Mustafa Uçurum

Miyase Çıkmazı, Fatma Nur Uysal Pınar’ın ilk kitabı. Öykülerini ve küçük öykülerini dergilerden takip ettiğim bir yazar Pınar. Miyase Çıkmazı’nda uzun öyküler var. Betimlerin ve detayların en ince noktasına kadar uygulandığı bu öykülerde yazar gerçek hayatla kurgu arasındaki çizgide detayları oranlayarak bizleri kendi öykü dünyasının içine katmayı başarıyor. Öykünün uzaktan takipçisi değilsiniz. Bir anda kendinizi olayın içinde buluyorsunuz. Yazar her ne kadar birinci kişili anlatımı tercih etse de siz de olayın bir köşesindesiniz. O heyecanı ve canlılığı veriyor yazar.

Loras Yayınları arasında çıkan kitapta on beş öykü var. Miyase Çıkmazı ile başlıyor kitap. Kitabın tümüne hakim olan sessizlik ve yalnızlık hissi olaylar akıp gitse de sizi bırakmıyor. “İnsan ancak bu kadar yalnız kalabilir.” dediğiniz anlardaki sessizlik de hayatın fısıltısından başka bir şey değil.

Miyase’nin yolunun gözlenmesi, onun gelişi, gidişi aynı ritimde olsa da kalp atışlarındaki hızlanmayı hissedebiliyorsunuz. Bunu bir şiir sesiyle veriyor yazar.

“Marketten, pazardan her şeyi aldım sansa da illa bir şey unutur ya insan. Sen de unut Miyase. Unut ki çık gel bakkala. Ansızın gelsen de olur.” (s.14)

 Fatma Nur Uysal Pınar, insan hikâyelerinden başlayarak kurgusunu tamamlıyor. Miyase, Müfide, Nagfel, Nazan, Nihan, asi kız, anneler, neneler, teyzeler, babaanneler, ablalar derken kadınların yön verdiği öyküler geçişi sunuyor bize yazar. Genelde karşımıza çıkan kadın yazarların kadın kahraman tercihine bu kitapta da rastlıyoruz. Aile ortamında yaşananlar, çıkmazlar, terk edilmenin ve yalnız kalmanın en acı rengi bulaşıyor elimize, içimize. Tuhaf bir irkilme yaşatmak istiyor yazar. YaşananlarA karşı duyarlı olmak gibi bir irkilme bu. Sonunda bazen ölümün bazen anlaşılamamanın olduğu bir savrulma ya da yaşananlar bir öyküden ibaret.

Doğallık öykülerin tümünde karşımıza çıkıyor. Yazar, hayat gibi olsun istiyor öyküsünün. Nasıl yaşanıyorsa öyle olsun anlattıkları da. Sade ve sıradan bir olaya giriş yapıyorsunuz. Öyle alengirli bir dünyadan değil sizden, bizden, hepimizden yana bir sesle başlıyor öykü. Sonra yazarın anlatımı tüm zenginliği ile olaylara yön vermeye başlıyor. Siz zaten öykünün içine girdiğiniz için adım adım yaşıyorsunuz olayları.

“Ekşi Mesele”, tam da bu havanın hakim olduğu bir öykü. Bir yoğurt mayalama sahnesi ile başlıyor öykü. Betimleme çok sağlam. Tüm olaylar gözünüzde canlanıyor. Sonradan olayların evrildiği nokta ise yazarın kaleminin gücüyle akışını buluyor.

“Serçe parmağımı yoğurt kovasındaki süte daldırdım, içimden bir, iki, üç… dokuza kadar saydım, parmağım yanmaya başlayınca çekip ağzıma götürdüm.” (s.58)

Kahramanların portrelerini çok başarılı bir üslupla oluşturmuş yazar. Tüm öykü boyunca siz de kendinizi kahramanla birlikte bir mücadelenin içinde buluyorsunuz. Yani yazar kahramanını bir kenarda sakince bırakmıyor. Yönlendiren de kendisi. Siz de bu havaya bürünüyorsunuz. “Onun Yerine” öyküsünde bir abla var. Kardeşine ablalık yapmak yerine kardeşinin himayesine muhtaç bir abla. Yaşanan aşk acısından tutun da bir omuzda dinlenen Ferdi şarkılarına kadar her ayrıntı bir portrenin parçalarını sunuyor bize. Bazen ablasının bazen annesinin yerine geçse de kimi anlatırsa anlatsın hep kendini anlatıyor yazar. Senden, ondan “ben”i işaret eden bir anlatım bu.

“Arada bir annemin annesi olmuşluğum da var. Annemin de ablası olabilirdim oysa. Ama annem, kendine anne isterdi. Ablalarından ne hayır görmüştü sonuçta.” (s.92)

Kadınlar demiştik ya, baskın karakterli kadınlar genelde geleneksel bir güç olarak boy gösteriyor bazı öykülerde. Anne ya da babaanne. Ataerkil bir güç olarak yer buluyor öyküde.

“Ne yaşadı ne yaşattı babaannem. Ne yedi ne yedirdi. Ne giydi ne giydirdi. Ne mutlu oldu ne mutlu etti bizleri. Evin hakimi de savcısı da oydu.” (s.111)

Olay örgüsündeki özgünlük anlatımla da destekleniyor. Şiirsel ifadeler, imgenin baskın olduğu cümle kurguları öyküleri daha okunur kılıyor.

“Bildiğim en iyi işi yapıyorum. Ölüyorum.” (s.24)

“Ben tutulması yaşıyorum.” (s.48)

Kalbimin üzerinde sürekli mezar kazıyorum. (s.54)

Karanlıkla aram iyiydi hep, akşam olmuştu ama korkmuyordum. “(s.96)

Miyase Çıkmazı, Fatma Nur Uysal Pınar’ın günümüz öyküsüne esaslı bir armağanı olarak raflardaki yerini aldı. Herkesin bir beklediği vardır sonuçta. Kimi Miyaseyi bekler köe başında, kimi de kendini. Gelir mi gelmez mi onu da zaman ve kader gösterir. Yaşananların bir metafor olarak insana dokunan yanının efsunlu havasını teneffüs etmek isteyenler için Miyase Çıkmazı okurlarını bekliyor.

Fatma Nur Uysal Pınar – Miyase Çıkmazı – Loras Yayınları – 2024

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir