Korkunç Beyaz, İbrahim Halil Çelik’in ilk kitabı. Öykülerine dergilerden aşina olduğum bir isim Çelik. Duru bir dille kuruyor öykülerini. Biyografisiyle kesişen noktalar olsa da anlatımlarında, kurgunun ağrı bastığını ele veren öyküler daha çoğunlukta.
Kendini okutturan öyküleri var Çelik’in. Yani, elinize aldığınızda bırakmak istemeden sonunu getirmek istediğiniz bir albeni sizi olayların içine davet ediyor. Olup biteni kıyıdan izlemiyorsunuz. Siz de eşlik ediyorsunuz her şeye. Hayatın rengine bulanmak diyorum ben bu davete.
Yelpazesi geniş bir anlatımı tercih ediyor Çelik. Aynı çizginin üstünde yürümek yerine farklı mecralara da sürüklüyor zihninizi. Şehirler, mekanlar, kişiler büyük bir hızla değişiyor. Gaziantep, Antalya derken bir anda bir tarlanın ortasında buluyorsunuz kendinizi. Bir psikoloğun odasında zikzaklar çizen bir hayatın rotasını bulmaya çalışırken bir yandan da araba pazarlığı yapabiliyorsunuz.
Öykü, hayatın ta kendisidir. Diğer türlerde hayat farkı bir yüzle çıksa da karşınıza öyküde hayatın nefes alış verişini duymak ve duyurmak gerekiyor. Yaşayıp giderken bir cümle size hakikati haykırabilir öyküde. Elinizde koku, üstünüze sinen acılar ve;
“İnsanın ikinci evi mezarı mıdır?” (s.25) derken buluyorsunuz kendinizi.
Hayatta renkler vardır, bir de korkunç beyaz. Tüm renkleri yitirince insanın içine düştüğü bir kuyudan uçsuz bucaksız beyazlıktır geriye kalan… Çelik, kitabına da adını veren öyküde gün gün bir yitirilişi anlatıyor.
“Kapı kapanmıştı. Beyaz bir karanlıktı artık dünyam. Renkler çıkmıştı hayatımdan. Artık sesler ve kokular vardı. Onların da bir renginin olduğunu hissediyordum. Annem öğretmişti bunu. O iyi bir insandı.” (s.31)
Acılara daha çok ses veriyor Çelik. Hayat, acılarla büyüyor. İnsan, yaşadıklarından geriye kalan acıları daha çok besliyor. Ölümler, ayrılıklar, hüzünler, alınan hınçlar hepsi de hayattan yana. Bırakmıyor yakamızı. Bir yandan da hayata göz ucuyla bakmak var. Biraz nükte şifasıdır birçok derdin dercesine, her şey ayarında. İlginç Davetiye, Üçlerden Çektiğim, Şekersiz Kahve gibi öyküler ince ironileriyle gönle dokunuyor. Hayat, her şeyiyle yükleniyor insana. Acıları, fırtınaları savuşturmaktır mesele.
İbrahim Halil Çelik, kendisini de bazen kadraja alıyor. Bazı yönetmenler vardır ya hani, filminin bir köşesinden bir bakış da olsa atar filmlerinde. Gaziantep, Türkçe öğrenme, sular altında kalan yerler gibi ayrıntılarda yazarın silüetini görüyoruz.
“Yıllar evveli. Çocuktur. Okula gitmektedir. Bilmediği bir dille konuşan arkadaşları, öğretmenleri vardır. İki dil bir gönle sığacaktır. Önce sille tokat, sonra tebrikler, aferinler. Sonra en çok o günleri özleyecektir. Özlem bir çıkışsızlığın içinde eriyecektir. Özlem ki ağzı geniş bir kuyu.” (s.77)
Kitabın sonuna geldiğinizde “Bir Adam” çıkıyor karşınıza. Tüm öykülerin içinden süzülüp gelen ve olup bitene sizinle şahitlik eden bir adam. Ne anlattıysam kendimden anlattım diyen bir adam.
“Bunların hepsinin sancısını yaşayan bir adam vardı. Anlatılanların hepsinden biraz vardı onda. Onun yanında durdum.” (s.102)
Korkunç Beyaz, İbrahim Halil Çelik’ten daha nice güzel öyküler okuyacağımızın ilk işaret fişeği. Devamı gelecek, biliyorum çünkü o öyküye gönül vermiş “bir adam”.
İbrahim Halil Çelik – Korkunç Beyaz – İz Yayıncılık- 2021