Türk Edebiyatı; Sayı: 625
Türk Edebiyatı dergisi 625. sayısıyla karşımızda. Derginin kapağında Bahaeddin Özkişi. Aramızdan ayrılalı 50 olmuş Özkişi’nin. Yazdıkları ile Türk öykücülüğünde bir çığır açtığı muhakkak. Kısa öykünün büyük ustası olan yazarın günümüzde çok da tanındığını düşünmüyorum. Oysaki adına paneller, sempozyumlar düzenlenmeli, dergiler özel sayı yapmalı. Ne yazık ki kuru gürültü içinde bakıyoruz ki gölgeler daha çok yer tutuyor.
Dergide ben bu sayı Bahaeddin Özkişi hakkında yazdım. Bol bol hatırlanması ve rahmet dileklerimle.
“Bahaeddin Özkişi, edebiyat hayatına hikâye yazarak başladı. İlk öykülerini Sultanahmet Sanat Enstitüsünde öğrenciyken kaleme aldı. Haliç Tersanesi’nde çalışırken karşılaştığı farklı insan tipleri ve toplumsal olaylar, onun yazarlık serüvenini derinden etkiledi. Özkişi’nin; eserlerinde, bireyin iç dünyası ile toplum arasındaki ilişkiyi ustalıkla işlediği görülür. Öyküleri, bireyin zaaflarını ve erdemlerini, toplumun gürültülü sokaklarını ve bu sokakların birey üzerindeki etkilerini derinlemesine ele alır. Bu nedenle, onun öyküleri hem bireyi hem de toplumu aynı anda anlatan, psikolojik ve sosyolojik derinlik taşıyan metinlerdir.”
Ziya Gökalp’in Tasavvuf Sosyolojisi
Ziya Gökalp ve tasavvuf kavramlarını yan yana görmemiş olanlar için Mahmut Erdil’in yazısı tam bir kaynak niteliğinde. Gökalp’in tasavvufa yönelmesi ve münasebetleri, getirdiği yorumlar, sosyolojik çıkarımlar gibi birçok konu ele alınıyor yazıda.
“Onu tasavvufa yönelten, tasavvufu derinlemesine tahlil etme gereği duymasını sağlayan istek, tasavvuf ehlinin âlemdeki eşyayı varlığın ruhlara yansıması olarak algıladığı “idealist düşünme” biçimidir.4 Mutasavvıfların fıkıhçı ve kelamcılardan farklı olarak dinamik, girişimci ve gelişmeye açık karakterlerinin olduğuna dair kanaati onun tasavvufa ilgisini daha da artırmıştır. Gökalp’e göre medresede görev yapan hocalar açısından dinin hem inançlara hem de ibadetlere dair kaideleri bulunmaktadır. Bunları öğrendiğiniz ve ona göre ibadetlerinizi yaptığınız zaman, mükemmel insan olacağımızı söyler. Ancak ona göre mutasavvıflar böyle değildir ve onlar, dinî bilginin ve eylemlerin her türlü gelişime bağlı olduğunu ifade ederler.”
Karagöz’de Bir İnkılap Denemesi ve Hayalî Kâtip Salih Efendi
Oğuzhan Beşiroğlu, Karagöz sanatına yenilikler getiren Hayalî Kâtip Salih Efendi’nin hayatını, sanat anlayışını ve etkilerini anlatıyor. Kâtip Salih’in orta oyunundan Karagöz’e geçişini, perdeyi genişletmek, ışık düzenini değiştirmek, kanto ve tiyatro unsurlarını eklemek gibi yenilikçi girişimlerini ayrıntılı biçimde ele alıyor. Günümüzde çok azalsa da bu sanatı icra etmeye devam eden ustalara sahip çıkmak ve bu ustaları desteklemek gerek.
“Kâtip Salih’in yenilik çabalarına mesafeli olanlardan biri de yukarıda görüşlerine yer verdiğimiz Ahmed Rasim’dir. Yazarın Arif’in Kıraathanesi’nde Kâtip Salih’i izledikten sonra Şehir Mektupları’nda yazdıkları onu pek de beğenmediğini ortaya koymaktadır. Evvela ön sırada oturan çocuklardan rahatsız olur. Rasim, ardından 20 dakikalık gecikmeden şikâyet eder, gürültülü bir müzik başlar sonra ve Rasim gülmeye başlar ama onu güldüren olan bitenin komikliği değil Karagöz’e ait çocukluğuna ait hatıralardır.”
Tel Örgüler İçinde: Mısır Esir Kamplarında Çıkan Süreli Yayınlar
Dergi aşkı çok farkı bir duygudur. Bunu ancak yaşayanlar bilir. Öğrenci yurtlarında, demir parmaklıklar arkasında çıkan birçok dergi vardı. Sena Baykal da Mısır esir kamplarında çıkan süreli yayınları yazmış.
“Söz konusu süreli yayınlar aracılığıyla, kamp hayatı yanında, dönemin siyasal, toplumsal ve iktisadî şartlarına dair ipuçlarının verildiği de söylenebilir. Örneğin, Seydibeşir Esir Kampı’nda yayımlanan Yarın ilk on altı sayı boyunca sekiz sayfa, iki sütun ve haftada iki defa olarak çıkmış, 5. ve 11. sayılarında ise ilave verdiği için on sayfa olarak yayımlanmıştır. 17 ile 20. sayılar arasında ise Yarın on iki sayfa, iki sütun ve haftada bir olacak şekilde yani hacmini küçülterek yayım hayatına devam etmiştir.”
“Kamplarda çıkarılan fakat bugün kütüphanelerde tespit edilemeyen bazı süreli yayınlar yine bu ilanlar sayesinde tespit edilir. Örneğin Karikatür; Yevmî Tan’ın neşrini, yayınladığı bir ilan ile hem tebrik hem de kamptaki okuyucuları da bundan haberdar eder. Aynı şekilde Badiye’de duyurulan diğer bir süreli yayın ise Tetebbu’dur.”
Şiiri Yaşayanlar
Kâmil Uğurlu, şair ve yazar Şerif Aydemir’in edebî kişiliğini, yaşam tarzını ve sanat anlayışınıanlatıyor.Yazı, önce Orhan Hançerlioğlu’nun okumak ve yazmak üzerine düşüncelerinden yola çıkarakiyi bir okurun da en az iyi bir yazar kadar değerli olabileceğifikrini işliyor; ardından Şerif Aydemir’inşiiri yaşayan, gündelik olaylarda bile şiir görebilen, özgün üsluba sahip bir sanatçıolduğunu vurguluyor. Son bölümde Aydemir’ineserleri, tevazusu ve sanat dünyasındaki duruşuanlatılarak onunşiiri kâğıda değil hayata taşıyan bir sanat adamıolduğu sonucuna varılıyor.
“Yazış tarzı kimseye benzemiyor Şerif Aydemir’in. Bazen bir Sait Faik esintisi dolaşıyor havada, sonra kayboluyor. Yazdıkları mensur şiir de değil. Bir ara Tagore derinliğine, bazen Halil Cibran duygusallığına, bazen Hâşim’in sembollerine, kimi zaman Rilke’nin dünyasına selam verir gibi oluyor; sonra tekrar kendi mecrasını güzelleştirerek, yıkmadan, gürlemeden, incitmeden ilerlemesini sürdürüyor.”
“Şerif Aydemir, sanat dünyasının keyfini yaşayan azizlerden biridir. Alabildiğine rahattır, çünkü gönlünde haset beslemez, kıskanmaz, kimsenin iyisinde kötüsünde olmaz. Ama her sanat toplantısında mutlaka olur. Gerilere oturur, sesini çıkarmadan dinler ve kimselere görünmeden kaybolur.”
Edirne Selimiye Camii’nde Yapılmak İstenilenler
Edirne Selimiye Camii’nin restorasyon çalışmaları başladı. Aynı zamanda tartışmalar alevlendi. Üslup olarak, teknik açıdan birçok konu üzerinde dönen bir tartışma var. Süleyman Berk ve Talip Mert bu konuyu işliyorlar yazılarında.
Süleyman Berk’in Yazısından
Kültürel varlıklarımızın korunması, gelecek nesillere aktarılması için uygulanan sağlamlaştırma, bütünleme, yenileme, yeniden yapım, temizleme, taşıma gibi restorasyon teknikleri “aslını bozmadan onarmak” esasına bağlı kalınarak yapılmaktadır. Aslı bozularak yapılan restorasyon ihya edilecek eserin imha edilmesidir.
Talip Mert’in Yazısından
“Selimiye Cami-i Şerifi’nin hatları, yazıları meselesine gelince; bu konuda Hüseyin Kutlu adı geçiyor ama maatteessüf “kutlu” bir şekilde geçmiyor. Hüseyin Kutlu beni tanır ama nasıl bilir, bilmiyorum. Kötü bir adam olarak da biliyorsa darılmam, varsa hakkım helal olsun. Bu yazıdan rahatsız olanlara da varsa hakkım helal olsun.”
Yazar Olmak İstemeyen Bir Gezginden Nobel’e Uzanan Bir Deha László Krasznahorkai
Burak Görgün, bu yıl nobeli kazanan Yazar László Krasznahorkai hakkında yazmış.
“Seiobo Orada, Aşağıdaydı, Krasznahorkai’nin Japonya, Çin ve Moğolistan’a yaptığı gezilerin nihayetinde ortaya çıkmış tam anlamıyla postmodern bir roman. Esasında birbirine teselli on yedi farklı anlatıdan oluşuyor, bu bölümleri Fibonacci Dizisi rakamlarıyla birbirine bağlayarak bize ilk mesajını veriyor Krasznahorkai. Birbirine bağlı hikâyelerimiz var, tüm çizgiler aynı noktaya varıyor, demek istiyor. Bu on yedi parça, bir yapbozun saçılmış hâli gibi, Japon tanrıçası Seiobo ortak paydasında buluşuyor, bir nevi güzellik algısı üzerine bir keşif imkânı sunuyor.”
“Türk Edebiyatı” mı “Türkçe Edebiyat” mı Konulu Soruşturma
Edebiyatımızda bitmeyecek tartışmalardan biridir Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı? Dergide bu konuyu ele alan bir soruşturma var.
M. Mehdi Ergüzel: Türk Edebiyatı, adı üzerinde, Türkün edebiyatıdır ve dünyanın en güzel dili Türkçe ile asırlar içinde nesilden nesile aktarılan muhteşem eserlerimizi ve dil yadigârlarımızı temsil eder. Bunun adı “Türkçe edebiyat” niye olsun ki ? Kelime oyunlarına feda edilecek hiçbir millî değerimiz olamaz. Bunca meselemiz varken” bir bardak suda fırtına koparılması”nı doğru bulmuyorum.
Mehmet Samsakçı: Çok net biçimde Türk Edebiyatı tabirinin doğru olduğu kanaatindeyim. “Türkçe Edebiyat” tabiri, asırların içerisinden süzülüp günümüze kadar gelen büyük bir metinler, şahsiyetler, devirler bütününü / halitasını sadece “dil” konusuna indirger.
Yahya Kemal Taştan: Kelimeler masumiyet taşımaz. Her kelime bir medeniyetin neferi, her isim bir kaderin taşıyıcısıdır. “Türk Edebiyatı” mı, “Türkçe Edebiyat” mı sorusu, zahirde masum bir entelektüel tercih gibi görünse de hakikatte bin yıllık bir hesaplaşmanın, bir medeniyet davasının, bir varoluş mücadelesinin en keskin tezahürüdür. Bir milletin edebiyatının adı, o milletin kendisini nasıl gördüğünün, tarihle nasıl hesaplaştığının, geleceği nasıl tasavvur ettiğinin aynasıdır.
Kaan Eminoğlu:“Türkçe edebiyat” ifadesinin doğru kullanım olmadığını bilmelerine rağmen, kamuoyunun hassas olduğu “ırkçılık” gibi siyasi bir argümanı kendilerine kalkan olarak kullanıp toplumun duyarlı kesiminden destek bulmaya çalışmaları etik olmayan bir kavganın içerisinde bulunduğumuzun da en net göstergesi. Türk edebiyatı ifadesine karşı çıkan insanların dünyayı liberal, etnik milliyetçi, postmodernist siyasal ve felsefi anlayışlarla ele almaları yanlış bilinç oluşturmalarının da temel sebebi olarak gözüküyor.
Roza Aytmatova, Ağabeyi Cengiz Aytmatov’u Anlatıyor
Roza Aytmatova abisi Cengiz Aytmatov’u anlatmaya devam ediyor. Çok özel notlar var sohbetin satır aralarında.
“Gülsarı hakkında söz edecek olursak… Elbette onun veteriner olması, hayvanlara ayırt edici özellik vererek eserlerine yansıtmasına sebep olmuştur. Moskova’dan geldiğimizde babamızın Alımkul adında bir akrabası vardı. O, üst makamlarda görev yapardı. Üst düzey bir yöneticiydi. Eğer Birinci Sekreter Rus ise İkinci Sekreter mutlaka Kırgız olurdu. 1934 yılında İkinci Sekreter olarak çalışırdı. Daha önce ise İl Sekreteri, Sanayi Bakanı olarak görev yapmıştı. Görevde olduğu yıllarda kendine ev bile almamış.”
“Cengiz, “İnsan için en zor şey, her gün insan kalmaktır.” diyor ya, okulu bitirdikten sonra onu Pravda gazetesine işe aldılar. O zamanlar parti üyesi değildi. Onu halk düşmanının oğlu diye partiye almıyorlardı.”
Türk Edebiyatı’ndan Bir Hikâye
Kemal Subaşı – İyilik Örgüsü
“Adam yaşlı kadın ile aynı yerde inmişti. O sırada yazması başından düşmek üzere olan otuzlu yaşlardaki kadın apartmanın cümle kapısından canhıraş çığlıklarla çıkarak cadde boyunca koşmaya başladı. Ayağında alelacele giydiği anlaşılan terlik vardı. Arkadan elinde bıçak ile bir adam aynı kapıdan yel gibi çıkarak kadına doğru koşuyor, bir yandan da ağız dolusu küfürler savuruyordu.”
“O sıralarda dikdörtgen ve yayla genişliğindeki bir odada müdür, masasının üzerinde duran imza klasörüne baktı. Birkaç gündür bekleyen evraka göz gezdirdi. Kardeşine yardım eden çantalı adamı düşünerek evrakı çabucak inceledi. Kahvesinden son bir yudum alıp sigarasından da bir nefes çektikten sonra evrakı imzalamadan çıkmadı.”
Türk Edebiyatı’ndan Şiirler
Sessizlik çağırdıkça kuyuya adım adım,
Adını anmayacak bu uğultu iklimi.
Gülüşün eksilecek arzunun bittiği yerde.
Göklerden gelen rüya, kesik kol gibi gitti;
Giderken dönmeyecek bir masal iklimiydi.
Tarık Özcan
bir kenttesin çalakalem/denize karşı
denizden bir adım ileri
yağma hasanın böreği
kentin dönüşümü adına/rantın bölüşümü
o kadar göreli ki ulusal yerel söylemler
kol gezer cin gözler
hitabet mimarları/yalan simsarları
ve paralı kalemleri
ki pel vuran yanar
Hamit Oral
bilmediğim bir yere bakıyormuş gibiydin
yüzünde çağıldayan renkli bir gülümseyiş
bulutlar geçti biraz, yanımızdan birkaç yıl
az ötede bir bahçe, dalgın ağaçlar
Şadi Oğuzhan
iğreti harfleri ayıklanmış kitaptır -derviştir o-
dağı giyinir, bozkırla yıkanır
çağ, dert lekesi olsa da üzerinde
yağmurla yürüyen kervanlar çağırır çöle
anlamlı melek dokunuşları çıkarır Mana Dağı’na
ve yayla gören kuytulara
Yasin Mortaş
Muhit; Sayı: 71
Muhit dergisi Kasım 2025 sayısında soruyor; “Filistin bizim için ne ifade ediyor?” İbrahim Tenekeci’nin Giriş yazısı da “Daima Filistin” başlıklı. Dergi her sayısında Filistin’in yanında olduğunu gösteriyor. Çünkü Filistin davası mevsimlik değil ömürlüktür.
Soruşturmadan…
Ali Emre- Filistin: Bitimsiz Bilinç ve Direnç İpi
“Müslümanlar için zor zamanlarda bir hatırlama, buluşma ve birleşme yeridir Filistin. Besmelenin çekildiği ve cephenin yeniden tahkim edildiği menzildir. Yolun, yoldaşın ve yol bilgisinin sorgulanıp tazelendiği sarp yokuşun eşiğidir. Bu önemli rolü asla göz ardı edilmemeli, tarihî bağlam da bu dikkatle güncellenmelidir. Tarih; yaşadığımız zamanın kimyasına karışan, bugünün düzleminde de söz almak isteyen bir toplamdır zira.”
Ekrem Kızıltaş – Filistin Acıyan Yerimizdir
“Filistin’le ilgili temel problem, yalnız bizim değil, neredeyse bütün insanlığın olmaması gerektiğine inandığı şeylerin orada yaşanıyor olmasıdır. Konunun daha da vahim tarafı ise teorik olarak bu tür zulümleri engellemek üzere kurulduğu düşünülen BM ve benzeri kuruluşların, bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden yanlışlıklara müdahale edememesidir.”
İbrahim Tenekeci – Kaçınılmaz Olan
“Filistin coğrafyasında, gerçekten barış ve huzur isteniyorsa evvela Yahudiler silahsız hâle getirilmelidir. Bu da ancak güçle, kuvvetli hâle gelmekle mümkün olur.
Filistin devletinin kurulması ile korunması aynı zorluk derecesine sahiptir.”
Saadettin Acar – Yeni Bir Dünyanın Eşiğinde Gazze
“Gazze, Müslümanları bekleyen büyük tehlikeyi onlara gösterdi. Suni gündemler girdabında çırpınan Müslümanlara, hakiki gündemlerini yeniden hatırlattı. Derin dondurucuda tutulan birçok sorunun aciliyetini tekrar gündeme getirdi. İslâm dünyasının birçok yerinde, uzunca bir zamandır gündemde olan Müslümanların geleceği ve temel sorunları artık daha ciddi, sonuç alıcı ve ayakları yere basan taraflarıyla masaya yatırılmasının önemini gösterdi.”
Recep Terler – Filistin Bizim İçin Ne İfade Ediyor?
“Elbette bizler için kayıp coğrafya, kaybedilmiş vatan toprakları, Müslüman ve mazlum kardeşlerimizin işgal edilmiş memleketleri olarak düşünülse de bugün, dünyanın tüm vicdanlı insanları için çağımızın en büyük soy ve kültür kırımlarından biri yaşanıyor. Klasik ifadedir: Telafisi mümkün olmayan zayiat. İşte bu, soyu ve kültürü kırmak tam olarak böyle bir kayıptır.”
Berber Değil Saç Tasarım Uzmanı
Mustafa Çiftci ile geçmiş zaman yolculuğumuz devam ediyor. Çiftci, çocukluğunda evde acı veren tıraş ritüellerini ve berbere gitmenin ayrıcalığını nostaljik-mizahî bir dille anlatıyor. Sınıf farkları, okul kuralları ve berber kokularını anarak, mesleğin berberden kuaföre, oradan “saç tasarım uzmanı”na evrilmesini eleştiriyor. Eskinin zahmeti şimdi tatlı anı; okuyucuya “tıraş vaktiyse berbere selam verin” diyor.
“Berbere gittiğimizde babamızın selamıyla giderdik, çünkü berber bizi hatırlamazdı. Babamızı bilirdi. İnsanın babasının adının böyle kartvizit gibi olması, bir selamının işe yaraması çok hoş bir duygu. Koltuğa oturunca hissettiğim; koltuğun az sonra tenime yapışıp beni terletmesi hissidir ki hiç sevmem. Koltuktan kalkınca gömleğiniz bile ıslanmış olur. Kardeşim de öyle terler mi diye bakardım. Yok, bir tek ben terlerim.”
Asal Anlam ve Anlamı Parçalamak
Murat Erol, sanat eserlerinin bütününden kopan parçaların (alıntı, dize, diyalog) kendi başına anlamlı görünmediğini, ama insanın içindeki güzellik ve anlam meyliyle tetiklenerek derinlik kazandığını anlatan bir yazı kaleme almış. Bu parıltılar gelip geçici; gerçek derinlik bütünle bağ kurmakla elde edilir mesaj var yazıda.
“Günümüz dünyasının geldiği teknolojik durum, her geçen gün parçalanmayı artıracak yönde ilerliyor. İnsanoğlunun da rızasına yaslanan bu temayül, kolay bilgi, emeksiz yolculuk, yorulmadan elde etmek çerçevesini doldurmaktadır. Bir romandan alınan bir cümle, bir şiirden bir dize, bir filmden alınan kısa süreli bir görüntü kesiti bize öyle şeyler hatırlatabiliyor ki şaşırtıcı durumlar ortaya çıkıyor, ilginç duygular ve düşünceler geliyor her birimize.”
Yavuz Bülent Bakiler’e Veda
Mahmut Bıyıklı, Yavuz Bülent Bakiler için veda makamında bir yazı kaleme almış. Bakiler’in Türk dünyasındaki önemine, şiirlerinde kullandığı temalara değiniyor Bıyıklı.
“Bakiler, Türkiye’deki birçok şairin aksine millî ve İslâmî değerleri şiirinde güçlü bir şekilde kullandığı gibi, aynı derecede insani değerleri de işlemekten kaçınmamıştır. Bu değerler, şiirin içinde işlenirken estetik kaygılarını devam ettirmiş, sanatçı duyarlılığını bütün mısralarda ustaca göstermiştir. Azerbaycan’ın kudretli şairi Sabir Rüstemhanlı’nın onun için “sözün ressamı” demesi boşuna değildir.”
Gökhan Ergür Dosyası
Muhit’te bu sayının dosya konusu Gökhan Ergür. Bekir Salih Yaman’ın yönettiği sorular ile başlıyor dosya.
“Bir yönüyle şikâyet, çağımızın ortak duygusu olan tatminsizliğin dışavurumudur. İnsan elinde olana değil, elinde olmayana odaklandıkça; yaşadığı ana değil, sürekli eksik kalan parçaya baktıkça dilini bir sitemle kurar. Modern yaşam, sürekli daha fazlasını talep eden bir düzen üzerine kurulu. Reklamlar, sosyal medya, kültürel kodlar… Hepsi bize “daha iyi bir hayat” vaadi fısıldıyor. Bu vaat, kişiyi sürekli mevcut hâlinden uzaklaştırıyor. Dolayısıyla şikâyet, aslında içsel bir doyumsuzluğun, bitmeyen bir kıyasın dile dönüşmüş hâlidir.”
“Sessiz çığlıkların farkına varmak, aslında çağımızın temel meselelerinden biri. Çünkü modern insan, sürekli bir uyarılma ve görünürlük baskısı altında yaşıyor; bu da algı sınırlarımızı daraltıyor. Günlük hayatın gürültüsü içinde, başkalarının sessizliğini duyamaz hâle geliyoruz. Oysa farkındalık, bazen en görünmez olanda, en sessiz olanda gizlidir.”
Seyyid Ensar – Üzgünüz ama Olsun
“Gökhan Ergür, yazarlığındaki başarı ve şairliğindeki hünerden öte klinik psikolog. Terapistlerin tanık olduğu yüzlerce yaşam öyküsü vardır. Her birimiz kalabalıklar arasından kendimiz olarak geçeriz fakat günün sonunda bütünün parçasıyız. Terapistler, her bir parçanın aslında neye karşılık geldiğini görebilecek kadar yakından bakabilen kimselerdir. Hatta bazen insanı eşinden, kardeşlerinden, ebeveynlerinden bile daha iyi tanıyabilirler.”
Harun Yakarer – Halden Anlamak Üzerine
“Necip Fazıl Kısakürek’in çok sevdiğim bir cümlesi var Reis Bey adlı eserinde geçen ve Gökhan Ergür’ün Hâlden Anlamak eserinin pek çok yerinde işte bu o cümlenin kardeşi dediğim. Şöyle diyor şair: “Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz.” Üzülebilen bir kalbe ve ağlayabilen gözlere sahipsek eğer şükredelim, çünkü anlamı bulabilmek için en büyük cevhere sahibiz demektir.”
Bekir Salih Yaman – Ruh ve4 Şiir Arasında
“Şiir ve düşüncenin kol kola girmiş iki kardeş olduğunu göz önüne aldığımızda Gökhan Ergür’ü psikoloji vadisinde ilerleyen bir denemeci olarak ele almamız gerekiyor. İki şiir, son çıkan eseri Hâlden Anlamak’la dört deneme kitabının sahibi olan Ergür, kırk yaşına yaslansa da kalemi çok sıcak.”
Muhit’ten Öyküler
Zeki Bulduk – Ulak-III – Sessiz
“Hay Allah! Size kendimden bahsediyorum. Oysa Bülent abiden bahsedecektim. Hani sizin Sessiz, diye tanıdığınız, Âdem abinin anlattığı, bir gece ansızın Suriye’ye çekip giden Bülent abi…”
“Mahallede altı yedi tane konak kaldı. Bunlardan biri de Bülent ağabeylerin konağı. Yapıldığı günkü gibi duruyor. Alt kat taştan, üst kat ahşap. Bahçesinde oturmuşluğum, incirlerinden yemişliğim, karadut şurubu içmişliğim var.”
Mehmet Kahraman – Gençlik İşte
“Gardayım. Vizelerin boşluğunda memlekete gideceğim. Uzun bir aradan sonra evimi, ailemi görecek olmanın heyecanını yaşıyorum. Onlardan ilk kez bu kadar uzak kaldım. Özledim doğrusu. Vakit geçmek bilmiyor, telefonla oyalanıyorum. Trenin hareket saati yaklaştıkça etraf kalabalıklaşıyor.”
“Kapılar kapandı. Yanımdaki koltuk boş. Rahat bir yolculuk olacak. Cam kenarına geçebilirim. Kafamı cama dayayıp upuzun tarlaları, gökyüzünün enginliğini, elektrik direklerinin birbirine ulanmış gibi geçişini zevkle seyredebilirim… dediğim anda yanımda bir gölge.”
Muhit’ten Şiirler
Çünkü tadılan bir şeydir hayat, ölüm gibi
Hayat ki acıkmanın sonsuz alfabesi hiç doymamak gibi
Burası köprüden önceki son çıkış yeri gibi
Parmaklarınıza baktınız ve evet bildiniz: Sırat!
Öncül üç – Sır hayattır, hayat ölümsüz bir sır
Bilin ki sırlı atlara binip gidenler hiç gitmediler.
Ahmet Edip Başaran
Savaş bitti, hâlâ buradayız
birazdan gün başlar, atlar gömülür, ölüler bağlıdır
kabul kötü yenildik, dağıldı façamız
alnımızda kimsenin yürümek istemediği yollar
yakamadığımız fotoğraflar kim olmayışımızı hatırlatır
bir gün onlar da anlar, herkesin istediği adamlar
kuşları en çok düşünen avcılardır.
Seyyid Ensar
Kazananı olmayan bir bakmaktır yaşamak
Neyin kastıyla neyin inadı ve iddiasıyla
Görülmek için geldik
Görmek için geldik
Çıktık merdivenleri işte, burası bir metro dedik
Ne kadar ilkel, tekdüze, ruhsuz,
Ve işlevsiz gibi görünüyor
Ömer Yalçınova
Görünmez bir kaza gibi geçiyor ömrün
sen kırmızı ışıkta beklerken yalnızlığı
bir şeyler yap artık: bekleme yapma
ihlal ettiğin hayat hafifletsin cezanı
Mustafa Köneçoğlu
Yorulmuş olmanın sessiz günleri
Aklımdan çıkmıyor susamış pınar.
Böyle gelmiştir kader hep bana;
Dağlar yanarken kararsız rüzgâr.
İbrahim Tenekeci
Yediiklim, Ebubekir Eroğlu Dosyası
Yediiklim dergisi her sayı günümüz edebiyatından isimlere dosya hazırlamaya devam ediyor. 428. sayısının dosya konusu Ebubekir Eroğlu.
Dosyadan…
Ali Haydar Haksal – Ebubekir Eroğlu Şiiri ve Düşüncesi
“Ebubekir Eroğlu şiirini üç ayrı dönem olarak görmede yarar var. Daha doğrusu eserlerine toplu bakıldığında bu belirginleşiyor. Yol Elçisi kitabına kadar olanı ilk dönemidir. Kuşluk Saatleri “Başlangıç Şiirleri”, “Kuşluk Saatleri”, “Arayışlar” ilk kitapta yer alıyor. Kayıpların Sarkışı ise “Sınırlar”, “Teyidler”, Diğer Şiirler” bölümünden oluşuyor. Buna yirmi yaş dolayım mı desek diye düşünüyorum.”
Osman Bayraktar – Sevap Defteri
“Eroğlu, naatları anlatırken denge imgesini öne çıkarıyor. Denge imgesini de at ve binicinin uyumu üzerinden örneklendiriyor. Hem atın hem binicisinin güç ve kuvvetinin tam olduğu anda sağlanan denge. Seyyid Nesimi’nin şiiri için seçilen imge deniz ve çalkantı. Deniz yüzeyindeki kımıltıdan kurtulmak için balık aradığı sığınağı denizin derinliklerinde bulur. Başka yazılarda da sıkça kullanılan deniz, dalga, çarpıntı imgeleri yazarın bir düşünce kitabına da isim olmuştur.”
Münire Kevser Baş – Ebubekir Eroğlu Şiirinde Görüntü – Olgu Bütünlüğü: “Teklif”
“Eroğlu, modernleşme süreciyle birlikte hem düşünce hem de sanat sahasında gündeme gelen kimi değişim ve dönüşümlerin bir tür zihinsel mağduriyet oluşturduğu noktaların mevcut metodolojisinde bir sıhhat sorunu olduğunu odaklanır. Söyle ki, modern paradigmanın öne çıkan bilimcilik, akılcılık, deneycilik yaklaşımını esas alan didaktik bilgiyi edinme yönteminin özellikle sanat ve edebiyat alanında belki Batı’dan daha fazla etkin olduğu dönemler söz konusu olmuştur. Oysa tarih boyunca insanlık küçük nüanslarla da olsa belli bir makro bakışı esas almış ve hiçbir zaman bilmenin vasıtaları bu kadar az bir gerece indirgenmemiştir. Bu bir parçalanma, bölünme, daha da ötesi ise eksilmedir.”
Mahmut Babacan- Ebubekir Eroğlu’nun Şiirine Kadim Şairlerin Etkileri “Yakınlık Duyduğunuz Ne Varsa Bu Dünyada, O Sizi İzler”
“Eroğlu, geleneği yeniden dönüştürüp üreten bir sanatkâr olarak divan şiirini çağdaş anlamda bir dönüşüme tabi tutmuştur. Eroğlu’nun “modern nazireci” denilebilecek olan şiirleri Sınır Taşı adlı kitabında “Aldılar” başlığı altında toplanmıştır. Bu şiirlerin ilk örneğini Berzah’ta “Aldı Nesimi” örneğinde görebiliriz. Eroğlu bu eserinde bazı divan şairlerinden seçtiği şiir örneklerini çağdaş anlamda kaleme almış ve âdeta divan şairlerinin modern anlamdaki sesi olmuştur.”
İbrahim Eryiğit – Ebubekir Eroğlu’nun Kuşluk Saatleri’ni Yeniden Okumak
“Eroğlu, şiire başladığında İkinci Yeni’nin etkisi hâlâ canlıydı. Ancak o, doğrudan İkinci Yeni’nin taklitçisi olmadı. Onun şiiri, hem İkinci Yeni’nin imgeli ve sezgisel dilinden hem de gelenekten beslenen bir iç derinlikten doğdu. Bu yüzden Eroğlu, geç modern Türk şiirinde metafizik damarın en önemli temsilcilerinden biridir. Eroğlu, özellikle Kuşluk Saatleri ile başlayan süreçte, modern Türk şiirine metafizik boyut getirdi. Dili, dış dünyayı betimlemekten çok, insanın iç âlemini ve varoluş sancılarını ifade eder. Onun şiirinde zaman, hüzün, sessizlik, kayıp ve unutma gibi temalar, felsefi bir yoğunluk kazanır.”
Ali Sali – Kimin Modern Türk Şiiri
“Ebubekir Eroğlu’nun 1950’li yılların şiiriyle, bu şiiri yazan şairler ile alakalı yaptığı tespitin de mühim olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Ece Ayhan bu şiirin “parasız yatılı” olarak okumuş şairler tarafından yazıldığını söylese de Eroğlu, bu şiiri yazanların ilk defa elifba bilmeyen şairler tarafından yazıldığı tespitini yapıyor, ikinci Yeni olarak adlandırılan 1950’li yılların şiir yazma tarzı hakkında epey araştırma, epey kitap okur huzuruna çıkarıldı. Ama ender olarak Sezai Karakoç’un 1950’li yılların başında bu şiir yazma tarzının ilk örneklerini okur huzuruna çıkardığı tespiti yapıldı. Karakoç, bu şiir yazma tarzının ilk örneklerini yazmasına rağmen kendini bu şiir yazma tarzında yer alan şairlerden ayrı tutmayı tercih etti.”
Ethem Erdoğan – Türkçenin Oluşumu, Eski Şiirin Sürekliliği ve Poetik Hafıza
“Eroğlu, eski Türk şiirinin oluşumunu Divan edebiyatıyla sınırlamaz; daha geniş bir bağlamda ele alır. “Hint, Arap, Fars geleneklerinin etkisinde gelişen algısı… Doğu klasiklerinden gelen sonsuzluk yükümlülüğü… Orta Asya’da yapılmış sonsuzluk tasarımı… Antik Yunan uygarlığının etkisiyle biçimlenen Batı düşüncesi…” Bu ifadeler, Türk şiirinin Doğu metafizik lirizmi ile Batı biçimsel estetiği arasında kendine özgü bir yol bulduğunu anlatır.”
Abdullah Yalın Karadağ – Ebubekir Eroğlu’nun Şiirinde Hafıza ve Sessizlik
“Eroğlu’nun dili, kendisini açıklayan değil, kendisini arayan bir dildir. Her dize, bir tür içsel kazı gibidir. Sair, anlamı değil, anlamın kaynağını arar. Bu yönüyle onun şiiri, modern Türk şiirinde “metafizik bilinç”in yeniden inşası olarak okunabilir. “Kalp” kavramı burada merkezi bir rol oynar: kalp, yalnızca bir duygu merkezi değil, İlahî bilincin yeryüzündeki aynasıdır. Bu bilinç, bireysel değil, evrenseldir; çünkü Eroğlu’nun şiiri insanın değil, insanın ötesinin şiiridir.”
Sulhi Ceylan – Ebubekir Eroğlu’na Göre Aydın
“Eroğlu’na göre aydın tanımlarında bütün okların gösterdiği yer, “zihni faaliyefin var bulunduğu, odağa alındığı ve olanca dikkatin yönelmiş olduğu yerdir. Ülkemizdeki sorun da tam burada başlamaktadır. Zira aydınlarımızın duygusal tepkileri zihinsel faaliyet öğesine göre daha belirgindir. Batılı aydın, Kilise’nin dogmalarına karşı çıkmış ve “bireyin aklı”na önem vermiş, kendi dinlerine Kilise’den bağımsız bir şekilde inanacaklarını ileri sürmüşlerdir. Fakat Türk aydınının karşı çıkışında, Batı’dakine benzer bir otoriteye ve onun akıl yürütmeyi engelleyen dogmalarına yönelik değildir.”
Hayrettin Taylan – Psiko-Poetik Açıdan Ebubekir Eroğlu
“Eroğlu’nun şiirleri büyük ölçüde serbest ölçüyle yazılmıştır. Geleneksel vezin ya da kafiye arayışı yoktur. Ancak bu, düzensizlik anlamına gelmez; şiirlerinde iç ritim, tekrarlar, sessizlikler ve sözcüklerin yankısı bir tür müzikalite yaratır. Modern simgeciliğin izleri şiirlerinde görülür. Saf şiirin ve sembolizmin teknik ve tematik aynasında onun poetik netliğini görürüz.”
Söz Ağacı
Osman Koca, güzel sözlerin ardına düşmeye devam ediyor. Koca’nın bu yazılarını ben Mehmet Âkif’in Safahat’ındaki Âkifvâri tefsirlere benzetiyorum. Aynı samimiyet Osman Koca’nın cümlelerinde de hissediliyor. Bu yazıya rehberlik eden ayet; “Güzel söz, güzel ağaç gibidir; kökü yerde sabit, dalları göktedir”/İbrâhîm, 24
“Güzel söz, güzel ağaçtır mirim. Güzel söz, güzel inanmaktır. Yani ki rabbi birlemektir. Güzel inanmak göz ve gönül aydınlığı gerektirir. Küllere tapmayı değil ateşi diri tutmayı öğretir. Kutsal daveti köklerden göklere, zerrelerden kümelere, maddelerden manalara transfer eder.
Su, hava, güneş, toprak ister ağaç. Ama en çok da aşk ister; sevgi, muhabbet, zikir, teşbih, tefekkür. Ağacı ağaç yapanı dallarıyla budakları sanmayasın. Gördüğün gövde, ondakinin onda biri bile değildir. Kök dalları yer altında kılcal damarlar gibi toprağı sarıp sarmalamış haldedir.”
Ahmet Ergin ile Söyleşi
İsmail Demirel, Ahmet Ergin‘e Hayat Bir Sahne kitabına dair sorular yöneltmiş. Ergin, edebî yolculuğuna ve ilk kitabına dair içten cevaplar vermiş. Öyküleri gibi bir samimiyet var söyleşide. Bu, iyi.
“Edebiyata geç kalmış biriyim. Kitaplar içinde büyümedim ama kitaplarla ünsiyet kurduktan sonra edebiyatın büyülü dünyasına geç de olsa kendimi kaptırdım. Üniversite ve sonrasında sıkı bir okur olma gayretimin sonucu yazmanın o huzur verici dünyasını keşfettim. Hece ölçüsüne dayalı şiirle başlayan yazma serüvenim zamanla öyküye evirildi.”
“Dosyamda biriken öyküler çoğalınca kitap fikri kaçınılmaz oldu. Özenle seçtiğim on sekiz öykümü Uzam Yayınları’ndan Abdurrahim Karadeniz’e gönderdim. İki ay içinde olumlu cevap geldi. Çok mutlu oldum ve süreç başladı. Yayınevi, ilk kitabım olduğu için Kültür Bakanlığının Edebiyat Eserlerini Destekleme Projesi kapsamında yayınlamasını teklif etti. Dosya yeniden gözden geçirildi ve proje kapsamında Bakanlığa sunuldu. Bu süreç kitabın çıkmasını biraz uzattı. Nihayetinde “Hayat Bir Sahne” Bakanlık desteğini de alarak 2024 yılı Eylül ayında sahneye çıktı.”
Yediiklim’den Öyküler
Mukadder Uçar Beyoğlu – / Hiçbir Zaman Çıldıramayacak Cengiz’in Hikâyesi 2 /
“Bu yaştan sonra kitaba tersinden başlamak değil niyetim. Ortada kitap mitap da yok doğrusu. Elimdeki defterin ilk sayfalarına muntazam bir yzıyla – özendiğim apaçık belli oluyor- ruhumda derin izler bırakan o kitaptan düştüğüm notların devamındaki boşluğa kıyamadım, hepsi bu. Gerçek bu. Ne kadar süreceğini tahmin edemediğim için defterin son sayfasından başladım yazmaya. Yaprağı sağdan sola bırakma kuralına uymayıp, yazdıkça sonuna geldiğim sayfayı anarşist ruhumla soldan sağa almak, belki de çocuksu bir zevk de verecek bana.”
“Şimdi bunları neden yazıyorum, Allah bilir. Dedim ya, adım Cengiz. Adımla benliğim hiç uyuşmadı. Ömrüm, her günün sonunda bir muhabbet kuşunu istemeden öldürmeye benzedi. Kitaba tersten başlamak da değil niyetim. Mücadele istikametim üzre olmadı hiçbir zaman. Yordular, yoruyorlar diye serzenişte bulunmaktan yorulmuşum. “Bu dünyada yanan yürek olur, yakan neyse derman odur.” demişti bizim deli. Bunun için artık biraz geç değil mi? O gün gitseydim arkasından… İşte, o zaman dünyalar benim olurdu.”
Ahmet Ergin – Helallik
“Uzun zaman sonra bir rüzgârla yeniden Serdarlı” dayım. Bahar bu köye ne de çok yakışıyor. Büyük çay yükünü toplamış, deli dizgin akıyor. Kar, yüksek tepelere kadar çekilmiş. Yayla zamanı yakın. Ağaçlar tomur tomur çiçeğe durmuş. Şeftali ve kayısılar rengârenk. Elma ve erikler bembeyaz.”
“Köyün değişen merkezinden usul usul camiye doğru yürüdüm. Müftü Yunus Kaya Camii tabelasını görünce hem sevindim hem hüzünlendim. Komşumuzdu Yunus Kaya. Müftü amca derdik. Ara ara gelir, kalırdı köyde. Çekine çekine gider, elini öper; sohbetini dinlerdik. Camiinin yapılması da onun eseri, ismini vermiş olmalarına çok sevindim. Emeği geçenler sağ olsun.”
Yediiklim’den Şiirler
Bir olsa bir olsa diyorum
Güller açsa gülücükler dağıtılsa
Çarşı Pazar yol yordam
Bir sevgi bir saygı
Çarşıları pazarları dolaşsa
Bir arada birlikte
Ele güne muhtaç olmadan
Neticede kendine göre herkes
Yani:
Leküm dînüküm veliye dîn.
Nurettin Durman
bir köprüden geçmek
kandırmak mıdır kendini?
bir başkası olabileceğine
kanırtmak mıdır yüreğinin menteşelerini?
bulutların çok altında
denizin çok üstünde bir yerde
ağaçların kök salamadığı
bir köprüden geçmek nedir ki?
o şarkı söylenmezse
Suavi Kemal Yazgıç
böylece gök gürültüsüz iniyorum yeryüzüne
kendime tünedim devrildim dünyaya
ufkumu kamaştıran bir serap aradımsa da
bir silah patlamasıyla irkiliyorum ben de
Ahmet Karpınar
Ölüm parmaklardan bir su gibi akarken
Ölüm kimin karnında kaldı en çok kılı kırk yaran o kulun
Dünya dönüyor kapandığı kapıdan aldığı yaradan
Biliyorum perçemimden kavrayacak geçtiğim yolların inceliği
Ölümün dilde şüpheye yer bırakmayan itiraflarıyla
Ölmeyi kalbimde nasıl da şerh ettiniz hep el pençe divan
Bu dil kimin için bu ölüm ne için seyret kapılardan
Sıyırıp ölümü zarından sularla beraber yokuşlardan
Hesapsız bir rızık gibi baktıkça göğe kurtulur iplerinden her ölüm
Burhan Tuz
Bir Nokta, Sayı: 286
Mürsel Sönmez bu sayı Kardelen’le başlayan ve şimdi Bir Nokta ile devam eden dergi yolculuğuna dair notlar paylaşmış giriş yazısında.
“Kardelen’den bu yana otuz beş yıl kadar oldu -üç yıl sürmüştü yayını, sıcaktı, kıpır kıpırdı, ilk aşktı-. Sonra Düş Çınarı’nı yayımladık ve yirmi beş yıldır da Birnokta maceramız devam ediyor. Nice şair ve yazar yer aldı bu dergilerde, nice genç sanatçı yetişti ve edebiyat dünyamıza katıldılar. Edebiyatımıza doğrudan ya da dolaylı olarak -az ya da çokkatkılar sunmuş olduğumuza inanıyoruz. Bu inançtır ki; bunca ilgisizlik ve kayıtsızlığa, bunca dışlamaya karşı uğraşımızı sürdürüyoruz. Dergimizin özgürlüğüne halel getirmeden, sanatçılarımızın özgür “yaratı”larına saygı duyarak yaşadığımız zamanı irtisâm ediyor, tarihin tutanaklarına geçiriyoruz.”
Yol İşareti Olarak Şiir
Değerli şair-yazar Ethem Erdoğan, yeni kitabım Şiirin Yol İşaretleri hakkında yazmış. Çok teşekkür ediyorum kıymetli hocama.
Şiirin yol işaretleri tarihsel ve kültürel bir hafızayı da taşır. Yahya Kemal’in İstanbul’u, Âşık Veysel’in toprağı, Sezai Karakoç’un dirilişi… Bunlar şiirin bıraktığı kültürel işaretlerdir. Şiir, bir milletin duygusal haritasını çizer. Bu haritada işaretler, geçmişe yönelik olduğu kadar geleceğe de yöneliktir. Uçurum’un metinlerinde bu hafıza, feryat eden Türk şiiriyle somutlaşır. Şiir, bir yönüyle duyguyu aşar; bir tarihsel bilinçtir de. Her işaret, bir çağrıdır: “Unutma,” “Hatırla,” “Yeniden düşün.”
Yazınsal Cüret Üzerine
Fatih Öğüt, yazmak cüret ister minvalinde kaleme aldığı yazısı ile Birnokta’da. Yazmak için önce temeli sağlam atmak gerek. Bir şair ya da yazarın temeli de ustaların yol gösterici mahiyette yazdığı yazılardır. Günümüzde buna çok da rastlayamıyoruz maalesef. Benim bu sayı Birnokta’da yer alan Notere Giden Şair öykümdeki gibi müteşairler dolaşıyor dört bir yanda.
“İçinizde yarına kalacak bir şiir ülküsü yatıyorsa eğer iyi şairlerin yalnızca şiir kitaplarını değil şiir üzerine kaleme aldıkları yazılarını okumakla atabilirsiniz ilk adımları. Yahya Kemal’in, Orhan Veli’nin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Cemal Süreya’nın daha nicelerinin… Duymak yetmez çünkü şiir için. Duyuşun deyişe dönüşmesi gerekir. Bu dönüşüm esnasında okuru sarsacak bir deha da lazım gelir elbette. Ne gördüğünüz kadar nereye baktığınız…”
Aşk Bezirganı
Ahmet Mercan’ın şiir üzerine bir yazısı var dergide. Bu ne büyük bahtiyarlıktır ancak anlayan bilir. Mercan’ın kuracağı her cümleye hepimizin çok ihtiyacı var. Ahmet Mercan bu yazıda, şiirde önce “büyü” aramamız gerektiğini, bir şiirin okuru sarsıp etkilediğinde gerçek gücüne ulaştığını söylüyor. Şiiri fazla tahlil ederek parçalamanın doğru olmadığını, şiirin daha çok hissederek anlaşılacağını vurguluyor. Ona göre şiirin temeli imge, ses ve akıştan oluşuyor; imge şairin kendiliğinden bulduğu özgün ifade, ses ise şiirin nefesi gibidir diyerek imgenin sınırlarını çiziyor.
“Akış ilk vuruştaki sesin azalmadan, ezilmeden sürdürülmesi, şairin bebeğine süt veren annenin alacağı konuma yükselmesi anlamına gelir. Sürüklenmeden ve debisini kaybetmeden akışı bekleyen tehlike, şairin göz ucundan kaçmamalı. Kulağın kafiye beklentisi ve popüler tınıları, daha önce cazip görülen imgelerin yeniden yer alma taleplerine izin çıkmamalı. Aynı duruluk ve ritim ile akan suyu resmeder gibi…Akışın kontrolü bilgi unsuru değil, toplam hissediş değerinin bir parçası olarak devrede varlığını korumalı.”
Küçük İsrafil
Hasanali Yıldırım, insanın hatalarına sürekli mazeret bulma eğilimini eleştirerek, hakikatin bu mazeret perdesini yırtan saf bir dua olduğunu savunuyor. Sanat, mazeretsiz bir cesaret eylemi olup, ifademizi sürekli düzeltmeve kendimizden sakladığımız sırları açığa çıkarma disiplinidir. Bu süreç, bize her an biraz öldüğümüzü idrak etme fırsatı sunar.
“Sanat, başkalarından farklı şeyler görüp bu gördüklerini ifade kudreti değil, cesareti. Cesaret, evet. Mazerete ihtiyaç hissetmeyen cesaret. Alelâde ifadenin zıddına, her nevi sanatkârane ifade, mazeretlerin ayıklandığı bir tespitin, bir fikrin veya bir hissin, o sanat sahasına mahsus umde ve şartlar muvacehesince muhataplara teveccühen yeniden ibdai inşa ameliyesi.”
Birnokta’dan Öyküler
Fazlı Buğu- Bülent Bey
“Karısının bugün şaka yapmasına izin vermeyecekti. Sıkkındı canı. İşleri kötüye gidiyor gün be gün bozuyordu. Artık yaşlanmış, oğlunun dediği gibi satmak geçiyordu içinden dükkânı. Ah oğlunu daha evvelden dinleseydi. Ama şu kör olasıca gururuna anlatsaydı. Dinlemezdi ki. Hem nasıl dinlesindi ki?”
“Bülent bey düşünceli düşünceli dükkanının yolunu tutarken aklına birden gelmiş gibi sadece öğle araları uğradığı kahvehaneye geçip oturmak istedi. Önce asma çardağının altına oturmak istediyse de loş ışıkla dolu içeriye geçip oturmak daha iyi bir fikir gibi geldi. İçerde işsiz takımından Murat ve Sabri oturmuş çene çalıyordu. Bülent bey bir baş selamı vererek onlara masadaki gazetelere dikkat kesildi. Gazeteler yine manşetleriyle dikkat çekiyordu ama gazete okuyacak siyaset dinleyecek havası yoktu.”
Birnokta’dan Şiirler
Gelsen kokar durur günlerce mavi bir çiçek
Evlerin kapıları sabah uyanışından olur
İstersen somurturum kötü sansınlar diye
Kötü sanır üzülürüm aynadaki aksimden
Korkarım Ali harflerinden incirin gölgesinden
Takım elbiseyle çıkarım akşam yürüyüşüne
Hüseyin Burak Us
Ey beni bırakmaya çağıran kış yalnızca bir kaybı temsil etmez yazın sesi
Kül renklerinden bir peri diyarı devşirdiğin yaldızlı vecizelerle çiziyorum
Bir telaş aşk kararı bir dil tek taraftan duyulan bir çaresizlik bu insandan
Hiç kolay değil anlamak üzereyken renklerinden bin yeminle seviyorum
Burhan Tuz
anamdan kalma acemi bir bakıştır beni yoklayan
tavrım kimin umurunda hem bunun ne önemi var
öteki nerede ben kimim sizin burada işiniz ne
“şah”sın ve mat olmanın senin de yazgında yeri var
çünkü şair anahtarını başkasının kelimesinden seçer
odur mezar kazıcı levha üstüne levha yazıcı
ey bozkırın sahipsiz çocuğu kırkikindi yağmuru
beni de uyandır yığınların uykusundan
kumaşı eprimiş aşka yama olmaktan
kendi kurdunu içinde büyüten âdem elmasından
Vahdettin Oktay Beyazlı
taşlara gömülmüş bin yıllık suskunluk
çeliği delen yedi kıtalık çaresizlik
yokluğun kıyısında açılan hep kanayan yaralar
şehir kanıyor, taş kesiliyor gökyüzü
bir mezar gibi açılıyor kapılar ve ünlemler
sessizlik büyüyor kudüs’ün kalbinde
yokluk çınlıyor insanlığın sesinde
Hayrettin Taylan