ve:”Anlat bakalım İrfanî bize yeni bir hikâye.” demeniz yeter. Gerisi İrfanî’ye kalmış.

Halit Yıldırım-İrfanî’nin Küfesi – Açıkkara/hikâye- 2022

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir