Cins; Ali ve Zübeyr Özlemi
Herkesi yerini tam da belli edeceği zamanları yaşıyoruz. Hangi saftasın sorusunun cevabını en net vermemiz gereken bir hassas noktadayız. Kirlilik o kadar büyük boyutta ki İsrail güzellemesi yapmak ya da İsrail’i masum göstermek için bin takla atanların her yerde kendini boy boy sergilediği bu keskin noktada yerimiz elbette Filistin’in, Hamas’ın, Gazze’nin, Kassam’ın yanında. Ne yapabilirim diyerek lafı gevelemeden elinin uzandığı bir İsrail malını boykot edebiliyorsan işte yerin bellidir. Şimdi karınca misali yola düşme zamanı. Dua ile, boykot ile, yardım ile biz de yanınızdayız demenin tam vakti.
Cins dergisi tam da kendisinden beklediğimiz bir duruşla çıkardı kasım sayısını. “Yeni Ali, Telaviv’i atıyla dolaşacak.” diyerek etmemiz gereken tüm duaları kanatlandırdı. Budur Gazze’nin, mazlumun yanında durmak.
Derginin Giriş yazısından…
“Bize dünyanın artık seküler ve rasyonel bir yer olduğunu öğrettiler. Bilimden başka hiçbir gerçekliğin, akıldan başka hiçbir yolun olmadığını söylediler. Deneyin ve gözlemin konusu olmayan hiçbir şeye inanmanın mantıklı olmadığını ezberlettiler. Bilim devrimini ve Vico’dan beri olanları, Kuantum’u ve Einstein’ı. Einstein’ın devirdiği Newton’un bilimselliğini bile onun ‘küçük sapkın’ eğilimlerine rağmen olduğunu anlattılar bize. Dinledik de. Evrim’in kendisinin tanrıyı çoktan dünyadan kesin bir şekilde kovduğunu kabul etmemizi istediler. Mantıklı argümanlar, ikna edici deliller sundular, kabul de ettik. Artık dediler, gözümüzle görüp de deneye tabi tutup sonsuz tekrarlarla aynı sonucu verdiğini görmediğimiz hiçbir şeye saygı duymayız.”
Gilad Atzmon ile Söyleşi
Yusuf Genç, Gilad Atzmon ile 8 yıl önce yaptığı söyleşinin tamamını tekrar dikkatlere sunuyor. Elbette konu Atzmon’un vatandaşlığından çıktığı İsrail. Bir müzisyen olan Atzmon’un söyledikleri müziği kadar önemli.
“Peygamber değilim. Kehanetim yok ama düşüncemi söyleyeyim, bu şekilde daha fazla gidemeyeceği açık. Belli bir süre sonra İsrail yok olacak. Olmalı. Ama dünya üzerindeki küresel Yahudi gücü başka bir şekilde, başka bir yerde yeniden ortaya çıkacaktır.”
“Hayır! Siyonizm diye bir şey yok. Siyonizm, İsrail’in suçlarının üzerini örtmek için bir perde sadece. İsrail’in suçlarının Siyonizm’le ilgisi yok.”
“Seçilmiş ırk inancını merkezine koyan bir şeydir Yahudi ideolojisi. Bolşeviklik mesela, esasında bir Yahudi ideolojisidir. Herkes eşittir fakat Yahudiler üstündür. Seçilmiş halktır bu, böyle inanıyorlar. Bu bir hastalık.”
“Ben politikacı değilim, size ne yapılacağını söyleyemem. En fazla şunu söyleyebilirim, çözüm, sinagogları havaya uçurmak, Yahudileri öldürmek ya da yürüyüşlere katılmak da değil. İnsan olarak yapabileceğimiz tek bir şey var, düşündüğünü söylemek. Ne düşündüğünü söyleyebiliyorsan bu yeter.”
Azzam Tamimi ile Filistin’e, Hamas’a, İntifadaya Dair Söyleşi
Peren Birsaygılı Mut, Azzam Tamimi ile bir söyleşi yapmış. Tamimi, Filistin Asıllı Akademisyen ve İslami Düşünce Enstitüsü Direktörü. Bugün yaşananları, Hamas’ın rolünü ve daha fazlasını anlatıyor Tamimi.
“Hamas başlangıçta barışçıl direniş yöntemlerine başvurdu. Ancak zamanla, işgalcilerin barışçıl göstericilere yönelik şiddetli müdahaleleri ve taş atanlara gerçek mermiyle ateş etmeleri, hareketin genç üyelerini işgalci askerlere bıçak saldırıları düzenlemeye yönlendirdi. Bu dönem, hançer savaşı olarak bilinir hale geldi. Daha sonra bazıları İsrail askerlerinin silahlarını çalmayı başardı ve bunları işgalci askerlere karşı saldırı ve kaçırma eylemlerinde kullandılar. Bu, Hamas’ın askeri kanadının doğduğu nokta oldu.”
“Zamanla Hamas büyüdü ve daha fazla popülerlik kazandı. Yerel anketler hala, Hamas’ın popülerliğinin yönetimi devraldığından beri sadece çok sınırlı bazı dönemler dışında, yaşanan ekonomik zorluklara rağmen düşmediğini gösteriyor.”
“Gazze’deki katliamları ve Batı Şeria’daki sürekli ihlalleri açıklamak, sadece Hamas’ın görevi değildir. Aksine bu, her vicdan sahibi Arap, Müslüman veya diğer insanların görevidir. Ancak bildiğim kadarıyla Hamas, iletişimi sürdürmeye çalışıyor, medya ve sosyal medya araçlarıyla dünya halklarıyla iletişim kurmaya çabalıyor.”
Şehit İzzeddin El Kassam
Filistin direnişinin sembol isimlerinden İzzettin El Kassam. Bugün de Kassam Birlikleri direnişin en önemli noktasında bulunuyor. Peren Birsaygılı Mut, Şehit İzzeddin El Kassam’ı ve Kassam Birlikleri’ni anlatıyor.
“Hiç şüphesiz, dünya tarihinin gördüğü en şerefli insanlardan birisi olan Şehit İzzeddin El Kassam’ın izini silmeye şimdiye kadar kimsenin gücü yetmedi. Onun öğrettiği direniş geleneği, Filistin halkının başlıca kimliği haline geldi. 100 sene önce Hayfa Camii’nden yükselen isyan çığlığı, bugün Filistin’in her yerinde yankılanmaya devam ediyor. Yanında mücahitleri ile birlikte şehit edilirken sabaha kadar yükselen “Allahuekber” nidâlarını, bugün yine duyuyoruz. Böylesi büyük bir iman gücünün üstesinden hangi ordu gelebilir?”
Ne Yapılabilir?
Bugünlerde kalbinde küçücük de olsa bir merhamet taşıyanların birbirine sorduğu soru; ne yapılabilir? Bunu sormak bile sapana bir taş koymak kadar kıymetlidir. Her şey soruyla başlar. Cevaplar verilince de eyleme geçer yüreğinin sesine kulak verenler. Yusuf Genç de “İngiliz Siyaseti ve Amerikan Silahı ve Bu İkisinin Doğurduğu Kanser Hücresine Karşı Ne Yapılabilir?” diye soruyor.
“Yıkılması gerekenin, ‘hemen’ yıkılmadığını gördüğümüzde neden hayallerimiz yıkılıyor? Boykot meselesi üzerine daha sağlıklı düşünmeye bu sorudan başlayabiliriz sanırım. Boykot, elbette doğası gereği fiziki çıktılarının asıl amaç olduğu bir ekonomik tavır alış. Süreçteki katılım ve sonuçlardaki yetersizlik, bu tavır alışın sürdürülememesinin asıl sebebi. Bunun daha derinlerde ve daha büyük bir hikayesi var elbette. Hafızamızın zayıflığı, her hareketin sonuçlarını hemen görmek istememize yol açıyor. Yıkılması gereken ‘hemen’ yıkılmayınca hayallerimiz yıkılıyor. Bunun bir parça anlaşılır tarafı da var tabii ki. Çok sıkıldık. Ve artık bir şeyler olsun istiyoruz.”
“Starbucks’ı boykot etmek, bir tavır alıştır ve bu tavır alışın merkezinde Starbucks’ın zarar ediyor olması ya da o zararı gözlemlemek yoktur. Boykot edenin bizzat kendisinin bir zarardan sakınıyor olması merkezdedir.”
“İngiliz siyasetinin ve Amerikan silahının ve bu ikisinin dünyamızın ortasına ektiği kanser ağacının kesilmesinden başka bir yol yok… İnsanlık için. Eğer hala öyle bir şey varsa.”
Filistin Nasıl Yok Edildi?
Tarihi bilmek bugünü daha iyi anlamayı ve yorumlamayı sağlar. Sadece bugüne bakarak yorum yapmak örneğin; “Filistin topraklarını neden sattı?”ya götürür insanı. Mehmet Zana Öngenç, “Filistin Nasıl Yok Edildi?” diye sorduğu yazısında tarihten bugüne yaşananları anlatıyor. Siyonizmin ayak sesleri, İngiltere’nin rolü gibi birçok ayrıntı var yazıda.
“Sultan Abdülhamid Han, Yahudilere toprak satılmasını keskin kanunlarla engelledi. Çünkü Abdülhamid Han, Yahudinin acımasızlığını, siyonizm düşüncesinin zalimliğini biliyordu. Filistin’de onlara verilecek en küçük imtiyazın Müslümanların başına bela olacağının farkındaydı. Bu yüzden tüm taleplerini her defasında sert bir şekilde reddetti. Herzl ise ömrü boyunca her fırsatta Siyonist bir İsrail devletinin kurulabilmesi için Osmanlı’nın yıkılması gerektiğini dile getirdi.”
“Dünyanın gözü önünde Yahudiler buraya yerleştirildi ve Filistin apaçık bir şekilde bir Siyonist Yahudi yurduna çevrilmeye başlandı. İngilizler adım adım hedefine ulaşıyordu. Müslümanları yok etmek üzere Siyonist düşüncenin taşlarını tek tek üst üste koyuyordu. Bu anlamda 1918’de İbrani Üniversitesi, 1922’de Yahudi Ajansı kuruldu.”
“BM, Filistin topraklarını üçe bölerek bir Arap devleti ve bir Yahudi devleti kurulmasına, Kudüs şehrinin BM konseyi tarafından yürütülecek özel uluslararası bir rejime bağlanmasına karar verdi. BM’nin kanlı eliyle yapılan paylaşıma göre Filistin’in % 42.88’i ayrılan Arap devletinin 725.000’i Arap, 10.000’i Yahudilerden oluşan bir nüfusa sahip olacakken Yahudilere ayrılan % 56.47’de 498.000’i Yahudi ve 407.000’i Arap nüfus oluşturacaktı.”
Yazmak Bir Varoluş Eylemidir
Hiçbir şey yapmayanlar hiç olmazsa yazarak durdukları yeri belli edenleri karalamaya çalışıyorlar ya işte onlara en güzel cevabı veriyor Mehmet Zana Öngenç’in sorularını cevaplayan Filistinli şair İbrahim Nasrallah; “Yazmak bir var oluş eylemidir.” Nasrallah, mülteci kamplarında yaşananları ve Filistin’i, sanatı, yazmanın onursal bir duruş olduğunu ve daha fazlasını anlatıyor.
“Dünyanın sizi terk ettiğini, yardım etmeye söz verenlerin savaşlarda ilk kaçanlar olduğunu görmek dayanılmazdır. Bugün Gazze’de yaşananları görmek, 1948’de yaşanan manzaraları hatırlatıyor bana.”
“Ben Filistin’in yaşadığı her savaşı yaşadım. Nekbe’den sonra gerçekleşen her savaşı. Bu trajedi, beni bir çocuk olarak nasıl şekillendirdiyse daha sonra Arap dünyasında ya da dünyanın farklı yerlerinde bulunduğum sıralarda, bir yazar olarak da tüm hayatımı şekillendirdi. Bu nedenle, bu hissiyatın sadece kendi meselem değil aynı zamanda bütün dünyanın meselesi olduğunu hissettim ve onların yanında durdum.”
“Filistin edebiyatı -özellikle şiir- Nekbe’den önce Filistinlilerin yaşamında her zaman etkili bir parçaydı. Roman, Arap dünyasında geniş çapta yayılmamıştı, bu yüzden İbrahim Tukan, Abu Salma ve Abdülrahim Mahmud gibi büyük isimlerin özellikle şiirde etkileri vardı. Filistin, Nekbe öncesi Arap yazarlarının, şairlerinin ve sanatçılarının buluşma merkeziydi.”
“Türk yazarların Filistin meselesine bu kadar titizlik ve hassasiyetle yaklaşmalarını ve Türk okuyucuları ile halkının bu kadar etkilenmelerini gördüğümde umutlanıyorum. Bu, yalnız olmadığımızı ve dünyada bizimle birlikte duran güzel insanlar olduğunu hissettiriyor.”
Sueda Nur Çokadar– Yahudi Ulusunun İcadı
“Ufak bir toprak parçasıyla alıştıra alıştıra başlanan sürecin bugün geldiği noktayı gelin Netenyahu’nun şu açıklamasıyla yeniden değerlendirelim. Gazze’ye yönelik başarısız kara harekâtı girişimleri sonrası yaptığı basın açıklamasında Tevrat’tan yaptığı bir alıntıyla önce Filistinlileri, İsrailoğulları’nın 3 bin yıl önce savaştığı Amâlika milletine benzetti. Sonra da sahip oldukları her şeyi, erkekleri, kadınları, bebekleri ve onları emziren kadınları, büyükbaş ve küçükbaş tüm hayvanları göz kırpmadan katledin, merhamet göstermeyin emrini verdi. Bu söylemlere rağmen hâlâ İsrail’i durdurmaya yönelik küresel adımlar atılması gerektiğini düşünmeyen siyaset erbaplarının (!) olduğunu tarih unutmayacak.”
Serkan Ünal- Saklanbaç
“Çocuk ölmezse şayet, çocukluğu zaten çoktan ölmüş oluyor. Evleri, okulları, parkları, en önemlisi onların hayatları yıkılıyor. Düşünün; kalpleri paramparça, uykuları bölük pörçük, patlamanın şiddetinden kulağı uğuldayan, korkudan titreyen, kocaman şaşkın gözlerle ne olup bittiğini anlamaya çalışan küçücük bir çocuğa, bu olan biten nasıl anlatılabilir? Bir çocuğun yüzüne, toprak elde etmek için ölmesi gerektiği nasıl söylenebilir?”
Simit Güzel Değil Sen Açsın
Simidin bir gıda maddesi olmasının ötesinde sanatsal bir duruşu da vardır. Ya da simit zamanla o hale getirilmiştir. Mustafa Çiftci, simide dair yazmış bu sayı. Simidi güzelleştirenin açlık olduğunu söylüyor Çiftci. Denemek gerek. Açken yenen simidin tadına bakınca anlaşılır bu gerçek.
“Simidi bu kadar göklere çıkaranlar arasında edebiyatçı ve sanatçı kısmının da vebali çoktur. Çünkü sanatçı kısmı haliyle açtır. Çok kazanmaz çok harca(ya)mazlar. Az ile yetindikleri için değil aç kaldıkları içindir. Hal böyle olunca ne olacak? İstediğini yiyemiyorsan. Yediğini istenir hale getireceksin. Simit ile kebap yan yana konsa kaç sanatçı ille de simit olsun der? Ama ne yaparsınız ki sanatçı kısmı her yaptığı işi nakışlandırmayı, uçurmayı, köpürtmeyi sever. Yoksa simit ile sanat ne kadar yan yana gelebilir ki?”
Sırat Köprüsü Sarhoşu
Hüseyin Aslansoy’un günden kalanlarında bu kez sanatçılar var. Tüm sanatçılar. Yani onun deyimiyle; “Sırat köprüsü üstündeki sarhoş yani sanatçı aslında canıyla oynamaktadır. Ben de “N canbaz” şiirimde, “Son adımı nereyedir elleri yanar ateşin beyazlığından / Cennete mi canbaz cehenneme mi” demiştim on yedi yıl önce. Ne diyeyim sanatçı değilseniz ya da o kumaş sizde yoksa canınızla oynamayınız.”
“Üç aydır Bozüyük’te idim. Bir söz, bir nişan ve bir düğün merasimi bitirdikten sonra 10 Eylül’de İstanbul’a geldim. Yazmakta olduğum kitap için kendime verdiğim süreyi altı yıldan üç yıla indirdim. İsmini belirledim: Yoksullar Gitti -Bir Şirin Şiiri.- Allah ömür verirse 63 yaşında tamamlayacağım. Yetenek Tanrı’nın sanatçıya verdiği bir izindir diyor Sezai Bey. İznimiz var ise ya nasip ya gayret diyeceğim. Yine.”
Cins’ten Öyküler
Güray Süngü – Zeytin Ağaçları
“Bahçede yaşayanlar dediler ki, hele bir uzatın elinizi, elinizi keseriz de ağacı kestirmeyiz.
Ağacı kesenler tüfek çekti, namlu doğrulttu.
Bahçe sahipleri taş aldı eline, sopa tuttu.
Kavga şiddetli oldu. Yüz yılı neredeyse buldu. Namlu sahipleri kan döktüler, taş sahipleri öldüler de öldüler. Ağaçlar kesildi. Ağaçlar kesilince kökler budanmış oldu. Kökler budanmış olunca insan toprağına sel vurmuş gibi sürüldü de sürüldü.
Gün olur, kökten bir fidan filiz verir. Sürülenler kendi toğrağını yine sürmeye başlar. Gün olur, zulmedenlerin elleri kurur. Kim bilir.”
Gökhan Ergür – Bulaşık Sepeti
“Koltuğumun altında yeni aldığım ama evdekilere bir türlü beğendiremediğim için değişime götürdüğüm bulaşık sepeti, dilimde iki gündür unutamadığım o vasat şarkının nakaratı ve cebimde Evkur’a ödenmiş iki senetle güneşin battığı yöne doğru yürüyorum. Kader bu ya; çocukken atı Düldül ve köpeği Rin Tin Tin ile güneşin batışına doğru ağır ağır yol alan Red Kit’e özenirken, şimdilerde hayallerinin büyük bir kısmını gömmüş, kalan hayallerinin üç bölü dördüne inanmayan, kalan bir bölü dördünü de çeşitli sebeplerle ömrünün sonuna kadar gerçekleştiremeyecek bir adam olarak yaşantıma devam ediyorum. Bir de şu lanet olası bulaşık sepeti tabii ki.”
“Ahmet’i görünce aklıma sevdiği kız Dilber geldi. Ahmet’in en büyük hayallerinden biriydi onunla evlenmek. Yıllarca peşinden koştuğunu hatırlıyorum, bir keresinde de Dilber’in abilerinin Ahmet’i sesi soluğu kesilene kadar bir güzel benzetip çöp kutusuna attıklarını. Kızın da Ahmet’te gönlü vardı ama ipe sapa gelmez biriyle aile kurulmayacağını o da iyi biliyordu.”
Cins’ten Şiirler
geldi
ve indirim kampanyası başlayınca
usulca sepete koyduk tüm boykotlarımızı
bu canına yandığımın dünyasında
bu yangın yerinde, bu zillet dağında
illetsiz ve illiyetsiz, tüfeksiz ve cephesiz
neşesiz, öfkesiz, nefessiz, telaşsız
poşetlere koyduk çocuklarımızı kızım
unutma bunu
İsmail Kılıçarslan
1939’da
Diktatör olduğunda,
Danışmanlarının bulduğu çözümle
İç içe ayakkabılar giymeye başladı
Ölüm döşeğinde son sözü
Bir soruydu:
Nereye gidiyorlar?
Kan içinde ayaklarım.
Cevdet Karal
Muhit’ten Filistin Özel Sayısı
Muhit dergisi 74. sayısını “Daima Filistin” diyerek Filistin’e ayırdı. Arşivlik bir Filistin özel sayısı ile dünyanın gözü önünde yaşananlara bir kez daha şahitlik etmiş oldu dergi. Yazmakta, anlatmakta geri durmamak gerek. Hiç olmazsa ne yaptınız dendiğinde kurulan bu cümleler yüzümüzü belki ağartır.
Muhit Filistin Özel Sayısından;
Ali Emre – Gazze: Kıyıdaki Kanlı Karanfil
“Rachel Corrie’nin hatırasını yaşatan bir mücadele var hâlâ. Onu ve eylemlerini, inançlarını, katledilmesini hafızalardan, kayıtlardan, tarihten silmek isteyenler de var çünkü. Bunun karşısındaysa onun övgüye değer ilkelerini, üstün cesaretini ve iç burkan ölümünü içinde hissediyor birçok insan. Onun mücadelesini ve karakter özelliklerini işleyen şiirler de yazıldı nitekim.”
“Kudüs ve Batı Şeria’daki zulümler, mescit baskınları, ev ve arazi gaspları, çocuk ve kadın ölümleri sürerken bütün dünya 7 Ekim sabahı, Hamas mücahitlerinin Gazze’den işgal altındaki Filistin topraklarına yönelik Aksâ Tufanı adlı hurucuna tanıklık etti.”
“Gazze, sıkça söylendiği gibi bir “açık hava hapishanesi” mi peki? Hayır, değil. Zindan değil. Yarı açık bir cezaevi değil. Yılgınlar ve acizler evi değil. Suçlusu, mahkûmu yok. Islaha, gardiyana, nasihate ihtiyacı yok. Elektriği, suyu, yemeği yok. Selam getiren bir ziyaretçisi bile yok. Böyle bir yokluk ve kuşatılmışlık içinde başını dik tutan bir direniş ocağı Gazze.”
Ömer Lekesiz – We Will Return Ya Da Nekbe’dir Yaramızın Adı
“ABD’nin verdiği en ölümcül silahlardan ve yine Akdeniz’e demirleyen ABD gemilerinden aldığı güçle işgalci ve katil İsrail, Hamas’ın bu haklı isyanını bahane edinerek Filistin’de yaklaşık yetmiş yıldır süren Nekbe ortamındaki seri cinayetlerini, Gazze şeridinde toplu katliama, yani bir soykırıma taşıdı. Gerçekte Hamas, “We will return” umudunun son emanetçilerin biridir. Bu emanetin bedeliyse şimdi bir soykırımdır. Bu nedenle “We will return” ya da Nekbe’dir yaramızın adı. Son Filistinliye kadar değil, son Müslüman’a kadar sürecek olan…”
Sibel Eraslan- Gazze, Ümmeti Şikâyet Ediyor
“Boynundan aşağısı tutmayan tekerlekli sandalyeye mahkûm bu ak saçlı öğretmenden ne istiyordu İsrail? Hiçbir hukuk kuralını kabul etmeyen pervasız İsrail, bu garip öğretmenden niçin bu kadar çekiniyordu? Gençlerden bu iki soruyu ciddiye almalarını rica ederim. Çünkü Filistin hepimizin okulu, Filistin şehitleri hepimizin öğretmenleridir arkadaşlar! Gerçek güç hakkında umutsuzluğa düşmeyin! Ona tekerlekli sandalyesinde güç ve kudret veren şey imanı, cesareti ve gayretiydi.”
Arif Ay- Filistin’in Kaderi
“Ne ki kimse duymaz bu çığlığı, bu acıyı, bu derin sızıyı… Yaprak kıpırdar, rüzgâr eser, kar yağar, taş çatlar ve dağılır ama insanlar susar. Nasıl olur da bu denli duyarsızlaşır, bu denli katılaşır insan? Çağ bir cinayetler çağına dönüştü. Eğer susuyorsak, eğer bir tepki göstermiyorsak suçlusuyuz biz de bu cinayetlerin. “Gördüm Şam’ı Beyrut’u / yaslı / Kudüs’ün yası değildi ama bu” diyor şair. Yargılıyor Abdüllatif Lâbi uygarlık bilinciyle hepimizi. Yargılıyor susanları, kralları, şeyhleri, çıkarcıları, iş birlikçileri, neronları, firavunları.”
İbrahim Tenekeci – Filistin Yazıları
“Kadim Filistin coğrafyasının Osmanlı dönemi posta tarihi koleksiyonunu yapıyorum. O bölgenin postanelerinden çıkan damga ve dokümanların yanı sıra aynı yıllara ait kartpostalları da biriktirmeye gayret ediyorum. Kısıtlı bütçeyle böyle büyük bir çabaya girişmemin birinci nedeni, bunları bir vesika, bu işi de bir vazife olarak görmemdir. Zaten öyle olduğu için tahmin ettiğiniz kitle de yoğun bir şekilde bu damgaları topluyor.”
“Filistinli kardeşlerimizin 7 Ekim sabahı başlattığı feda harekâtına şahitlik ettik. Aklımıza yatmayan bazı boşluklar var mıdır? Vardır. Buna rağmen tavrımız bellidir ve nettir. Filistin, Filistinlilerindir.”
“Şu da esasında bilinen bir gerçektir: Israrla gündemde tutulmaya çalışılan ve her İsrail operasyonu sırasında önümüze konulan “Filistinlilerin sattığı topraklar” meselesi, Siyonist propagandanın bir ürünüdür. Böylece ve güya yaptıkları fenalıkları hafifletmiş oluyorlar.”
Saadettin Acar –Büyük Mesele: Biz Ne Yapıyoruz?
“İslâm yeryüzündeki hayatın devamlılığının ve güvenliğinin mutlak emniyetini ihtiva eden yegâne nizamdır. Mümin de tam bu yüzden kâinatın güvencesidir. Çünkü emaneti o yüklenmiş, dolayısıyla emniyeti de o üstlenmiştir.”
“Bir yerde zülüm varsa orada zalim de vardır, mazlum da. Bir de olaya şahit olanlar vardır ki elleri kana bulaşmadan da o vebale ortak olabiliyorlar. Ya da tam tersine, kanları akıtılmadığı ve fiziki bir mağduriyet yaşamadıkları hâlde mazlumlarla birlikte haşrolabiliyorlar.”
Süleyman Ceran – Filistin Direnişinin En Küçük Halkası: Arakib Köyü
“Peki, bu kadar ülke, çok farklı inançlardan milyonlarca insan neden Filistin’i destekledi? Çünkü Filistin’in tertemiz bir hikâyesi var. Bir asırdır süren, yokluklara, yalnızlıklara, ihanetlere rağmen devam eden varoluş mücadelesi bu. İslâm’ın ilk kıblesine, en kıymetli üçüncü mabedine, toprağına, taşına, zeytin ağacına, portakala, kekiğe sahip çıkışın adıdır Filistin.
“Mescid-i Aksâ’yı muhafaza etmek, Kudüs halkının izzetini korumak, âlemi İslâm’ın kutsal emanetlerine sahip çıkmak için yeri geldiğinde topyekûn feda olmayı göze alan kahraman Gazze halkının ayakta kalma mücadelesini, yalnız bırakılmasını ve ödediği bedelleri tarih yazacak. İnsanlık böylesine şerefli bir halkı asla unutmayacak.”
Zeki Bulduk – Taş
“Filistin’e halasının yanına gönderilen Hasan kadar yalnız hissediyorum kendimi. Bilmediği bir dilde insan ne kadar var olabilir ki? Bilmediğim bir dil konuşuluyor dünyada. Ve herkes biliyor, kimsenin evi gasp edileni anlamadığını, anlamak istemeyeceğini… Bu yüzden “İsrail” denildiğinde herkes susuyor. Hırsızın hiçbir zaman suçu yok bu hikâyede. Herkes bir yalanı birlikte söylüyor.”
“Mademki insan olmam kusurlu, yazar olmam bir vehim, Müslümanlığım yetersiz keşke Siyoniste atılan bir taş olsaydım!
Hasan’ın Filistin’de bir halası vardı. Filistin o kadar da uzak değilmiş. Bir taş atımı, bir kalp atımı uzaktaymış meğer.”
Cevat Olçok – Kudüs’ün Bitmeyen Acısı!
“Duvarların ve dikenli tellerin ardında tutulan insanlar; çocuk, kadın, yaşlı, engelli, hasta diye ayırt edilmeden soykırıma tabi tutulurken sadece insanlar değil, insanlık yok ediliyor gözlerimizin önünde. Artık söylenecek söz kalmadı diyorsunuz! Ama söylemeliyiz, konuşmalıyız, sesimizi ve sözümüzü yükseltmeliyiz!”
“Özgür Filistin için hepimizin bir çabası olması gerek. Susmayan dillere, güçlü ellere, yorulmayan ayaklara, kararlı ve inançlı yüreklere ihtiyacımız var. Bu acılar son bulacak, inanıyoruz. Müslümanız, umutluyuz.”
Recep Terler – Mütecanis Topraklara Sahip Filistin
“Kur’an’da geçen iki cami vardır, Kâbe ve Mescid-i Aksâ. El-Aksâ, Kâbe’den yalnızca kırk yıl sonra inşa edilmiştir. Dünyada inşa edilmiş ikinci cami olması, Hz. Âdem ve Hz. İbrahim aleyhisselam ve çocuklarının inşa etmesi, bütün peygamberlerin orada namaz kılmış olması, Miraç hadisesiyle kutsiyetinin daha da yücelmesiyle elbette Kudüs bizim için şeriftir.”
“Bugün Muhammed Mursi yaşasa ve Mısır’ın başında olsaydı Türkiye-Mısır, hatta belki Suriye dengesiyle işgalci Hristiyan ve Yahudi Siyonistler bunların hiçbirini yapamayacaklardı. Muhammed Mursi’nin göreve gelir gelmez Gazze tünelleri ve Filistin için yaptıkları kayıtlarda. Allah ondan razı olsun. Şehadeti makbul, makamı âli olsun.”
Harun Yakarer – Kudüs-ü Şerif Terazisinde
“Konu Filistin olunca ortaya çıkan şey, gelip geçici feryat ve figanlardan, sloganlardan başka bir şey olmuyor. Meselenin gündeme geldiği anlar, hep Siyonist Yahudi saldırıların olduğu zamanlardan. Bu durum bize Filistin’le alakalı düşüncemizin değil, sadece duygularımızın olduğunu gösteriyor. Anlık veya kısa süreli duygulanmalar ve tepkilerle bugüne kadar müspet hiçbir şey olmadı. Durup düşünmek; kurtuluş için aşama aşama bir fikri alt yapı hazırlamak, plan kurmak, planlı hareket etmek, plana sadık kalmak için ilk şart. Bunun için düşmanımızla alakalı her türlü bilgi kırıntısı dahi önemli.”
Erol Göka- İnsanlığımızın Gözetlendiği Kule: Gazze
“İsrail, kendisi için istediklerini Filistinliler için istemeyerek ve dahi, çıkarları için masum çocukların, kadınların katline göz yumarak ahlâk yasasını ihlal ediyor, insanlık onurunu aynı anda iki kez çiğniyor.”
Mehmet Tepe – Filistin Günlükleri
4 Temmuz 2019 Perşembe
Yine Mescid-i Aksâ’dayız. Son defa vakit namazını Kıble Mescidi’nde cemaatle kılıyoruz. Mescid-i Aksâ’ya gelirken kapıdaki İsrail askerleri bizden kimlik ve pasaport istiyor. Dikkatle bizi izliyorlar, keyfi bir uygulamayla bekletmeye çalışıyorlardı. Bazı Yahudi fanatikler Mescid-i Aksâ’ya girerek burada bulunan Müslümanları tahrik ediyorlardı. Tabii yanlarında uzun namlulu silahlara sahip askerlerle avluda resmen gövde gösterisi yapmaya çalışıyorlardı. Orada öğrendik ki Mescid-i Aksâ’nın mülkiyeti Filistin’e ait değilmiş. Bu kutsal mekân Ürdün Evkaf Bakanlığına bağlıymış. Kudüs’te yaşayan Filistinli Müslümanlar da Ürdün nüfusuna bağlı ve Ürdün vatandaşı olarak geçmektedir. Ey güzel Filistin “Öz yurdunda garipsin / Öz vatanında parya…
Mahmut Bıyıklı – Türk Edebiyatının Filistin Sınavı
“Günümüz edebiyatçılarında toplumsal meseleleri ele aldıklarında sanki edebiyatlarına ihanet ediyormuş gibi yanlış bir algı var. Bu yanlış algı sebebiyle çiçek böcek edebiyatının bile altında kalan konularda dolaşılıp duruluyor. Kadim kaynaklarla bağı koparılan yabancı eserlerin etkisinde kalan gençlerimizin mevzilerindeki sapma, kendi mevzularına yabancılaşmayı beraberinde getirmektedir. Gazze’nin acılarını, Kudüs’ün kahrını ve Batı Şeria’nın ahını edebi esere dönüştürmek, eli kalem tutanlarımızın boyunlarında büyük bir vebal olarak durmaktadır.”
“Filistin’in işgalci Siyonistlere karşı verdiği özgürlük mücadelesinin Türk milletinin yüz yıl önce verdiği Kurtuluş Savaşı’ndan zerrece farkı yoktur. “İslâm dünyasının kalbine bir fitilli bomba gibi Yahudi’yi yerleştiren Siyon ve Mason uşakları ne derlerse desinler, Yahudi’nin idare ettiği emperyalizme karşı savaş, istiklâl savaşıdır.” diyen Nurettin Topçu’ya rahmet olsun. Filistin’in istiklâli bizim istiklâlimizdir. Savaşları savaşımızdır.”
Peren Birsaygılı Mut -Filistin direniş edebiyatının ilk şairleri: İbrahim Tukan Nuh İbrahim Abdürrahim Mahmud
“Genel itibarıyla roman, şiir, hikâye gibi çok yönlü alanlarıyla düşmanlarının varlığını dahi inkâr ettikleri bir toplumu vurgulayan Filistin direniş edebiyatının temelleri, böyle büyük bir iman gücüyle atılmıştı işte. Edebiyatı, Filistin ulusal kimliğine ait zengin tarih ve kültür alanlarıyla ilişkilendirerek toplumun hafızasını sürekli taze tutmak isteyen ve zalimlere karşı savaşçı bir kimliğe büründüren günümüz Filistinli şair ve yazarları, böyle muazzam bir mirasa sahipler.”
Metin Erol – İsrail Soykırımının Medya Cephesi
“İsrail’in sürdürdüğü soykırım esnasında başvurduğu en alçakça dezenformasyon ise Hamas’ın kırk bebeğin kafasını keserek öldürdüğü iddiasıydı. Ancak Anadolu Ajansı, sürdürdüğü etkili gazetecilik örneğiyle İsrailli askerlerden bu haberin yalan olduğu bilgisini aldı. Dezenformasyonun ne kadar büyük bir tehlike ve tehdit olduğunu gösteren en önemli olay ise İsrail’in 17 Ekim’de Gazze’deki El Ehli Hastanesini bombalamasını inkâr etmesi oldu.”
“Nihayetinde hakikat arayışında hepimize büyük bir görev düşüyor. Farkındalığımız ve hakikati duyurmaya olan inancımız, en etkili aracımız olacak. Biliyoruz ki bize emrolunan; kötülüğü elimizle düzeltmek, şayet değiştiremiyorsak dilimizle düzeltmek, o da mümkün değilse kalbimizle buğz etmektir.”
Said Ercan – Gazze Özelinde Sosyal Medyanın Uluslararası Etkisi
“İngilizce ve diğer dillerde içerikler, görseller hazırlayın: Çok dilli ve insan çeşitliliği sağlayarak başka insanların da konuya dâhil ve taraf olmasını sağlayacaktır.”
“Bilgi ve görseller paylaşın: Doğru, tarafsız ve güncel bilgileri, görselleri ve videoları paylaşarak olayların boyutunu ve ciddiyetini ortaya koyun. Ancak paylaşım yaparken bazı içeriği hassas olan görsel ve videolara hassas içerik uyarısı eklemeyi unutmayın.”
“Takipçilerinizi eyleme geçirin: Takipçilerinizi, bilgilendirmenin ötesinde somut eylemler için harekete geçmeye teşvik edin. Örneğin; yardım kuruluşlarına bağış yapmalarını önerin veya yerel temsilcilerine baskı yapmaları için onları teşvik edin.”
Muhit’ten Şiirler
Bir tahlil sonucu Gazze, kime karışmış gösteren kâfir kanı
Göreceksin içimizde kokuşmak için bir siyonist
Bugün Aksa için ne yaptın ey genç adam
İşte bak o azgın nefsin savaşmak için bir Siyonist
Kıydılar insana ait ne varsa, insan kalk ayağa
Çocuk cenazelerine musalla yaptık anne kucağından
Said Yavuz
Bir rüya gördüm; Gazze’de kuşlar
Kalbimize inip inip kalkıyorlardı
“Nerdesin ey Ömer, ey Selahaddin”
Diyerek acıyla kanat çırpıyor
Yüzümüze bir garip, bir tuhaf
Dalgın dalgın bakıyorlardı
Nurullah Genç
İnsan kendini nehirlere bölebilir
Birbirine asla karışmayan nehirler gelip geçer bazen içimizden
Ne yasal ne siyasal ne de sayısal bir karşılaşma
İnsan kendi içinde bir ceylan sulayabilir her sabah
Bunu açıklayamaz kalbimizin evrilen kökleri
Ve mağara duvarlarına çizilmiş kan ve kâhin resimleri
Bin yıllardır evriliyoruz, düşmeyi öğrendik
Düşerken düşünmeyi, düşünürken de tükenmeyi.
Homo erectus, nasıl da büyütür içinde dimdik bir şiiri
Ve bazen şamanlar toplar secdeden diz boyu gülhatmi.
Dilara Ayşe Akdeniz
Kudüs şimdi pek mahzun, kederinden ağlıyor,
Meryem’in beşiğinden, bebek kanı damlıyor.
Demir zırhını giymiş, yine geliyor Calut,
Karşısında bekliyor, elinde taşla Davut.
Mehmet Teber
Burası Filistin
Yedi kardeşten kalan teki
Çıldırtır Siyonizm’i ölümsüz gülüşüyle
Tekinin yüreği yoktur binlerce İsrail züppesinde
Silinmez bir yazıdır alınlarında onların
Zalimler korkak olur
Her İsrailli korkak doğar, yaşar, ölür
Filistinli ise Kudüs kadar cesur, Kudüs kadar aziz
Ölüm tadılacak leziz bir meyvedir onun için
Tadılır
Aynur Dilber
Bir Nokta; Sayı: 262
Bir Nokta dergisi 262. sayısında Filistin kapağı ile çıktı.
Mürsel Sönmez’in Giriş yazısından…
“7 Ekim 2023 tarihinde başlayan “Aksâ Tufanı” adlı direniş/diriliş destanı sunuşumuzun ve bu sayımızın eksenini oluşturdu. Varoluşun doğasına değinmemiz de bu yüzden. Evet, “her şey zıddıyla kâim” olmayı sürdürüyor ve şaşılacak bir şey de yok. Bütün dünyanın şerlerinden kaçınıp korktuğu bir kavmin kendilerini “devlet” olarak tanımlayan mafya çetesi, yüz yıldır “çökmeye” çalıştığı topraklarda, o toprakların gerçek sahipleri tarafından ilk kez şiddetli bir tokat yedi. Yine o “kavim” tarafından örgütlenen ve insanlığın üzerine karabasan gibi çökmüş olan, hayatın tüm anlam ve değerlerini yok etmeye, insanların kan ve emeklerini sömürmeye ayarlı “Küresel Kötülük” şebekesi de harekete geçti. Ve Gazze’de kendilerinden bekleneni gerçekleştirerek bırakın insanı, hiçbir canlının yapamayacağı vahşetlere koyuldular. Şu an Gazze’de sözün tam anlamıyla “insanlık ölüyor.” İnsanlık bir kez daha zalim ve zorbadan mı, haklı ve mazlum olandan mı taraf olmak arasında sınav veriyor.”
Kalbimiz Mekke’dir Aklımız Kudüs
Kudüs’ü anlatıyor Mehmet Şamil Baş. Yüreklere dokunan cümlelerle Kudüs’e içten bir selam gönderiyor Baş. Ruhumuz, direnişimiz, heyecanımız, hüznümüz hep Kudüs’ten yana.
“Dünyada barışın mihengi Ortadoğu’dur. Milletlerin, inançların başkenti de Kudüs’tür. Kudüs karışsa dünya karışır; dünya ne zaman sükûn içinde olsa Kudüs’te barış vardır. Kudüs derdimiz değilse biz hangi adâletin zeytindalıyız kardeşim?
Hatırla unuttuğun tarihi! Bin yıllık İslâm toprağında İsrail’in işi ne! Tek millet olmuş küfrün geliyor da işine ya bizim neden sıkılmaz yumruğumuz, neden kaldırıp atmayız bir taşı alnının çatına İsrailoğlunun.”
Anlamanın Mahiyetine Dair
Anlamak, anlamaya çalışmak, anlamlandırmak insanın doğasında olan özellikleri. Önemli olan bunları işler hale getirmek. Yaşanılan her şeyi anlamlı bir bütün haline getirmek de bir anlam çabasını gerektirir. Hasanali Yıldırım anlamanın mahiyetine dair yazmış. İnsanın anlam dünyasında yaşadığı çıkmazlar, anlam karmaşaları, anlamanın kattığı değer ve daha fazlası var yazıda.
“Evet, anlamak da bir inanç meselesi… Nice başka şey gibi. Hayra da, şerre de, biz öyle inandığımız için aynen muhatap kılınmıyor muyuz? Peki ya modern insanın bu akılalmaz seviyedeki herşeyi çözdüğüne inanma gafletini nasıl izah edeceğiz? Herşeyi anladığını ve kökünden hâllettiğini zannetmenin küstah kibrinin beraberinde getirdiği anlama mahrumiyeti bir yana, anlamadıklarını yoksaymayı marifet zannetme ve her şeyi mümkün mertebe tasnifleyip tesmiyeyi anlama belleme teltiğini…”
“Külliyen reddetsek de bütün bir insanlık hâlinde hakikati aramayı terk ettik. Sahtesini bile. Hususen de bizim gibi sahtelikler karnavalına katılmış cemiyetlerde hakikat arayıcılığı, dağlarda eski usul maden arayıcılığından bile az. Hâlbuki hakikati aramayı terk ettiğimizde sahteyi bulmaya başlarız; bulmaya ve benimsemeye.”
Mahfillere Sızan Algı Edebiyatı
Algı bazen öyle hal alır ki gerçeğin üstünü örtebilir. Ne yazık ki algılar dünyasında yaşıyoruz. Hayatın her alanını çepeçevre sarmış bir algıdan söz etmek mümkün. Mahfillere Sızan Algı Edebiyatı isimli yazısında bahsediyor algının insanlığa yaptığı fenalıklardan Nuray Alper. Edebiyat mahfilleri üzerine yoğunlaşıyor Alper. Grup, çevre gibi oluşumlara göndermeler var yazıda.
Edebiyat dünyasını iyi tanıdığımı sanıyorum. Ne olup bittiğinin de farkındayım. Grup, çevre gibi mevzular benim çok uzağımda ama şu var ki edebiyat dünyasında vefa yok. Bu kesin. Birilerine destek olursun, elinden tutarsın, edebî mahfillerdeki yolunu açarsın. Bir gün bakarsın ki tüm bunları unutmuş, kendi kendine uçmaya çalışıyor, tüm hikmeti kendinden sanıyor. Böyleleri uçamaz. Uçsa bile gün gelir yere çakılır çünkü hatır, kıymet, vefa gibi değerleri çiğneyip “sadece ben” dediği için hiçbir yerde dikiş tutturamaz. Dikiş sandığı şeyler gün gelir tek tek çözülür.
Nuray Alper’in yazısından altını çizdiğim satırları paylaşacağım.
“Saygısızlığın gürültüden güç alarak beklentiyi karşı safa hasrettiği, zaman içerisinde kendi söylemine inanır duruma geldiği bir geçitte kitlenin dönüşümü, sesin üstünlüğüne ve kuvvetine bağlı hâle geldi. Ses kelimenin, renk şeklin önüne geçti. “Oku” ikazına matuf insanlığın bakmakla iktifa eden, dahası doyuma ulaşan ruh durumu içinde parçalandı ahenk. “Sürü psikolojisi” tabiri bu tesirin güdümüne dayanıyor. “Mış gibi yapmak” tutumunun sözcüleri kişiler üzerinde algıyla tahakküm kuruyor. Yazık ki görsel materyallerin sahneye çıkışının kolaylaştırıldığı bir çağda dikkat, nitelik ve liyakatten ziyade gösteriş ve sunuş kabiliyetinin merkezine kaymış durumda.”
“Bilinçli bir şekilde öne çıkarılanın, gereksizce parlatılıp yükseltilenin hakiki itibarını belirleyecek olan da yine tarihin ibretlik sayfaları. Hakikatin zamana ihtiyacı var. Bir gün zamanın adil sesi tarafgirliği ve kayrılmayı bastıracak ve anlık zaferlerin ışıltısı ucuz birer teselli gibi geçici meydanların tozlu köşelerinde sıkışıp kalacaktır.”
“Bu ülkede Anadolu irfanıyla büyüyüp biçimlenmiş, geleneklerine şeklen değil ruhen bağlanmış pek çok kadın asırlardır “ben” demenin, reva görüldüğünü düşündüğü bir takım haksızlıklardan şikâyet etmenin edebe aykırı olduğu bilinciyle hareket etmiştir. Nitekim o, tabiat olarak sükûtu konuşturduğu kadar eylediğiyle söyleyen, vakarıyla bildiren bir noktada durur.”
Şakir Kurtulmuş ile Söyleşi
Ercan Ata’nın bu sayı konuğu Şakir Kurtulmuş. En verimli zamanlarını yaşıyor Kurtulmuş. Yeni kitapları çıkıyor, söyleşiler, programlar, fuarlar, editörlük çalışmaları derken edebiyat dünyasının tüm hareketliliğini tam anlamıyla yerine getiriyor. Ata’nın sorularını cevaplamış Kurtulmuş.
“İlk şiirlerim yetmişli yılların sonunda yayınlanmaya başladı ve ilk şiir kitabım 1985 yılında yayınlandı. İlk kitap heyecanını tam olarak yaşayamadan 23 yıl sürecek bir fetret döneminin içinde buldum kendimi. Bu zamanı her vakit sorguladım, keşkelerimi azaltmaya çalıştım. Fakat yaşanan ömrün bir parçası ve bunu geriye almak mümkün değil.”
“Üniversite tahsili için İstanbul’a geldiğimizde Yeni Devir Gazetesinde çalışmaya başladım. Önce musahhih olarak bir süre çalıştım, sonra sayfa sekreterliği yaptım, bir süre sonra da sanat edebiyat sayfası düzenlemeye başladım. Bu arada gazetede köşe yazısı yazanlar arasında Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, İsmet Özel, Akif İnan, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören vardı. İsmet Özel İstanbul’a taşınmış, gazetede kendisine bir oda tahsis edilmişti. Her gün gazeteye gelip yazısını odada yazıyor ayrıca kendisi ile görüşmeye gelen gençlerle de burada sohbet ediyordu.”
“Çocukluğumdan bu yana en çok sevdiğim şehirlerin içinde İstanbul hep ön sıralarda yer aldı. İlkokul sıralarında trenle seyahatlerimiz sırasında denizi gördüğümüz an şehre yaklaştığımızı anlıyor, İstanbul’a geldik diye seviniyorduk. Deniz kıyısında trenin raylarda giderken çıkardığı sesler, sabah güneşin doğuş anında ufukta gök ve denizin birleştiği yer çok ilgimi çekiyordu. Bu manzaraya dalıp derin düşünceler içinde hayal kurduğumu denizle göğün birleştiği çizgiye ulaşıp ulaşamayacağımızı merak ederdim. Böyle çok uzun yıllar öncesine dayanır şehre olan ilgimiz.”
“İnsanlığın kurucu/yazılı metinlerin tamamına yakını şiir veya şiirsel metinlerdir ve insanlık bu metinlerle duygu dünyalarını şekillendirmişlerdir. Şayet yeniden bu kodlara dönebilirsek şiirin insanlık için değiştirici ve dönüştürücü gücüne kavuşabileceği inancını taşıdığımı söyleyebilirim.”
Beylerbeyi Günlükleri
Nurettin Durman’ın Beylerbeyi Günlükleri’nden tadımlık birkaç bölümü buraya alıyorum. Devamı dergide.
“5 Kasım 2015, Perşembe,22: 34… 1982- 2000 arası günlüklerimi bugün tekrar gözden geçirdim. Bu son şekli değil tabii. Düşünmem lazım yayınlamak için. İsim konusunda da karasızım hâlâ. Beylerbeyi Günlükleri ismi üzerinde duruyorum…”
“11 Kasım 2015, Çarşamba, 23: 20… TRT 1’de Diriliş “Ertuğrul” iyi gidiyor. Bugün pastırma yazı dedikleri cinsinden güneşli güzel bir gündü. İnşallah güzel yurdumuz barışa huzura ulaşır, gelişir, kalkınır güçlü bir ülke olur…”
“22 Kasım 2015, Pazar, 23: 22… Ne yapmalı etmeli de iyi şeyler koymalı ortaya. İyilikler donatmalı etrafı… Kendimizden başlayarak, çoğaltarak, yayarak yakın çevremizden başlayarak…”
Birnokta’dan Bir Öykü
Nermin Tenekeci- İşte
“Bir Nuri Bilge Ceylan filminin ortasından fırlamış gibiydi âdeta… Orada, şose yolun aşağısındaki suyu çekilmiş oluğun başında elindeki dal parçasını eğip büküyor; oraya buraya sektiriyordu küçük çakıl taşlarını. Sıcaktan kavrulup çatlamış toprağın; dibi çamur, kurbağa atığı ve yosun bağlamış oluğun etrafını kurumuş inek dışkılarının öbekleşe sardığı bu ıssız köşede Kâmil’i bekliyordu. Onun ön aksı kırık 1997 model Ferguson’unun bildik sesini.”
“Sövgülerin en okkalısı Kâmil’e, bu hısımı olacak kaltapanın dinine, imanına, gelmişine geçmişine boşaldı sağanak gibi.”
“Bir Nuri Bilge Ceylan filminin ortasından fırlamış gibiydi oysa… Orada, şose yolun aşağısında, güneşten kavrulmuş, kararmış oluğun ıssızlığında Kâmil’i bekliyordu.
Yavaş yavaş kabuk döken bir ağustos böceğinin, ardında bıraktığı ölü deri gibi…
Bir mezar gibi..”
Birnokta’dan Şiirler
Yeryüzü kan lekesi Kudüs kanayan yara
mirâca açık kapı secdeye kapanan yüz
bahçesinde Aksâ’nın tekbir olduk bahara
namazımız kılınır çok şükür hüzünlüyüz
Ma’bedin ki bu senin kutsalın ve ilk kıblen
hâtırasıyla meftûn zaman ve mekân hâlâ
ne yazsak eğretidir Filistin’den Gazze’den
pimi çekilmiş kalem bıraktı bak Hanzala
Mehmet Şamil Baş
Ali’yi sende bilmiştim
Hasan ve Hüseyin’i
Sende bilmiştim
Gül kokarken ellerin
Kokunun sahibini sende bilmiştim
Bir lokma da olsa paylaşmayı
Sende sevmiştim
Kelimelere en güzel rengini verdin
Dokunsan suya, arınırdı su
Ne çok şeyi sende sevmiştim.
Süleyman Çelik
Çocuk iziyle Gazze
Geçit vermez sokaklar
Hüzne ortak acılar
Tutunacak dal arar
İbrahim Eryiğit
şiirler yazardık taşlara ve kan sürülmüş gelinciklere
buluttan dökülen sanki yeryüzü melekleriydik
her odanın bilmediği secde kokularını yüzümüze sürer
onaltılık Temimi bakışlarla zulmü eritirdik
ölümü öldüren bizlerdik,
biliniz ki ve henüz daha ölmedik
Adnan Berber
Sırtımda taşıdığım yamalı direnişimle
Tertemiz bir ölüm yazılsın alnıma
Yaşı, vakti kadar ilerlerken çocukların
Birkaç ölüm tarifi ver bana ya Ali
Merhem merhametten yapılır dedim
Fakat kuyularınıza Yusuf olmak yetti
Talihleri muskalı Alilerden
Burhan Tuz
Artık dünyada her yer karanlık.
Bombaların ışığında, ölen anneyi arıyor bir çocuk.
Veda etme nedir bilmeden.
Ölümden başka kaçacak yeri kalmadan
Şiir taşıyamaz artık bu acıyı.
Önümüzde bir sınav kâğıdı değil Filistin,
Onaya sunulmuş ölüm belgesi.
Sessiz olalım, uyku bölünmesin…
Enver Çapar
Hece Öykü, Sayı: 119
Hece Öykü dergisi 119. sayıya ulaştı. Emin Gürdamur, “Önce Sanat Gelir, Sonra Teori” başlıklı yazısında teori ve sanat arasındaki hassas dengeyi ele almış. Yazarken, teoriyi mi yoksa sanatı mı öncelemek gerekir gibi bir yol ayrımında tavır nettir; “Genç bir yazarın teori peşinden koşması deliliktir.”( Faulkner)
“Hayatın durağan olmadığını, mütemadiyen devinim hâlinde aktığını biliyoruz. İşleri daha da karmaşık hâle getirense hayatla birlikte insanın da değişmesi. Bu iki değişim her zaman ahenkli sonuç doğurmaz. Değişim yazıya da sirayet eder. Yazı değiştikçe teori de değişir.”
“Teori hukuktur ve hukuk bireye temkin dayatır. Hâlbuki sanatçı temkinin değil tehlikenin çocuğudur. En güzel çiçeklerin tekinsiz, tehlikeli kıyılarda açtığını, o kıyılara uzanmak için kendinden öncekilerin yaptığından fazlasını yapması gerektiğini bilir. Teori, bugüne kadarki süreçte ortaya konulan eserleri merkeze alan felsefi bir inşa faaliyetidir. Ortada edebî eser yoksa teori de yok demektir. Teori eseri anlamak, anlamlandırmak, edebiyat tarihinde bir yere oturtmak, yeni bir gözle yorumlamak, tasniflemek ve onun üzerinden bir sav geliştirmek için kullanılan ikincil bir faaliyettir.”
Benim Öyküm’de Sema Bayar Var
Benim Öyküm bölümünde bu sayı Sema Bayar öykü yolculuğunu anlatıyor.
“Benim öyküm dalgınlıklardan örülü. Dünya ile aramdaki mesafeyi ayarlayamadım hiç. Eşyayla ve insanla… Ya ayrıntılarda nefes alıp verdim ya da her şeye ve herkese uzaktı bakışlarım. Çocukluk insanın ana vatanıymış. Bir hikâyenin içine doğdum ben de. Birilerinin hikâyesine eklemlendim. Yahut öyle olmam gerekiyordu. Ama yapamadım. İnsan aslında dünyayı değil kendini yadırgıyor, kendini yadırgayınca dünyanın da onu yadırgadığını hissediyor. Bu duruma ya içerliyor yahut öfke duyuyor. Yetişkin kurnazlığının ardına sığınıp geçmişe yeni ve süslü kaftanlar dikme niyetinde değilim.”
“Yaşarken yazdığın bir öykü bu. Kudret kaleminde senin de parmak izin var. Başka izler ve gözlerin gölgesinde üstelik. İplere dolanmış bir ömür sürüyorsun. O iplerle didişe didişe geçen bir ömür.”
Ayşegül Genç’in Öykü Sözlüğü
“Ceylan [i.]1. İri gözlü ürkek hayvan. 2. Koşup bir kuytuya sığındığında nefes nefese kalan, burun deliklerini bir açıp bir kapayan, göğsü korku ile inip kalkan var olma arzusu. 3. Aç olanın peşine düştüğü, tok olanın pusu kurduğu, arzusuna yenilenin boğmaya kalktığı, hırs ile yerinde duramayanın avlamak için peşine düştüğü her şey. 4. Âşığı şekilden şekle sokan ahu.”
“Yalnızlık [i.] 1. Doğarken sırtımıza vurulan mühür. 2. Saf ipek. 3. Umudun dişleri. 4. Zemini olmayan bir kuleden hep düşme hâli. 5. Açmak için koştuğumuz kapılardan çıkıp gitmek.”
Gamze Güller ile Öykü ve Yazmak Üzerine
Gamze Güller, Rüveyda Durmaz Kılıç’ın sorularını cevaplamış. Güller, kendi öykü dünyasını anlatırken öyküye dair de ipuçları veriyor.
“Her şeyin anlatılabilir olduğunu düşünürüm. Yaşarken de bir şeyler okur veya izlerken de bende yarattığı çağrışımları biriktiririm hep. Belki hayata yazının içinden bakmak da diyebiliriz buna. Anlatarak anlamlı kılma çabası. Anlatarak var etme, kaydetme, gerçekleştirme.”
“Öykünün sonu beni de şaşırtıyorsa, ben de okur kadar etkileniyorsam öyküye olan inancım artıyor. Elbette bu bir kural değil, sadece öykü buna elveriyorsa değerlendirmeyi seviyorum.”
“Ben de rayından çıkmış şeyleri yazmayı seviyorum. Hem etrafımda bu türden olaylara tanık oldum hem de büyük yayınevlerinin editörlerinden çok şaşırtıcı hikâyeler dinledim. Gerçekten de yazmadan duramayan insanlar var. Ama bu, yazdıkları her şeyin iyi olduğunu göstermez elbette.”
“İş gereği pek çok istemediğim yolculuğa çıktım. Bazılarında yanımda götürdüğüm kitaplar beni mutlu etti, bazıları beni hayal kırıklığına uğrattı. Bu nedenle daha önce okumadığım ama merak ettiğim üç kitap alırdım yanıma. Hep öyle yapmaya çalışıyorum. Gerisi şans meselesi…”
Handan Acar Yıldız’ın Üç Anahtarı
Handan Acar Yıldız, öykü kapısını açacak üç anahtarı sunuyor okuyucuya. Birini buraya alıyorum.
“Bütün yazdıklarım kendime yazdığım uzun birer mektup aslında. Gelin görün ki bu mektuplar bittiğinde hangi adrese göndereceğimi bilmiyorum. Çünkü dünyadaki gerçek yurdumu, gerçek adresimi bilmiyorum. Ben de o mektupları kendime yazmış olsam da herkese postalıyorum.”
Fatma İçyer’le Teyzeler ve Maymunlar Üzerine
Fatma Üçyer’in ilk öykü kitabı Teyzeler ve Maymunlar. İçyer bu heyecanı Hece Öykü okurları ile paylaşıyor. Söyleşinin soruları Hatice İbiş’ten.
“Yazmaya karşı nereden edindiğimi bilmediğim bir iştiyakla doluydum; varoluşsal, durdurulamaz, özümden gelen bir şeydi bu. Henüz okula gitmeyen, dört beş yaşlarında bir çocuk var. Eli sürekli havada, duvarlara ve tavanlara bir şeyler yazıyor. Harfleri tanımıyor, yazmak ne demek bilmiyor ama sürekli bir şeyler kurguluyor, belki de sadece hayatta kalmaya çalışıyor.”
“Mutluluktan beslenip üretebilen yazarları tebrik etmek isterim. Benim için tahayyülü zor bir şey. Esasen yazabiliyor olmak en büyük motivasyon. Dışarıdan gelen ittirmelerle çalışabilen bir insan değilim. Genel olarak çalışmak için motivasyon aramıyorum. Eğer gerçekten çalışmak istiyorsam ev başını alıp yürürken herhangi bir kafede ya da kütüphanede de çalışabilirim.”
“Yaşamın içinde tanık olduğum şeyleri birebir almıyorum. Tabii ki yazdıklarımın içinde gerçek hayattan bir şeyler var, olmaması imkânsız. Bir öyküye ilham veren o ilk kıvılcım, hayattan içime, oradan kalemime gelene kadar birçok dönüşüme uğruyor. Öykülerimdeki karakterlerin, olayların, durumların ne kadarı gerçek hayattan ne kadarı kurgu benimle birlikte mezara gitsin isterim.”
Hece Öykü’den Öyküler
Sercan Ceylan – Çatal Dağ
“Bırak yaranı dikeyim bana bak diyorum, cevap yok. Üstü başı kan. Şaşı şaşı bakıyor. Hangisiyle göz kontağı kuracağımı da unutturarak bakıyor öyle. Öyle süzgün. Bir gözünde vurgun yemiş denizci gibi dibe çekilirken görüyorum onu. Etinden başka bir şey bu, ruh belki, eskisi kadar çocuk hâlâ, Menkıbe Teyze’nin sımsıcak elleri kadar umutlu, bu göz belli ki annesinin yanında.”
“Bırak yaranı dikeyim bana bak diyorum, cevap yok. Üstü başı kan. Şaşı şaşı bakıyor. Hangisiyle göz kontağı kuracağımı da unutturarak bakıyor öyle. Öyle süzgün. Bir gözünde vurgun yemiş denizci gibi dibe çekilirken görüyorum onu. Etinden başka bir şey bu, ruh belki, eskisi kadar çocuk hâlâ, Menkıbe Teyze’nin sımsıcak elleri kadar umutlu, bu göz belli ki annesinin yanında.”
“Cevap vermedi. Süzgün gözlerle şaşı bakışlarla döndü bana. Selvi boyu demin yaslandığı kırık duvarı geçti. O zaman ayıp ettiğimi anladım. O zaman Çatal Dağ kadar büyük bir aldanmadan uyandım. Demek tedbirim öldü gövdemin binası geçti. Demek o iki fareye gıda olacak ateş bile kalmadı içimde. Demek ahşap evin parçalanmış salonunda cesedi çoktan soğumuş bir gölge, boş yere bir cevap bekliyordu dünyadan. Anladım. Savaş bitti.”
Ali Necip Erdoğan – Tuğla
“Ben bir veri analistiyim. Rakamların dünyasında yaşarım. Bana bir yığın sayı verirseniz onları sizin dilinize çevirebilirim. Onlardan aklınıza hayalinize gelmeyecek anlamlar çıkarabilirim. Bu yüzden şirketler en genel anlamda maliyet ve satış rakamlarını önüme koyduklarında ne durumda olduklarını ve ne yapmaları gerektiğini onlara söyleyebilirim. Bunu kendi hayatımda da yaparım.”
“Ama neyse boş verelim şimdi bunları. Ben kafasını yastığa koyar koymaz uyuyabilen biriyim çünkü zihnime takılan hiçbir şey yoktur. Her gece aynı saatte yatar ve her sabah aynı saatte kalkarım.”
“Otobüs durağına geldiğimde beş kişilik sıranın sonuna geçip beklemeye başladım. Sıradaki herkesin tuğlası vardı ve hepsi bana yadırgayarak bakıyordu. Kısa süre içinde otobüs geldi ve sırayla bindik. Tuğlasını direksiyonun önündeki konsola bırakmış olan şoför, tuğlasız binemezsin, dedi. Şaşkınlıkla baktım ona ve bir tuğlam yok, dedim, ayrıca neden herkesin bir tuğlası var, diye sordum. Şoför soruma cevap vermek yerine tekrar tuğlasız binemezsin, dedi.”
Serkan Türk – Li
“Havuzdaki suya baktım. Yeşile dönmüş, yosunlaşmış, dibi neredeyse görünmez olmuştu. Bir zamanlar süs balıkları yüzüyordu burada. Yirmi yıl sonra geriye dönüp eski manzarayı görmeyi ummak hayalcilikten başka bir şey değildi. Hiç beklemediğim bir gün yanaştı kırmızı kamyonet evin önüne. Yangından mal kaçırır gibi evden üç beş öteberi alıp ayrıldık mahalleden. Nereye gittiğimizden habersiz telefon direkleri geride kaldı, öbür kalan şeyler gibi.”
“Ne olduğunu sordu büyüklerimiz.
Kumların içinde saklandığımız sırada duyduklarımızı duydular böylelikle.
Annem kolumdan tutup çekiştirdi beni peşinden.
Hala kızı dur, panik yapma, diye bağırdı Goncagül’ün annesi anneme.
Kararlı bir kadını durdurmak ne mümkün. Doğruca tırmandık bizim fakirhaneye.
Bizim evin o zamanlar bir adı da fakirhaneydi babama göre.”
M. Talha Özmen – Balon Kokusu
“Okula başlamış mıydım emin değilim, ancak altımda şort olduğunu net hatırlıyorum. Bu bayağı ufak olduğum anlamına gelir. Dilime yapışan sentetik pudra, burnuma gelen adi plastik kokusu ve babamın ikaz dolu bakışlarına aldırmamıştım. Hedefime ulaşabilmek adına, saniyeler önce imha ettiğim çikolatanın izlerini taşıyan dudaklarımı balonun ağzına yeniden yapıştırmıştım. Böylesini ilk kez görüyordum. Uzundu ve boğum boğumdu.”
“Babamların kafilesini uğurlarken döktüğü ince yaşları yazmasının köşesiyle silen annemin gözünde büyüyen 20 gün, su olup aktı. Bugün dönüyorlar. Ben de, naftalinli hatıra bohçamın bağlarını çözen Balcı Amca’nın fakirhanesine yıllar sonra tekrar işte bu vesile ile gelmiş bulundum.”
“Acaba hâlen o kapağın arkasında balonlar da duruyor mudur diye düşünürken yalnız olduğumu sandığım odada 4-5 yaşlarında bir çocuk belirdi. Kanepeye tek hamlede tırmandı. “Pişt, kimsin sen? Adın ne bakayım?” Yüzüme bile bakmadan dolap kapaklarını açtı, dili dışarıda, eli içeride bir şeyleri hışırdattı ve muzaffer bir edayla balonu çıkarttı.”
Zeynep Sati Yalçın – Kar Tanesi
“Yazın ilk günü. Rüzgâr nihayet bahar kokularıyla girdi penceremden. Tülleri savurdu, yanağımı okşadı, ardından kış kokusuna sarınmış eşyaları dolaştı bir bir. Girdiği her odaya kokusunu bıraktı; biraz çiçek, biraz çimen, çokça toprak karışımı. Bahar rüzgârının bir cinsiyeti olsaydı, rengârenk çiçeklerle bezenmiş elbisesi içinde dans etmeye heveslenen bir kız olurdu kuşkusuz; hayat dolu pür neşesiyle kıpır kıpır dans eden şirin bir kız çocuğu.”
“Örnekleri vardı evet, ama çok nadir gelişen bir hava olayına bel bağlayamazdım. Baharın yeşilleri, çiçekleri de gençlik gibiydi, çok güzeldi. Buna rağmen dileğim şehir kar içindeyken trenle dolaşmaktı. Öyle inanmıştı ki söylediğine, ona inanmamakla tekrar kırıcı olurdum. Arabadan indim, yan yana yürümeye başladık. Gençliğin bütün parıltısını sesinden yansıtarak konuşuyordu. Sakin, sevimli, saygılıydı.”
“Asfaltın karasını, kırmızı çatıları, ağaçların yeşil dallarını gittikçe kaplıyordu kar. Uzun yıllar öncesinden bir yüz camdaki yüzde belirip kayboluyordu. Tek fark saçlarıydı. Yirmi yıl önceki kısa saçlar ve şimdiki uzun kâküllü saçlar camdaki aynı yüzde gidip geliyordu.”
Hüseyin Hakan – Kuyu Ben
“Refik dedin mi herkes tanır. Sokağı boylu boyunca gezsen, hangi esnafa sorsan bilir. Bir adı, ağırlığı var. Cümle esnaf arasında yeri başkadır Bakkal Refik’in. Şimdi ben gelmişim, emaneti devralıp dükkâna sahip çıkmışım ya, görseydi gurur duyardı. Bir yandan elimdeki işi bitirmeye çalışıyor, diğer yandan durmadan konuşan amcayı dinliyorum. Daha doğrusu maruz kalıyorum. Ben yukarıdayım, o aşağıda. Aramızda yedi sekiz basamak merdiven farkı var ama söyledikleri birer mızrak gibi sırtıma sırtıma saplanıyor. Ben tabelaya çivileri çakıyorum, o sırtıma mızrağı. Farkında değil tabii. Anlattıkça gururlandığımı sanıyor. Abarta abarta anlatıyor henüz bir kez bile görmediğim babamı. Bilseydi yapmazdı.”
“Kuyunun dibi iyice dolduktan, bekleyen su bulanıp kokuşmaya başladıktan sonra kabuğuma çekildim. Birer birer azalan insan kervanına elimin ulaştığı herkesi itiş tıkış doldurmaya başladım. Babamı, doğmayan çocuğumu, terk eden eşimi, annemi, kalan üç beş dostumu, elde avuçta kalanlarla girişip batırdığım işleri, birkaç kez yeltenip kendimden utandığım kaçamakları, yeniden deneyişleri, konu komşuyu, akrabaları aynı kuyunun dibine doldurdum.”
Ahmet Karacan – Taziyede Konuşulanlar
“Salgın günleri. Evdeyim. Adına oturma odası denilen fakat yere ve zamana göre oturulan, ayakta durulan, uzanılan, uyuklanan yer olarak da kullanılabilen odada kahverenginin ağır bastığı ekose çekyatta uzanmışım. Gözlerim tavana dikili. Neredeyse öğle olmuş. Dışarıdan kulağa ya da beyne ulaşan herhangi bir ses gelmiyor. Mutfaktan bina dışına uzayan doğalgaz borusundan havaya savrulan buhar; odanın terasa açılan sürgülü kapısının üst penceresinden görünüyor. Doğal gaz boru yuvasını mesken edinmiş güvercinlerin birbirlerini sığdırmamak için gurul gurul ederek başlattıkları kavga sesleri geliyor.”
“Ortalıkta paylaşılarak hafifletilmeye çalışılan bir acının ağır havası dolaşırken Abdullah Tekin boynunu arkaya çevirerek duvarına sandalyelerimizin dayalı olduğu evi gösterdi. İşte bu ev, dedi. Lise yıllarından arkadaşım Ali’lerin evi. Ali Bozkurt. Ali bu evde kendini astı, dedi.”
“Topal Hüseyin’in çocuklarına bayramlık alamadığı için kendini astığını Mehmet söyledi ya, dedim. Abdullah, iyi de Mehmet, Mamatlardan Emin’in parasal hiçbir sıkıntısı olmayan varlıklı bir aileye mensup olduğunu, yalnızca talihsiz bir iftira olayını kendine yediremediğinden intihar ettiğini de söyledi, dedi.”
Arzu Özdemir – Yadigâr
“Adam, kadın gittikten sonra bakındı durdu.
Tekrar gelmek istediği yerde muhakkak bir eşyasını unuturmuş ya giden.
İlla ki bir şeyini unutmuş olmalıydı.
Umutla aradı, sonunda buldu.
Yastığın üstünde, kopmuş birkaç saç teli…”
İbrahim Gürel – Tesellinin Böylesi
“Ah o dişler! Kardan beyaz, mermerden sert, sahibine teselli, gayrısına dert dişler. O koca dudakları aralandığında hain bir gülüşün resmi oluyorlar. Uzun zamandır çektiği çilenin sonunda görünen o ki mutlu olmanın yolunu bulmuş, alacalı başı göğe ermiştir yaptığından, kesin. Ya da, intikam tatlıdır mı demeli… Şeker yese bu kadar tatlı gelmezdi. Şimdi keyfine diyecek yok.”
“Pazar sokağına doğru bakarken kaba bir ses tonuyla kendine geliyor. Karşısında güneşini kesen zabıta memurunu görüyor. Üniforması yırtılmış memur homurdanarak bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Zabıta bir yandan gözünü de yoldan ayırmıyor. Hasan Usta olan biteni anlamaya çalışırken zabıta memurunun yanında bir araba bitiveriyor. Patates çuvalı yüklü arabanın sahibi yalvarıp duruyor.”
Abdurrahman Alkan – Ihlamur Çiçekleri
“Acıyan yanlarımdan kolayca söz edemiyorum Doktor Bey. Böyle anlarda kendimi savunmasız hissediyor, üşüten bir ürpermeyle içime büzülüyorum. Derdimi çoklarına da açık etmedim bu yüzden. Size dökülüverirsem içimin dolup taşmasındandır Doktor Bey. Derdimi hangi sözcüklerle anlatacağımı da kestiremiyorum. Başkalarından duyduğum sıfatları kullanacağım mecburen. Teşbihte hata yaparsam kabahat benim değildir, baştan söyleyim. Laf aramızda bazılarını da ben uydurdum.”
“Tabii ki korkutuyor Doktor Bey. Hep korkularla, endişelerle yaşıyorum. Mesela bir gün bütün insanların karşıma geçerek hep birlikte bana katıla katıla gülmelerinden korkuyorum. Sana yalan söyledik. Yıllardır kandırdık seni. Anlatılanlar palavraydı. Hepsini biz uydurduk. Aslında koku diye bir şey yok. Bunca yıl seni nasıl da uyuttuk. Hah hah hah…”
“Yine de merak ediyorum Doktor Bey. Meyvelerin, mevsim mevsim kokularını mesela. Olgun şeftaliyi ısırınca damakta dağılan rayihayı, nazenin çileklerin kıpkırmızı ve yumuşak kokusunu ve ikiye bölündüğünde bal kavunun kokusunu…”
Menhir- Sayı :3
Menhir ile yeni tanıştık. 3. sayısı çıkmış derginin. Küçük, mütevazi ama heyecanını sayfalarına yansıtan bir havası var Menhir’in. Her dergi bir umuttur. Yolu açık olsun.
Derginin giriş yazısından;
“Bir harbin en çetin dakikasında kimse marş besteleyemez. Bu cümlenin işaret ettiği ve herkesin malumu olan esas, biraz daha dikkatle tetkik edildiğinde pek çok meraklı fikre gebedir. Kör bir kuyuya düşmek pekâlâ bir şiir mevzuudur, ancak şair yalnız bu kuyudan kurtulup üstünü başını temizledikten sonra bunun bir şiirini yazmayı akıl edebilir. Sanat, etrafındaki elle tutulur gerçeklerden beslenir, ancak bu besinleri sindirmeye yarayan uzuvlar yalnızca bu gerçeklerle aramıza biraz mesafe girdiğinde vazifelerini hakkıyla ifa edebilirler.”
Abartma Ustası
Orhan Gazi Gökçe de Menhir’de. Abartıdan bahsediyor Gökçe. Hayatın her alanında vardır abartı. Bazen çok eğreti durur, bazen çok yakışır yerine abartı. Peki, abartı ustası kimdir? Cevabı Gökçe’nin yazısında.
“İnsan davranışlarında kendini en çok belli eden eğilim abartı olsa gerek. Amma da abarttın, deriz mesela gereğinden fazla konuşana. Jestinde, mimiğinde; gülmesinde, ağlamasında abartıya kaçanlara hoş nazarla bakmayız. Abartı, insanın bilgisinin ve zevkinin sığlığını gösteren bir muhakeme savurganlığı sayılır. Kararı, kıvamı kaçan her şey rahatsız eder bizi. Buradan bakınca abartmak insan için bir zaaf, kusur olarak görülür.”
“Döküle saçıla, bağıra çağıra, vura yıka değil artistik bir neşeyle (artistique joie) abartmayı becerebilmek sanatçının ilk hüneridir. Sanatçı bir yönüyle bir abartma ustasıdır. Ben’den taşana özgün elbise diken, eli uz bir terzidir. Saklı bir hünerin meydana çıkmasından daha fazla iç açan bir sevinç; kıymeti bilinmiş bir cevherin parıltısından daha güzel bir manzara var mıdır? Bu manzara kendini ustaca abartabilenlerin eseridir işte. Bu abartı göz yormaz, kulak tırmalamaz, yaka silktirmez kimseye.”
Eylülden Düşen Eylüle Düşürülen
Adına en çok şarkılar, şiirler, türküler söylenen aylardandır eylül. Hatta adını anmak bile insanın içini titretmeye yeter. Hüzün deyin, ayrılık, hazan, sarı yaprak ya da daha fazlası, fark etmez. Eylül sanatsal bir pozun en karizmatik duruşudur. Keramettin Topkara eylülü yazmış. Güzün ilk ayının insana düşen yanı var satır aralarında.
“Eylülü hüzünle boyamak… Sadece yaprakların sararmaya yüz tutması, bazılarının tutunduğu dalı bırakması, güneşin eski neşesini kaybedip koflaşması, yapraklara yağmurdan bir titreme yerleşmesi, rüzgârın dişini göstermesi, hepsinden öte şairlerin yakıştırması mıdır acaba eylülün hüzünle boyanması? O en büyük yalancılar, eylülü deşe deşe içindeki hüznü keşfeder, seslerinde bile bir inleme, sızlama, belki hıçkırık bulurlar. Eylülün içinde genişleyip daralan, akıp kaybolan titrek, zayıf, yumuşak, ince, melul sesler ihsas ederler: e.y.l.ü.l.”
“Sözün kestirmesi eylül başkadır. Hem ilk hem son, hem başlangıç hem de bitiş. Yeniden doğuş, tekrar dirliş… Eylül… Bütün bir mevsim… İlkgüz, sonyaz, som bir mücevherdir.”
Menhir’den Şiirler
Bin bir nehir akmadadır yükseğimizden
Kuşlar uçuyor ufka bir ak yüzlü süratle
Kırk bin nice tefsir yapılır gökteki izden
Her tânesi ferman gibidir bir yeni katle
Abdullah Veli Uçar
Rıhtıma varamadık, artık zor nefes almak
Binlerce fersah dipte düştüğümüz bu dehliz.
Apansız bir hataydı oysa maziye dalmak
Tuzlu sularla tarazlanıyorken gövdemiz.
Issızlıktan doğan bir tutku burada kalmak
Soldur bütün yarınları, yansın bir körpe iz.
Haddimiz değil gelecekten geçmişi çalmak
Sana bir sır verdim o gün, saklı kalsın bu giz.
Belki biraz hatıra, belki biraz da ahmak:
Palazlanır içimde hâlâ bir mâi deniz.
Hasan Kocabaş
Kim dost iyi bilmek ne demek anlarsın
Gör bir hata silmek ne demek anlarsın
Buldun mu eğer has sevecek saf bi güzel
Aşk uğruna ölmek ne demek anlarsın
Berke Acet