Mustafa UÇURUM

Mustafa Muharrem’in 2024 yılında Kurgan Edebiyat Yayınları tarafından yayımlanan Sade Suflör adlı şiir kitabı, şairin poetik evrenindeki son duraklardan biri olarak okurlarla buluştu. Şairin daha önceki eserlerinde görülen ontolojik endişe, imge disiplini ve gelenekle sinemasal estetiği birleştiren ayrıksı tutum, bu kitapta da güçlü bir şekilde kendini hissettiriyor. Sade Suflör, yalnızca bir şiir kitabı olmanın ötesinde, varoluşsal sorgulamalar, doğa-insan ilişkisi, aşk, ölüm ve zaman gibi evrensel temaları imgesel bir zenginlikle işleyen bir manifesto niteliğiyle de dikkat çekiyor.

Sade Suflör, insanın varoluşsal yalnızlığını, doğayla ve evrenle kurduğu ilişkiyi, aşkın ve ölümün kesişim noktalarını sorgulayan bir şiirler toplamı. Kitabın içindekiler kısmında yer alan başlıklara bakıldığında “Başka Bahane”, “Lirik Ziyanlar Bahsi”, “Sol Bacağını Karanfile Kaptıran Tayfa”, “Derin Petunya”, “Kan Sayımı” şairin şiirlerini birbiriyle tematik olarak bağlantılı ancak bağımsız hikâyeler gibi kurguladığını gösteriyor. Her bir şiir, kendi içinde bir dünyayı ifade ederken, bütünsel olarak kitabın ana teması olan “varlığın sahnesinde insanın suflörlüğü” fikrini de destekliyor.

Kitabın ismi olan “Sade Suflör”, şairin insanın hayat sahnesindeki rolünü bir suflör gibi algıladığını gösteriyor. Suflör, sahnede oyunculara repliklerini fısıldayan, görünmez ama vazgeçilmez bir figürdür. Mustafa Muharrem, bu metaforu kullanarak insanın kendi varoluşunu anlamlandırma çabasında hem bir aktör hem de bir yönlendirici olduğunu ima ediyor. Şiirde geçen “Ben sufle verince taş inceltir ibadetini / Ben sufle verince saatin kibri biter” dizeleri, insanın evrendeki dönüştürücü gücünü ve aynı zamanda bu gücün kırılganlığını da vurguluyor. Şair, insanın kendi varoluşsal repliklerini fısıldarken hem yaratıcı hem de çaresiz olduğunu hissettiriyor.

Doğa, kitap boyunca insan varoluşunun bir aynası olarak ele alınmış. “Başka Bahane”de çay, nar, elma, yağmur gibi doğa imgeleri, insanın duygusal ve manevi dünyasıyla iç içe geçmiş. “Uçurtmanın Kanaması”nda ise uçurtma, vişne, dağ, bulut gibi unsurlar, insanın özgürlük arayışı ile kırılganlığı arasındaki gerilimi yansıtıyor. Şair, doğayı yalnızca bir fon olarak değil, insanın kendi içsel çatışmalarını yansıtan bir ayna olarak kullanıyor. Bu yaklaşım, Muharrem’in geleneksel Türk şiirindeki tabiat tasvirlerini modern bir ontolojik bağlama taşıdığını da gösteriyor.

Aşk ve ölüm, kitabın diğer önemli temaları arasında. “Derin Petunya”da “Ölüler ve gelinler / Beyaz bembeyaz kokmak için tanrıdan / Kar tanelerine kurulmuş bir salıncak diler” dizeleri, aşkın ve ölümün birbirine ne kadar yakın olduğunu çarpıcı bir şekilde ifade ediyor. Şair, aşkı hem bir kurtuluş hem de bir yıkım olarak ele alırken, ölümü bir son değil, bir dönüşüm olarak görüyor. “Kan Sayımı” şiirinde ise “Yarıl ey sonsuz kaya, / Başlasın kan sayımı günahlarımdan!” dizeleriyle, ölüm ve günah kavramları üzerinden insanın kendini yeniden inşa etme çabasını görüyoruz.

Mustafa Muharrem’in şiirlerinde imge kullanımı, onun poetik evreninin en dikkat çekici yönlerinden biridir. Sade Suflör’deki imgeler, hem görsel hem de duygusal bir yoğunluk taşıyor ve sinemasal bir estetikle şekilleniyor. Şair, imgeleri bir film karesi gibi düzenlerken; her dize, bir sahnenin parçası gibi okurun zihninde canlanıyor. “Sol Bacağını Karanfile Kaptıran Tayfa” şiirinde “Bir kuytu / yavrular kimseye göstermeden her dağda” dizeleri, gizemli bir manzara tasviriyle başlıyor ve okuru bir an için dağın kuytusunda saklı bir hikâyenin içine çekiyor. Bu sinemasal yaklaşım, şairin daha önceki şiirlerinde de görülen bir özelliktir ve Sade Suflör’de daha da rafine bir şekilde ortaya çıkıyor.

Şairin imgeleri, doğadan, mitolojiden ve gündelik hayattan besleniyor. “Uçurtmanın Kanaması” şiirinde “Uçurtmanın kanaması yalnız nefesinle diner / Vişne ve dağ / Zar ve bulut / Kum ve tanrı” dizeleri, doğa unsurlarıyla metafizik kavramları bir araya getirerek hem somut hem de soyut bir evren oluşturmuş. Bu imgeler, birbiriyle zıtlık ve uyum içinde buluşuyor; vişne ve dağ somut bir gerçekliği temsil ederken, zar ve bulut soyut bir belirsizliği anlatıyor. Tanrı imgesi ise bu karşıtlıkları birleştiren bir üst anlam katmanı olarak şiirde beliriyor.

Muharrem’in imgeleri, aynı zamanda yoğun bir duygu yükü taşıyor. “Avaz” şiirinde “Sesim ağardı / taşların içinden geçenleri dinlerken” dizesi, sesin fiziksel bir varlık gibi tasvir edilmesiyle, hem işitsel hem de görsel bir imge olduğu hissini uyandırıyor. Bu dizelerde sesin ağarmasını hem duymak hem de görmek mümkün.

Mustafa Muharrem’in dili, Sade Suflör’de hem yalın hem de karmaşık bir yapı sunuyor bizlere. Şair, Türkçenin zengin kelime hazinesini ve geleneksel söyleyiş biçimlerini modern bir şiir anlayışıyla harmanlıyor. Kitapta kullanılan kelimeler (yakamoz, karanfil, petunya, ebemkuşağı, çitlembik, istiridye vb.) doğadan ve Türkçenin köklü söz varlığından gelirken, bu kelimeler modern bir bağlamda yeniden anlamlandırılıyor. “Lirik Ziyanlar Bahsi” şiirinde “Sisler beni çobanları sanıp ardımdan gelmesinler diye / Boşuna mı gizledim” dizeleri, hem pastoral bir atmosfer oluşturuyor hem de modern insanın yalnızlık ve gizlenme arzusunu ifade ediyor.

Şairin üslubu, lirik ve yoğun bir anlatımla iç içe geçmiş durumda. Ancak bu lirizm, ağdalı bir romantizmden uzak, daha çok varoluşsal bir sorgulamanın ürünü. “Sade Suflör” şiirinde “Ben sufle verince / Küflerine günaydın der göğün küreği keder” dizeleri, hem ritmik bir akışa sahiptir hem de derin bir melankoli taşıyor. Bu melankoli, şairin hayata ve varoluşa dair umutsuzluğundan değil, aksine hayata tutunma çabasından kaynaklanıyor.

Mustafa Muharrem’in dilinde, geleneksel Türk şiirinin etkisi açıkça görülüyor. Şair, kelimeleri bir müzik aleti gibi kullanıp; her dize, bir enstrümanın tınısı gibi kendi içinde bir ahenk taşımasını sağlıyor. “Çehrengiz” şiirinde “Akıl erdiremiyor bana çakıl taşları / Su bu yüzden şaşkın” dizeleri, hem anlam hem de ses açısından bu müzikaliteyi yansıtıyor.

Sade Suflör, Mustafa Muharrem’in poetik yolculuğunda önemli bir durak olarak, insanın varoluşsal arayışlarını, doğayla ve evrenle ilişkisini, aşk ve ölüm gibi temaları derin bir imge dünyasıyla işleyen bir kitap olarak okuyucuyla buluştu. Şairin sinemasal estetiği, Türkçenin zengin kelime hazinesiyle birleştiğinde, okura hem görsel hem de duygusal bir deneyim sunan özgün bir çalışma olduğunu hissettiriyor Sade Suflör. Kitap, modern Türk şiirinde bireyin yalnızlığını ve evrendeki yerini sorgulayan, aynı zamanda geleneksel Türk şiirinin doğa ve insan merkezli ruhunu modern bir bağlamda yeniden yorumlayan bir eser. Sade Suflör, yalnızca bir şiir kitabı değil, aynı zamanda insanın kendi varoluş repliklerini fısıldadığı bir sahnenin öyküsü olduğunu da hissettiriyor. Yeter ki suflöre kula verilsin.

Mustafa Muharrem – Sade Suflör- Kurgan Edebiyat- 2024

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir