Muhit’te Özgür Suriye Dosyası

61. sayısında da yine dünya mazlumlarının sesi olmaya devam ediyor Muhit dergisi. Özgür Suriye dosyası ile Suriye’de yaşananları sayfalarına taşıyor.

Özgür Suriye Dosyası’ndan

Turan Kışlakçı – Tarihten Bir Çığlık: Şam’ın Küresel Ve Bölgesel Önemi

“19. yüzyılda Osmanlı’nın bir parçası olan Bilâd-ı Şam, yalnızca stratejik önemiyle değil, manevi değerleriyle de dikkat çekmiştir. Akabe Körfezi’nden Basra’ya, Toroslardan Hicaz’a kadar uzanan bu bölge, İslâm’ın beşiği, kutsal şehirlerin evi ve medeniyetlerin kavşağıdır. Osmanlı döneminde bir tahıl ambarı, Roma döneminde ise zengin bir ticaret merkezi olan bu topraklar, tarih boyunca hem bereketi hem de felaketleriyle hatırlanmıştır.”

Halil İbrahim İzgi-Bitmeyen Bir Rüya: Halep

“Halep, doğu seferlerinde padişahlara geçici başkentlik yapmış bir yer aynı zamanda. Kanuni’nin seferlerinde kış aylarını bu şehirde geçirdiği söylenir. Hatta Halep’teki Yahudilerin yaramazlıkları kendisine bildirildiğinde önündeki saksıyı göstererek tüm tebaasının saksıdaki çiçekler gibi uyum içinde yaşamasını istediğini söyler ve ayrık otları ile çiçekleri ayırabileceğini ifade eder.”

İbrahim Tenekeci -Anadolu Mazlumların Sığınağıdır

“Evet. Birçok Suriyeli kardeşimizle tanıştım, konuştum: Arap, Türkmen, Kürt. Aileler parçalanmış, başlarına feci şeyler gelmiş, büyük kayıplar yaşanmış. Burada geçici dahi olsa yeniden hayata tutunmaya çalışıyorlar. Nihayetinde çalışmaları, rızıklarını temin etmeleri gerekiyor.

Bir kişinin kabahati bir topluluğun tamamına yüklenemez. Böyle yapılırsa hakkaniyetin uzağına düşülmüş olunur.”

Âdem Özköse – Suriye’de Fetih Ertesi

“Humus’taki Saat Meydanı’nda beş saate yakın süren halkın devrim coşkusuna ortak olduktan sonra yıllar önce büyük bir hüzünle ayrıldığım Şam-ı Şerif ’le buluşma vakti artık yaklaşmıştı. Arabamız Humus’tan Şam’a doğru ilerledikçe benim heyecanım artıyor, yol boyunca kâh Şam’da geçirdiğim yılları kâh Şam’da kaldığım yer altı zindanındaki hücreyi düşünüyordum. İki saatlik bir yolculuğun ardından artık Şam’ı Şerif ’in uzaktan ışıkları görülmeye başlamıştı.”

Kimi Bulamaz Kimi Bilemez

Mustafa Çiftci, günlükhayatından kesitler sunuyor. Yaşamak, üşümek, anlamak, anlaşılmak üzerine notlar paylaşıyor.  Bir de nimetin içinde olup da bunun kıymetini bilmemek üzerine ince göndermeler var.

“Neyse işte evde geçiyor günlerim. Bu arada dışarı çıkıp çay kahve içip oturacağım, sigara ve siyaset olmayan yerler çok az. Ben haber bile takip etmiyorum. Siyasetle ne işim olur? Sigara derseniz oldum olalı tütüne karşıyım. Bazıları zannediyor ki yazmayı tütün tetikler. Tamamen tiryaki yalanıdır.”

“Neyse soğuk lokantadaki sıcak edebiyat muhabbeti kızımıza hiç tesir etmedi. Bize de edebiyatın tesir edemediği kızları anlatmak düştü. Ne yapalım, nasipten ötesi olmuyor, vesselam.”

Erol Göka – İnsan Özleyen Varlıktır, Çare Özlemdedir

İnsanı onaran bir yanı vardır özlemenin. Aynı zamanda yüreklendiren, canlandıran bir güce de sahiptir özlemek. İnsan özledikçe yeni şeyler yapmak için güç bulur kendinde. Erol Göka, özlemek üzerine yazmış.

“Varoluşumuzun aynı anda faal olan üç değişik boyutu var. Bu üç boyut, ilk anda bir bütünlük içinde ele vermiyorlar kendilerini. Nereden bakarsak o boyutu görüyor, diğer boyutları ihmal ediyor, görmezden geliyoruz. Bunlardan birinci boyuta “etrafımızdaki dünya” diyebiliriz. Kastettiğimiz, çevremizdeki nesnelerin, tabiatın dünyası. Maddi bedenimizden ayrı olarak biyolojik dürtülerimiz, içgüdülerimiz, diğer canlılarla ortak olan yanlarımız bu dünyanın içinde yer alıyor.”

Dursun Çiçek – Güzel Atlar Ülkesi Ve Kar

Kar, doğanın en doğal süsüdür. Ağaçlara, dağlara çok yakışır kar ama en çok da Güzel Atlar Ülkesi’ne ayrı bir letafet katar. Dursun Çiçek, peri bacalarına yağan karı anlatıyor yazısında.

Bahar ayrı güzeldir burada, yaz ayrı güzel. Hele sonbahar… Kış derseniz kar çiçekleri en güzel burada açar. Güzel Atlar Ülkesi’nde düğünler hep kışın oluyor, baharlar hep kışın geliyor. Bölgeye Japonların ve Korelilerin yoğun gelmesi de dikkatimi çekiyor. Kim bilir, diyorum kendi kendime; belki de Kurosawa’nın “Düşler”ini arıyorlardır. Balonlardan bölgeyi seyredenlere bakarken birden Kurosawa’nın “Düşler” filminde bahçesindeki şeftali ağaçları kesilen ve bahar geldiğinde çiçek açmayan ağaçların ağlayışına hıçkırıkları ve gözyaşlarıyla eşlik eden o çocuk ve umutsuz yüzü geldi aklıma. Kar yağmadığında buralara o çocuğun yüzünden farksız yüzüm…

Muhammet Enes Kala – Bir Fazilettir Türkçe Sevgisi

Muhammet Enes Kala, Türkçe sevgisi üzerine kaleme aldığı yazısı ile Muhit’te.

“Kelime söz konusu ise Türkçe membaından bahis açılmalıdır. Bizim bir vatanımız da Türkçedir. Onun kelime hazinesi var oluşa nüfuz ettiğimiz imkânları saklar. Genişleyip zenginleştiği oranda var olanı tanıma ve anlama gücümüz yetkinleşir. Ad koyabilen, tarihe hükmedebilendir. Dakik ve nüansları taşıyan bir dil, geçmişten geleceğe akmakta olan varoluş nehrinin akışını gürleştirip hızlandırabilir.”

Mustafa Özçelik – M. Akif İnan’la Bir Kütahya Hatırası

6 Ocak 2025 M. Akif İnan’ın ölümünün 25. yılı. Bilge şairi rahmetle anıyorum. Mustafa Özçelik, İnan ile yaşadığı bir Kütahya hatırasını anlatıyor.

“Akif ağabey öğlene doğru geldi. Onu üniversiteden öğrencim olan ve daha sonra Akif ağabeyin kurucusu olduğu Eğitim-Bir Sendikasının Kütahya şubesi başkanlığını, şimdilerde ise Mehmet Akif İnan Vakfının yöneticiliğini yapan Hıdır Yıldırım karşıladı. Yanlış hatırlamıyorsam önce sendikaya gitmiş, daha sonra yanımıza gelmişlerdi. Artık hep birlikteydik. Konumuz tabii ki şiir ve edebiyattı. Ama aramızda Akif ağabey gibi biri olunca onun sohbeti şiirle kalmamış; şiirden tasavvufa, dinden medeniyete uzanan bir muhabbet hâline dönüşmüştü. Birlikte şehir gezisi de yaptık.”

Mehmet Dinç ile Söyleşi

Mehmet Dinç, yeni kitabı Güzel Yaşamak üzerine Gökhan Engür’ün sorularını cevaplamış.

“İnsanın önce kendisiyle karşılaşması lazım buluşması için. Karşılaşması için de karşılaşma imkânlarını araması, olası mekânları ve zamanları kollaması gerekiyor. Karşılaşma anlarında kendini gözlemlemesi, takip etmesi, kendine dair izlenimlerinden değerlendirmeler ve geri bildirimler oluşturması faydalı olacaktır.”

“Güzellik görgüsü güzeli, güzelliği, güzelliği ortaya çıkartan güzellikleri, güzelliklerin ardındaki güzellikleri bularak, bilerek, parça parça hayatımızda yaşatarak sahip olabileceğimiz bir eğitim sürecidir. Bu noktada hocamız bir duvar, bir kitap bir ağaç vs. olabilir.”

Muhit’ten Öyküler

Abdullah Harmancı – Bulut

“Bu kepazelikten kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Bu melanete bir son verilmeliydi. Bu meyhanenin adı bu memleketten, bu şehirden, bu mahalleden silinmeliydi.”

“Düşünürdü. Hesaplardı. Sorardı kendi kendine. Bütün bu kepazeliklerden kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Bunca sabiyi, bunca delikanlıyı, bunca genç kızı bu çirkeften kurtarmanın yollarına bakmalıydı.”

“Cümlesini yarım bırakıp koşturan kalfanın gözlerindeki ateşi görmüş, soracaklarının tümünden vazgeçmişti. Başını kaldırıp mahallenin ufkunu tamamen kaplayan o katran siyahı bulutu izlemeye koyuldu. Az sonra, televizyonunun küçücük ekranında da aynı katran siyahı bulutu izlerken, gözlerindeki korkuya bir şaşkınlık eklenmiş gibiydi.”

Aynur Dilber – Dikdörtgen

“Başını kaldırıp yukarıya, dikdörtgene baktı. Aldığı dumanı burnundan verdi. Yürüdü. İzmariti yeşil kovanın içine attı. Güvenlik, “Günaydın!” dedi. Pek oralı olmadı. Otomatik döner kapıdan geçerken ceketin düğmelerini kapadı. Kravat zaten sıkıydı, daha bir sıktı. Asansörle odasına çıkarken on birinci katta bir kadın bindi. Gülümsedi ona.”

“Dikdörtgene girdi. Ötekiyle günaydınlaştı. Yerine geçti. Nefesini sıkıntıyla verdi. Arayıp kahve söyledi. Bütün sabahlar gibi hızlıca işine odaklandı. Telefonları açtı, kapadı, açtı, kapadı. Ötekinin masasına gitti, konuştu, kahkaha attı, omzuna vurdu. Akşam gidecekleri barda anlaştı. Öbürlerine de haber verdi.”

Kâmil Yeşil – Aslanlar Hâlâ

“Karnı açtı. Dişileri Kuara, Maro, Ledi; kızları Hipo, Beri, Orfi; oğulları Şüre, Yidi, Zelü ve torunlar. Büyüklerden bir grup ağacın, diğer bir grup kayanın gölgesini ikişer ikişer paylaşmıştı. Torunlar kâh annesinin kâh babasının üzerine çıkıyor, birkaçı kendi arasında oyunlar oynuyor, biri de Dede Tera’nın kuyruğunu ağzına almış geviyordu.”

“Nereye gideceklerini söylemedi. Yerin kulağı vardır. Hiçbir komutan, askerine onları nereye götüreceğini söylemez. Yola çıkarken hiç kimse tüy dökmeyecek, bir ağaca sürünmeyecek, dışkı bırakmayacak, çişini yapmayacaktı. İnsanların iz süreceklerini biliyordu. İzlerini kaybettirmenin en iyi yolu, nehrin karşısına geçmek idi. Nefret ediyordu sudan, yüzmekten ancak hayati bir mesele idi bu. Aslanbeyi Tera ve klanı hep beraber nehre doğru yürüdü ve izlerini kaybettirdiler.”

Zeki Bulduk – Gezgin’in Hatırladıkları

“Bu şehre hiç gelmemeliydim. Ömrümün kalanını tüketmek için daha suçsuz, daha sakin bir kent seçmeliydim. Evet, o kartpostala baktığım gün kararımı vermiştim; saat kulesini resimden değil, tam da karşısından izleyecektim. Hatta Jean’ın kaldığı oteldeki asma katı kiralayabilirsem saat kulesi tam da göz hizamda olacaktı. Öyle de yaptım.”

“Kapıya bakıyorum. Sınıfın yarısı gelmemiş. Belki gelirler, diye kapıya bakıyorum… Çocuklar, koyunların peşi sıra yaylaya gitmiş oysa.”

Muhit’ten Şiirler

Ben bir kül yalnızlığıyla bir mezar taşı gibi dikilerek
Doğudan batıya bir mızrak boyunda ve boynumda
Yaktığım ateşle bir insan nöbeti tutar gibi burada
Büyük ablukalara, buldog köpeklere ve dört çiviye.
Ben hep o aydınlık sabahı düşlerim, tedirgin geceyi
Yeryüzü bir gemi gibi ırgalanır kanımın ırmağında.
Ahmet Edip Başaran

Bir tuhaf zırhın içinde
yeter artık tuttuğun
o yaralı ceylanı
hadi gözlerini aç
bak en güzel ganimetler burada

Şeytan imreniyor suskunluğuna
tüm hırslarını unutuyor
Yunus Karadağ

biraz uyu kar yağınca uyandırırım
sobada odun çıtırdayınca
yüzünün bozkırında ellerini ısıtan kadınlar
toplu bir alkış ile yürürken bahçenin kenarında
ateşe ne anlatır, bir odun tutuşunca
Mehmet Tepe

Alnımda bir kuytu var kelimelerden
Kim bilir hangi şarklının karanlığıyım
Üstümdeki giysi sanrısıymış dünyanın
Hani nerede uykusunda uyuduğum
Katranını gözlerime diken mezarlar…
Ben, o müthiş sessizlikte, sokakları çağıran…
Tayfun Doğan

Türk şiiri o koca çınarın yapraklarının hışırtısıdır bende
An kara kar beyaz şiir kırmızı günler kederden
Bak böyle fiyakalı buluşlar da ekliyorum şiirine
Şimdi sen yorulmuşsundur güzelliğinden terazilerden kendinden
Eve dönmüşsündür güzel ayaklarınla -şarkın da yok kalbinde
Belki de kendine içini dökmüşsündür gözlerinden
Süleyman Unutmaz

yüzümde kocaman geçmişin meryem izleri
kar şehre gelir diye boşalttığım odalar ardımda
ben yoktum
ciddi manada sokulduğum kamburum vardı
su vardı düşman vardı ben yoktum
gözlerin eteğime bir bir topladığım taşlardı
Cengizhan Konuş

Dedim içeriden ses veriyor anlam
Cennetle cehennem eşiğinde
İlah bildi hevesini kaybolan
Kendinde, zan içinde
Ondan gelip ona dönerken günler
Haberini verdik isimlerin, birbirimize.
Emel Özkan

Türk Edebiyatı, Sayı:615

615. sayısı ilke 2025’i selamladı Türk Edebiyatı dergisi. Aralık sayısında başlayan Edebiyat ve Psikanaliz Dosyası devam ediyor.

Dosyadan…

Serra Edinsel -Behçet Necatigil’in Şiirlerinde Melankolinin Fenomenolojisi

“Evler Şairi” olarak bilinen Behçet Necatigil’in evle ilgili şiirlerinde melankolik gösterenler çoğunlukla eşya üzerinde yoğunlaşır. Eşyalar, bireyin iç dünyasının yansımalarıdır ve hafızanın, hayal gücünün ve bilinç dışının önemli bir parçasını oluşturur. Özellikle evdeki gündelik eşyalar, insanın geçmiş deneyimleriyle bağlantılı olarak bir tür “psikolojik yük” taşır. Bu nesneler, bireyin anılarını, duygusal bağlarını ve kişisel tarihini barındırır.25 “(Hiçbiri atılamaz, lâzım)”26 denilen eşyaların boğuculuğu “Yanım yörem zifir” şeklinde tanımlanır. Şiirde arka arkaya kakofonik bir şekilde sıralanan pek çok eşya, anlatıcıyı hayata bağlayan havayı bütünüyle çeker. Öyle ki odaya hava girmesini sağlayan pencere dahi “Can çekişen bir balık ağzı gibi ümitsiz” hâldedir. Boğulma kaygısının yoğun olarak gözlemlendiği bu dizlerde melankolinin sanrısal olarak yarattığı çaresizlik hissi görülür.

Merve Başaran – Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Ses Unsurlarına Psikanalitik Bir Yaklaşım

“Ses unsuru psikanalitik kuram doğrultusunda ele alındığı takdirde birçok farklı açıdan kategorilere ayrılır. Bu hususta aklın sesi, vicdanın sesi, süperegonun sesi, arzunun sesi gibi unsurlar söz konusudur. Günlük yaşamımızın değişmez bir unsuru olan ses, her an karşımıza çıkar. Cumhuriyet Dönemi Türk romanları içerisinde görüngü unsurları imgeler hâlinde karşımıza çıkar. Bu noktada imgeler hâlinde ortaya koyulan ses unsurlarını ele almak mümkündür. Her bir ses unsurunun farklı bir kategoriye ait olabilmesi göz önünde tutularak imgenin kendi mevcudiyeti üzerinden değerlendirme yapılır. Yazım sınırlılıkları içerisinde Cumhuriyet Dönemi Türk romanlarından belli başlı eserler seçilerek inceleme yapılmıştır. Bu durumu bir dönemle sınırlamak mümkün değildir. Romanlar içerisinde görülen metin içi unsurlar, imgeler üzerinden ses unsurlarının tespit edilmesi konusunda referans konumunda yer alır.”

Çatık Kaşın Arasında Benler Var

Şerif Aydemir, Ocaktaki Ateşi Tazeledik isimli denemesine devam ediyor. Türküler, kitaplar, şiirler, yazarlar eşliğinde mevsimler geçiyor aramızdan.

“Aslında hayatın bize her daim bir hediyesi vardır. Bazen bir sıkıntının içinde, bazen bir şenliğin avucunda getirir o hediyeyi. Bazen de gönlümüzde az az bir ferahlanma olur, bir yumuşama… Durup dururken bir sevinç kıvılcımı parlar söner, bir ışıltı dolanır içimizde. Bakarsın sebepsiz yola çıkmışız; iki adım, iki adım daha… Püskürmüş bir sarmaşığın taş duvara tırmanışına takılır gözümüz.”

“Gözle yetmez; kalple de fikirle de görmek gerek. Hayatını “kendi masalım” diye niteleyen İsmet Özel’e, umudumuzun acımızdan büyük olması lazım geldiğini tembihleyen Cahit Zarifoğlu’na koşup koşup gönül açasım var… Bilinen sözdür; iyiliğe yormak iyilik getirir, insan istedikten sonra karakarga da uğur getirir.”

Ârif Nihat Asya Dosyası

Derginin ikinci dosyası Ârif Nihat Asya adına hazırlanmış çalışmalardan oluşuyor. Asya’nın 50. Ölüm yıldönümü. Şairi rahmetle anarken dosyada yer alan çalışmalardan paylaşımlar yapacağım.

Saadettin Yıldız – Ârif Nihat Asya’nın Şiirinde Yönlendirici Ana Mekânlar

“Ârif Nihat, gündelik hayatla ilgili şiirlerinde etrafa doğrudan bakar, rüyaya çok fazla yer vermez. Fakat geçmişe, bayrak, cami, türbe/mezar gibi kutsallara bakışında rüya ve hülya kadrosu genişler. Bir vatansever aydın olarak, her gittiği yurt köşesinin çarpıcı, tarih ve millî kültür bakımından anlamlı ve ilham kaynağı olarak yönlendirici taraflarını iyi yakalamıştır.”

İmdat Avşar – Mevlânâ Asitanesinde Bir Yalın Derviş Ârif Nihat Asya

“Millî ve manevi değerleri işleyen şiirleriyle temayüz etmiş olan “Bayrak Şairi” Ârif Nihat Asya’nın manevi şiir ikliminin en önemli kaynaklarından birini de Mevlevîlik ve Mevlânâ üzerine yazdığı şiirleri teşkil eder. Ârif Nihat Asya gibi kimlik pergelinin sabit ayağını kendi millî ve medeni değerlerinin üzerine koyarak diğer ayağını da estetik ve sanat tecessüsünün ulaştığı ufukları kuşatmak için açan bir şairden başka türlüsü de beklenemezdi. Bu demektir ki Ses ve Toprak şairinde şairlik ve sanatkârlık; içten dışa, özelden genele ve millîden cihanşümul olana doğru bir seyir izler.”

Necati Tonga – Edebiyat Sandığı

“Bu sayfada ediplerin el yazıları, imzaları, karikatürleri, çeşitli fotoğraflar, çizimler, gazete küpürleri, dergi kapakları vs. yer alacaktır. Gayemiz elimizdeki malzemeyi edebiyat kamuoyu ile paylaşmak, okuyucunun dikkatini çekmek ve edebiyat tarihine ufacık bir katkı sağlamaktır. Bu sayıdaki Edebiyat Sandığı’nda Ârif Nihat Asya dosyasına katkı sağlayacak malzemeler yer almaktadır. İlerleyen sayılarda farklı dönemlere, farklı şair ve yazarlara dair yadigârlar neşredilmeye çalışılacaktır. Divan şairi Aşkî’nin dediği gibi “Görelim âyine-i devrân ne suret gösterir?” Selam ve daim muhabbetle.”

Yolu Şiirden Geçen Bir Yazar Adalet Ağaoğlu

İsmail Alper Kumsar, Adalet Ağaoğlu’nu anlatıyor yazısında. Ağaoğlu’nun yolunun şiirle kesişmesine dikkat çekiyor ve şiirlerinden örmekler veriyor Kumsar.

“1946 yılında Ankara Kız Lisesinden mezun olup DTCF’nin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandı. Lise yıllarında başlayan edebiyat merakı bu yıllarda da devam etti. Geleceğin meşhur romancısı Dil Tarih’te düzenlenen bir şiir yarışmasına bile katılmıştı.”

“1948 yılında Kaynak dergisi tarafından yapılan bu yarışmada Zafer Hüsnü Taran’ın “Harp Poemi” birinci, Turgut Uyar’ın “Arz-ı Hal”i ikinci, M. Çetin Tezcan’ın “Akşamüzeri Türküsü” üçüncü oldu. Adalet Hanım’ın “Gölgeler III”ü dereceye giremese de “Yarışmada Beğenilen Beş Şiir” notu ile neşredildi.”

Türk Edebiyatı’ndan Bir Hikâye

Ayşe Ünüvar – Üşüyenler

“Yazı kaderdir derdi babaannem. Yazmak Tanrı işi. Tanrı’nın işine karışılmaz… Haşa! Ne haddimize! Kalbinin dediğini yap öyleyse. Ne diyor kalbim? Bir ürperti var kalbimde. Tok bir ses. İnce bir sızı. Kimsesiz bir ağıt. Örümcek ağlarıyla perdeli bir cam… Yürü ve her kapıyı vur. Elbet açılacak biri. Bir taş uyanacak. Bir kertenkele uyuyacak. Ölmez bir ruh çıkıp gelecek. Bir hışırtı yedi uyuru uyandıran zamanlardan seslenecek… Yalnız değilsin. Kimse yalnız değildir.”

“Arayı açıyordu şapka. Ayağım gazda. Basıyordum. Dik bir yokuş çıkmaya başladı traktör. Peşinden… Çocuğun suratı asıldı. Oğlağı kucağına indirdi. Lakalarda traktör hopladıkça inip kalkan kulaklarını görüyordum anca. Oğlağı benden sakladıkça içimi kavuşmak, minicik oğlak bedene sarılmak dürtüsü alıp götürüyor ve arabayı şarampole kaydırmadan yokuşu tırmanıyordum.”

“Ne diyor kalbim? Açık bir kapı. Her zaman her yerde açık bir kapı vardır. Vurmadığım kapı kaldı mı? Her zaman vurulmadık bir kapı vardır. Ya da başka bir vuruşla açılan kapılar… Karanlık daha çok bastırdı. Bir gece böceği karanlık sarının içine düştü sonra. Ürpermek yerine sesin coğrafyasında bir yer buldum kendime ve gece -karanlığı kararmış gece- soğumaya, iliklerimi üşütmeye başladı.”

Türk Edebiyatı’ndan Şiirler

Bana bir şiir yaz dediğin zaman
Ellerin bahardı, yolların bahar
Efkârlı bir şarkı oldun ansızın
Kayboldum sesinin nağmelerinde
Yüzünü arıyor şimdi aynalar
Nurullah Genç

Ey Mikail Müşfik ve Dostları!
Daha henüz şiirlerinizi yazmamışken,
Şarkılarınızı söylememişken özgürlüğün
Uykularımıza düşler girerdi hep.
Ayaklarımız ıslanırdı Hazar’ın kıyılarında.
Tunç yüzlü dedelerimiz de izlerdi ufkun bakır rengini ki
aynı karaağacın altında onların dedeleri de hep aynı zamanlarda.
Adem Yeşil

Gelmez sanırdım gelmez fakat işte geldi
Sevmez sanırdım gel gör ki akramı çeldi
Gözler, derin gözler sardı afakımı hep
Masumdu çak çak feryadı gülbangı deldi
Lütfü Şahsuvaroğlu

bir hicret yetti
bildiklerinin yitip toprak olmasına
köksüzlüğün topraktan fışkırıp
bulut olup üstümüze yağmasına
böylece koca bir vatan kaldı
kırmızı çizgilerin dışında
dersaadetten taşra düşen istanbul kaldı
ilk nefesini manastır’da alan dedemin
son nefesini vermeye
o ilk nefesin büyüttüğü vücut
şimdi eski kozlu’da mahşeri bekler
Suavi Kemal Yazgıç

kapının girişinde, şimdi kâinat
yangınlar, depremler, can öyküleri
mevsimlerden kesilmiş birer fotoğraf
sessizce örgütlenen ırmaklar, bütün

giderek rengini bulan gökyüzü
adı konmuş sokak, belirgin bahçe
kozasını ören en parlak fikir
aklımın ucundan epey ilerde
Şadi Oğuzhan

Hayal Bilgisi, Sayı: 55

Hayal Bilgisi, 55. sayısıyla karşımızda. Derginin okuyuculara heyecan veren bir yanı var. Bunu her yazıda ve şiirde hissetmek mümkün. Anadolu’nun sesinin, bereketinin bit sonucu bu.

Dergiden yapacağım ilk paylaşım Ayşe Ünsal’ın Dünya gözüyle isimli yazısından olacak. Geçip giden zamanın küçük ve içten bir fotoğrafını sunuyor bize Ünsal.

“Beş çocuklu bir evde gözümü açtım ben. Hayatıma çay demleyerek başladım. Sabah kahvaltılarında masanın başında bekledim boşalan bardakları. Bazen de ocağın üzerinde.. O günlerde bütün ocaklara Aygaz denirdi. Aygazın üzerinde kaynar dururdum. Bir büyüğüm daha vardı, onun başının üzerinde otururdum. Beş çocuklu bir ailenin bardaklarına çay olurdum, sohbetlerine dem. En büyük oğlan çok severdi beni. Habire çay demlerdi. Küçüğü çekirdeğini alır gelirdi yuvarlak masaya.”

“Zaman geçti, çocuklar teker teker uçtu yuvadan. Kaldı evin hanımıyla beyi evde. Ben işime devam ettim. Sohbetlerini dinlemeye, çayım olmasa da demlemeye… Yıllar azaltıyordu ya her şeyi, insan da azalırmış meğer. Bir kuş gibi uçuverirmiş. Tenhalığımı bir dolapta uykuya yatırdım onlardan sonra…”

Bir Fikri Benimsemenin Kılavuzu

Fikirlerin benimsenmek gibi bir özelliği var. Elbette her fikri benimsemek zorunda da değiliz. Harun Erfidan bunu bir kılavuz eşliğinde yapmayı tavsiye ediyor yazısında.

“Fikirle duygusal bağını koparmak…” Bu sözü duyduğumda içimde yanan ışık, zihnimin bu zamana kadar loş kalan tarafını fazlasıyla aydınlattı. Bu coğrafyada insanlar duygularıyla hareket eder. Sanırım ben de yıllarca kişiliğime yön veren olguları duygusal olarak benimsemişim. Evet.. Bir fikir tüm duygulardan, subjektiflikten arındığı zaman güzel kıyafetlerden, makyajlardan arınmış hâle gelir. Süslü paketler kadar heyecanlanmıyorsak asıl olanı gördüğümüzde kendi hayalimizde yarattığımız ütopyanın hayranı olarak kalıyoruz.

Fikirler de böyle.. Bizi biz yapan değerleri, olguları, inançları ya da fikirleri duygusal hezeyanların altında presleyerek kabul edilebilir hâle getiriyoruz. O yüzden diyorum ki; bir fikre nereden bakarsak bakalım objektif bakışı kazanmak için onları duygularımızdan arındırmalıyız. O zaman gerçeğin ve doğrunun eşiğine daha çok yaklaşabiliriz.

Modernizm ve Postmodernizm

Çağımızın en çok dillendirilen iki kavramıdır Modernizm ve Postmodernizm.İki kavram arasında kavram karmaşası yaşandığını da söyleyebiliriz. İbrahim Halil Kaya, Ballandırılmış Sarhoşluk olarak adlandırdığı Modernizm ve Postmodernizm hakkında yazmış.

“Postmodernizm çoksesli sanat anlayışını tam olarak böyle bir paradoksun nihayetinde ilan etmiştir. Biçimsizliğin biçimselliği popülaritesini arttırmıştır. Tarihin kabuğu soyulmuş ve şimdi’nin başucuna koyulmuştur. Bülbül eti için öldürülmüştür Milenyum Çağı’nda. Fakat bir çokluk istilası tüm bunlar. Nerede yalnızlaşırsak orada çoğalıyor sesimiz. [Yani] bir nevi benlik parçalanmasının şizofrenik temayüllerini içselleştiriyor postmodernizm. Şimdi yazdım, bitti. Şimdi okudun, bitti. Bitti.”

Hoştur Bana Senden Gelen!

Kahrında hoş lütfunda hoş demektir kulluk bilinci. Allah’tan gelene tevekkül etme erdemine ererek ancak olgunlaşır kullar. Murtaza Kamar, Allah’tan gelene “hoştur” diyen bir samimiyetle kaleme almış yazısını.

Sessizliğin Sesi

Müştehir Karakaya ile dergilerde karşılaşmak büyük bir şans bizim için. Kendi şehrinin dersine omuz vermesi de onun şair ruhunun bir inceliği. Otuz yıldan fazladır tanırım Karakaya’yı. Yazdığı her cümlenin içinde derinden çağlayan bir şiir vardır. Sessizliğin Sesi’ni yazmış Hayal Bilgisi’nde. Küçük dokunuşlar, aforizma tadında cümleler ile sessizliğin sesine doğru ilerliyoruz.

“Pencereyi açınca bütün gürültülerin ayyuka çıktığı, kapatınca havanın eksileceğini sanıp tekrar açmanın yanında, sık sık elektriklerin geldiği bu hengâmede, zamanı nasıl durduracağımı bilemediğim rüküş bir duyguyla söyle nereye kaçabilirim, diye, iki serçenin bahçedeki ağaca konduğunu görmeseydim ve aralarında fısıldaştıklarını “bu adamın yalnızlığı kaderine atılan bir çentikle mağrur hâle gelmiş” dediklerini birbirine, duymasam, nasıl becerebilirim sessizliği ölüm korkusuna yatırarak, ha ölüyüm ha diri, diyeceğim, ey sünepe mil, ey deryaların altın kumsalı!”

Eğitim ve Huzur

Eğitim kavramının yanına en çok da huzur yakışıyor. Huzur varsa her şey yoluna daha kolay giriyor. Nedim Beyoğlu, Eğitimin Huzurla Büyük Bir İlgisi Var yazısında anlatıyor bu konuyu.

“Bu hususta empati kurmak çok önemli. Okula yeni başlayan bir öğrenciyle, yeni atanıp evinden, bazen memleketinden, uzaklara eğitim vermek için koşup gelmiş bir öğretmenle, çocuğunu bilgiyle donansın diye okula emanet eden anne babalarla empati kurabilmek çok önemli. Farklı pencerelerden bakıp herkesin duygularını önemseyebilmek, o binanın içinde bir idari amirden önce bir baba gibi olabilmek bunu uygulamanın temel taşı. Yüzüne tebessümü yerleştirmenin her şeyi kolaylaştırdığına defalarca şahit oldum. Bu günlük hayatımızda da böyledir. Anlayışla yaklaşmanın her yaştan insanla sorunları daha kolay çözebilmeye imkan sağladığını biliyorum. Bu iki şey dahi pek çok sorunun ortaya çıkmasını önlemeye yetiyor.”

Hayal Bilgisi’nden Öyküler

Cihat Albayrak – İnsanın Makam Arayışı

“Baş ağrısı ile uyandığı kaçıncı sabahtı bu, bilmiyordu. Gece boyunca kabuslarla boğuşmuş, irkilerek uyanmıştı hep. Çok istediği makama başka birilerinin getirildiğini görüyordu rüyalarında. Her seferinde başka biri oturuyordu koltuğa ve kahkahalarla ezip yok ediyordu onu. Eşi adamın bu hâlinden endişe ediyordu. Bu kadar kafaya takma dese, adamın dert yükü belki bir miktar azalabilirdi ama o da bitmek tükenmek bilmeyen bir hevesle istiyordu eşinin eski görevine dönmesini.”

“Zamanının büyük bir kısmını sosyal medyada, hırslarını mümkün kılacak insanların bütün paylaşımlarını beğenerek geçiriyordu. Bu bir modern zaman hak edişidir çünkü. Çarşıya pazara çıkınca tanıdık simalarla yüz yüze gelmemek için büyük özen gösteriyordu. Karşılaştığı bazı kişiler ona eski ünvanı ile hitap edince, gözleri bir an için parlıyordu, teşekkür ediyordu sebepsizce; bir dilenciye verilen sadaka gibiydi bu hitaplar, adam itibar dileniyordu.”

Erdal Şahin – Zil Sesi

“Sevmediği, kendisinden nefret ettiği şeylerin sayısı çok azdı. En kötü, en olumsuz şeyde bile bir güzel nokta bulmanın, onu yakalamanın anlayışındaydı. Bardağın boş tarafıyla değil de hep dolu tarafıyla ilgilenmeye çalışırdı. Hayata hep güzellik penceresinden bakmaya çalışıyor ve güzellikleri çoğaltmaya çabalıyordu. Güzel bir bakışa sahip olmak güzelliği görmeyi, güzelliği görmenin de beraberinde mutluluğu ve huzuru getireceğini biliyordu, yaşam felsefesini bu anlayış üzerine bina etmeye çalışıyordu.”

“Bu, Fikret’in babasını gördüğü son bakıştı. Aradan günler aylar yıllar geçti babası bir daha geri gelmedi. Nereye gitti, ne oldu? Hiç kimse ondan bir haber alamadı. Fikret’in ömründeki en zor kıştı, hiç bitmedi. Annesiyle çok zor günler geçirdiler, bütün sıkıntılar atlatıldı, unutulup gitti ancak ayrılığın habercisi olan o zil sesleri Fikret’in kulağından bir ömür eksilmedi.”

İbrahim Gürel – Beyaz Gülümseme

“Kış iyice bastırmış. Dağları göçürecek sanki kar, abandıkça abanıyor. Hava ayaza kesmiş. Coşkun dereler uykuda salkım saçak. Balıklar kuytularda gümüş ninniler söylüyor. Bahar uzak şiirler için onlar da biliyor. Pamuksu bir bulut köyün başına dikilmiş, tüten bacaları içine çekiyor. Yılkı atları gibi koşuyor poyraz yeli. Kapılar sürgülü, hangisini zorlasa açılmıyor. Duman kılığına girmiş bir karakarga sürüsü savruluyor o yamaç senin, bu yamaç benim. Bet sesleri sessizliği boğuyor. Yollar kayıp, köylü mahpus… Beyaz savaş bitecek gibi değil.”

“Anne çocuklarının moraran ellerine eldiven niyetine kendi çoraplarını geçirmiş, yalın kalan ayaklarına doladığı poşetlerle sözüm ona ayazdan gizlenmiş. Komutan annenin cam kesilmiş gözlerine bakıyor. Belki de hayatında ilk defa gerçek bir melek görüyor. İyice buz kesiyor ortalık. Muhtarla göz göze gelen komutan gözyaşlarına emrini dinletemiyor.”

Merve Nâsır – Gamzedeyim Deva Bulmam

“Yalpalayarak ağır aksak da olsa oradan uzaklaşmayı nihayet başardı. Arkadan bir koro edasıyla yükselen tekbir sesleri, onda anlatılması mümkün olmayan kuvvetli bir hissiyat uyandırdı. Her tekbirde bütün vücudu tepeden tırnağa ürperiyor, kocaman bir yumru boğazında düğümleniyordu. Gözlerinin yandığını hissetti. “Allahuekber!” nidaları yalnızca meydanı değil sanki bütün gök kubbeyi birden inletiyordu. O anda zihninden geçen düşüncelerin ve hissiyatın haddi hesabı yoktu. Aslında düşünceler zihninden geçmiyor, âdeta kör bir yarasa sürüsü gibi savrularak sağa sola çarpıyordu.”

Saliha Nur Yazar – minderli Dede

“İsmail dede, adeti üzere günün ilk ışıkları sokağı selamlarken dışarıda oluyor, minderi elinde, bulduğu gölgeliklere sığınıyordu. Bir sabah sessiz çığlıkların yankılandığı evinden zoraki adımlarını uzattı bahçeye. Büyümüş otlar, bakımsız kalan bahçe ona yaşama sevinci olan biricik eşinin yokluğunu hissettirdi bir kez daha. Ağaçlarda olgunlaşan meyveler kimsesiz kalmış, artık tutunamayacaklarını anlayınca kendilerini rüzgârla bahçeye savurmuşlardı. Yerde beklediği ilgiyi göremeyen küçüklü büyüklü meyveler, renkten renge girip kendini hatırlatsa da çürüyüp toprağa karışıyordu. Minderli Dede, ocağı tütsün isterken, yalnız geçen yıllarında içindeki hüzünle eşinin hatırasına sahip çıkıyor, sanki zaman değil, kendisi tükeniyordu.”

Hayal Bilgisi’nden Şiirler

ağladı yeryüzüne sığmayan çocuk
toprağa gözyaşı düştü
ağladı içimdeki çocuk
ağladı toprak bir anne şefkati ile
ağladı beyrut bağdat şam halepçe
şehitler gaziler yetimler
ve kahramanlar yurdu gazze
istanbul kudüs Mekke
Ahmet Kurbani Özdaş

seni de vuracak her akşam
dilimde biriken bu kekre sorular
hangi şehla bakışın kıyısında susacağım / derin
hangi kalem çizecek mısraların yolunu
boyanır gibi yer/ yüzünün rengiyle ve
kim uyandıracak yanık sesiyle öksüz şiirlerimi
Akif Dut

kadraja gir ve rengârenk gülümse şimdi
sana yenilmiş yerlerimden tükenmiş umutlar
ve taze sıkılmış portakal suyu sabah kahvaltısı
arka fonda rezilliği paçalarından akan berbat bir pazar
masada eksik yıllarımızın ihmali, ceza tutanakları
hız limitini aşınca e-devlet’e düşen tebligat
belki uyuduğunda hatırlamadığın rüyalar
tabiri imkânsız mutluluklar
budur işte, başka da bir şey değildir hayat
Arif Onur Solak

şimdi yarım kalmış bir yazgıyı
dizinden sıyrılmış bir parça kabukla
efsunluyorum aşkın
sana elmalı şekerler, sana ölümlerden ölüm
bir ben gelebilirdim mesela
kendi gölgesine dikilmiş bir ağaç gibi
göverirdim camlarında İbrahim
Halil Kaya

maşası kalmış ruhun çamaşır sepetinde
ipte sallanan artık bir tenim olmayacak
göze almak istedim bir an gözü karartıp
çıkar mı diye baktım başım için bir kucak
yokmuş. varsın olmasın. iyi ki şerbetliyim
kaç defa sayıkladım ölmeyi Allah bilir
Ercan Sağlam

bunu şimdi belledim bu aklımda bulunsun
vefa bir semt adıymış tek vefalı Allah’mış
gövdemi yer taşımaz bunca günah yüküyle
O’na başvurmalıyım ancak öyle silinir
sahipsiz başım için başka kucak aramam
kalbimin sızısını O’nun omzu dindirir
Mehmet Osmanoğlu

taşlar da hafifti
gri taşların yanındaki yapraklar gibi
gözleri doyuran büyüsü içinde
evrenin hafife alınmış ezberi bu
gerçek, gerçekten ölü
örtüsü çekilmiş bu düzende
Vildan Poyraz Coşkun

şimdilik kuşlar getiriyor
bağrımıza bastığımız kıvılcım resimlerini

ama akrabamız olan mümin çam fidanları
fetva verilince
dedeleri ormanlarla birlikte getirecekler
kanamasını durdurup nisanı
ancak o zaman budandığımız yerden yeşereceğiz
Kazım Gök

gurbet türküsü sular çamlı evleri
boğazı doymayan manzaralar
bilmez ne gündüzü ne geceyi
çocukluğunu soyunmuş adamlar
yumruk yer mide kavgasında
yine de yer bulamaz sofrasında

ey insanları ayırmak için yapılan yollar
hiçbir ayakkabı, sevmez uzaklıkları
gurbet ağrısı çeken bozkırları
Semih Çar

Yitiksöz, Sayı:26

Yitisöz dergisi 26. sayısıyla karşımızda. Her zamanki gibi dopdolu bir içerik dergi okurlarını bekliyor. Derginin Kudüs hassasiyeti bu sayıda da devam ediyor. Mehmet Rakipoğlu, Kudüs: Tarih ve Kültürün Kutsal Durağı yazısıyla Yitiksöz’de.

“Kudüs, sadece dinî bir sembol değil, tüm Müslümanlar için birliğin ve dayanışmanın sembolüdür. Bu kadim şehir, Filistin’in başkenti olarak, İslam dünyasında önemli bir yere sahiptir. Türkiye için de Kudüs, tarihî, kültürel ve dinî bağları nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. Kudüs’ün korunması, Müslümanların birliği ve İslam dayanışmasının sürdürülmesi açısından kritik bir sorumluluktur.”

Cemal Şakar Dosyası

26. sayısının dosya konusu Cemal Şakar. Birçok yazarın bakış açısı ile Şakar’ın yazı ve özellikle öykü dünyasına giriyoruz.

Mehmet Narlı- Cemal Şakar’ın Kuramsal Yazılarının Çekirdeği: Sanatın Kendiliği

“Biçimin Sınırlarında Sanat” yazısı Şakar’ın sanat felsefesi diyebileceğimiz yazılarının çekirdeği gibidir. Yazısını bazı ontolojik kökenli sayabileceğimiz çıkarımlar ve bunların açıklanması üzerine kurar. Birinci çıkarım, “biçimi daha iyi kavramanın yollarından biri karşıtına bakmaktan geçer”dir. Karşıt olan ‘biçimsizlik’tir. Ama biçimsizlik, kavranılamaz, tanımlanamaz, bilinemez ve hiçbir şey onda yer almaz. Öyleyse biçimin doğası sınırdır. Varlık bir sınır içinde görünür, biçimsizin görünme imkânı yoktur. İkinci çıkarım “biçimsizliğin var olanların hali olmadığı, her var olanın bir biçimi olduğu”dur. Biçimsizlik bir şey değil bir şey olmayandır.

Bedia Koçakoğlu- Evsiz Kapılar

“İntizarlı bir bekleyişin simgesi olan kapılar, yapay mekânların cüz’ü, kutsalın izi ve makamın eşiği olarak sanatçının satırbaşında kendine yer bulur. Türk öyküsünün mana burcundaki isimlerinden biri olan Cemal Şakar için de kapılar kahramanların içine açılan bir eşik vazifesi görür. Lakin açılmanın yaşanması için kapalılık şarttır. Bireyin olgunlaşması için bir engele gerek vardır. O da kapalı kapılardır. Bu noktada gelişme, örtük olanı açma kabiliyetine bağlıdır aslında.”

Eren Buğdaycı – Cemal Şakar Öyküleri Bizi Hangi Durağa Çıkarır

“Cemal Şakar’ın öyküleri kişisel hüzünlerin, düş kırıklıklarının, öznel çıkarımların konu edildiği yahut da salt sanatsal kaygılar gözetilerek ortaya konulmuş kapalı, sıkıcı metinler değildir. Yalnız bu tespitin mefhumu muhalifinden de Cemal Şakar öykülerinin toplumcu gerçekçi çizgiye yakın veya yalnızca mesaj verme kaygısıyla kaleme alınan estetikten uzak, ideolojik öyküler olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Çünkü gönderilen insanın bizatihi kendisinin mesaj olduğu inancında olan yazar, mesaj verme kaygısı taşımaz.”

Selim Somuncu -Asabiyetin Poetikası: Cemal Şakar

“Basmakalıp düşüncelerden hareket etmeyen Şakar, bazı metinlerinde çağdaşı yazarları, öykücüleri eleştirirken aslında zaman zaman çuvaldızı kendine de batırıyor. Günümüz edebiyatının, sinirlerini aldırmış, ya da âdeta anestezik bir müdahale ile uyuşturulmuş, şişirilmiş metinler yığınına doğru gittiğinin farkındadır. Şakar, böylesi ‘metinlerin künhüne varılmaz, esrarına hürmetkâr bir sessizlikle’ olan biteni izlemek yerine yazdığı yazılarla bu sorunlara eğilmek gereksinimi hisseder. Zaman içerisinde duyarsızlığı gitgide artan yazar takımına karşı oldukça katı, asabi ve eleştirel ideolojik bir dil geliştirir.”

Cemal Şakar’la Öykü, Kurmaca ve Sanat Üzerine Söyleşi

Dosya kapsamında Cemal Şakar ile yapılan bir söyleşi de yer alıyor dergide. Sorular; Sercan Ceylan’dan.

“Moderni merkeze almamın nedeni, öykünün modern bir tür olmasıyla ilgili. Sadece öykü de değil, bugünün sanatı baştan sona modern. Dahası ister zorunlu isterse gönüllü olsun bizler de modern insanlarız; modern zamanlarda doğduk, modern eğitimlerden geçtik, yaşam tarzımız, eşyayla kurduğumuz ilişki, görme biçimlerimiz hiç de önceki kuşaklara benzemiyor. Neyse bu mevzu söyleşinin hacmini aşar.”

“Başka bir düzey de sözcüklerin kendisiyle ilgili; doğa, metafizik, esin, estetik haz diyorsun, bunların hepsi değer yüklü kavramlar. Dil de değerden ari olmadığı için sözcükler kendiliğinden değer yüklü zaten. Söz gelimi iyi, güzel, doğru hep olumlu; kötü, çirkin, yanlış da olumsuz içeriklere sahiptir. Adaletsiz birinin iyi insan olduğundan söz edemeyiz. Hakeza bir hırsızı, tecavüzcüyü de sitayişle anmayız. Dilin taşıdığı değerler, eserinize kendiliğinden değerleriyle girer.”

Mehmet Âkif Ersoy Şiiri Üzerine Kıyaslamalı Notlar

Ali Galip Yener, Mehmet Akif üzerine kaleme aldığı yazısı ile Yitiksöz’de. Yener, İsmail Kara’nın İstiklal Marşı kitabı başta olmak üzere birçok önemli isimden hareketle tespitlerde bulunuyor. Bu tür yaklaşımların sayısının artması gerekiyor. Mehmet Akif, hakkında en çok söz söylenmiş şairlerden. Yeni bakış açıları ile anlatmak gerek artık şairi. Kara’nın kitabı tam da bunu hedefliyor.

“Âkif ’in şiiri, günümüzde sadece edebiyat tarihi bakımından önemlidir demek, şairin duruşunu, hayata bakışını, şiire adadığı ömrünü ve ödediği ağır bedeli ihmal etmek, dahası inkâr etmek anlamına geleceği için noksan bir söz olacaktır. Böylesi kaba bir hatadan uzak durmak adına, bu şiiri analiz ederken, Tanpınar, Karakoç, Eroğlu’nun çalışmalarının ve yeni araştırmalarda ortaya çıkabilecek farklı fikirlerin dengeleyici sentezini aramaya gayret etmek gereklidir.”

Nazif Gürdoğan Hoca’dan Kalan Hoş Sada

Mehmet Kahraman’ın yazısı ile bir kez daha anıyoruz Nazif Gürdoğan’ı.

“Nazif Hoca iyi bir takipçiydi. Yaşı ne olursa olsun bir konuda iş veya eser beklediği insana her gördüğünde usanmadan o çalışmayı hatırlatmış, içten tepkileri de göze alarak mümkünse bir takvime bağlamaya çalışmıştır. Yayıncılarla olan yakın bağlantısı nedeniyle yazar, yayıncı ve okur arasında gönüllü olarak çöpçatanlık görevi üstlenmiş, birçok durumda sonuç almasını bilmiştir.”

Aklını Kalbiyle Genişleten Hareket İnsanı: Akif İnan

 Ocak ayı Akif İnan’ın ölümünün 25. yıldönümü. Rıza Bakış bu minvalde bir yazı kaleme almış.

“Hareket insanı olması, Nurettin Topçu’yu tanıyıp onunla aynı derde ortak olmasına ve yeri geldiğinde ondaki isyan ahlakını kuşanmasına bağlanabilir. Bu yönünün öne çıkmasında Necip Fazıl’la olan münasebetlerinin, ona duyduğu hayranlığın ve onda bulduğu dava adamlığının etkisi de çok büyüktür. Bir aksiyon adamı olmasını hayatı, yaptıkları ve dostlarının anlattıkları üzerinden değerlendirecek olursak Akif ’in doğasında önderlik etmek Erdem Bayazıt’ın ifadesiyle ağalık vardır.”

Yitiksöz’den Öyküler

Zeynep Sati Yalçın – Gözlerinde Derin Kuyular

“Karanlığın içinden yürüyüp salona geldi Nurgül. Issız, soğuk, izbe sokaklardan geçmiş gibi tedirgindi. Pencerenin önüne oturdu, sızlayan göğsünü ovdu. Bebeğinin doyması için ilahi bir el tarafından hazırlanan sütü akıp boşa gidiyordu. Az önce değiştiği ıslak kazağını banyoya bırakıp geceliğini giymişti, akabinde o da ıslanmıştı işte.”

“Kendine nasıl bakacağını düşünecek hâli mi kalmıştı… Her gün hastaneye gidip bazı günler uzaktan da olsa göremeden geri geliyordu, tek başına yollarda, hastane bahçelerinde, evde ağlayıp duruyordu. Doğumuna da kimse gelememişti. Var olmasına vardı kimseleri ama müsait olmamışlardı. Annesi olmayınca insanın kimsesi olamayacağını doğum için hastaneye yattığı gün anlamıştı.”

Gülçin Yağmur Akbulut – Kekeme

“Sevdiğim kız, yakın dostlarım. İş arkadaşlarım, komşularım, akrabalarım. Mağazada tezgâhtar, okulda öğretmenim. Sokaktaki çocuk, bankadaki veznedar. Hep yarım, hep eksik… Kusurlu buldular. Defolu damgasını vurdular.”

“Konuşmamak, çıkrıksız kuyularda yaşamak. Susmak, diyaframın karanlık hücresinde hapsolmak. Ne zor şeymiş meğer yanan bir ateşi dilinin ucunda taşımak.”

Ahmet Ergin’in Yazma Hikâyesi

Ahmet Ergin, yazma hikâyesini ve ilk kitabı Hayat Bir Sahne’nin çıkışını anlatıyor.

“Dosyamda öyküler birikince bunların bir kitap olma fikri kaçınılmaz oldu. Özenle seçtiğim on sekiz öyküden oluşan dosyamı Uzam yayınlarından Abdurrahim Karadeniz Hoca’ ya gönderdim. Birkaç ay sonra olumlu dönüş aldım ve serüven başladı. Beklemek yazmaktan daha zordu. Kültür ve Turizm Bakanlığının Edebiyat Eserlerini Destekleme Projesi’nde desteğe layık görülen Hayat Bir Sahne, Eylül 2024’te ete kemiğe büründü. Güzel bir duyguydu.”

Yitiksöz’den Şiirler

İçim, bir bahçe olsaydı, Tanrım,
Küçük bir bahçe, kayranla Senin!
Her sabah su çekerdim
Gerdelle hayatın diplerinden
Ve sulardım çiçeklerini, Senin,
Çiçeklerle söylemek istediklerini yani,
Hiç mi hiç aksatmadan bahçıvan güğümümle:
Bu yaşlı, bu yorgun yüreğimle.
Cahit Koytak

insanın en çok yalnızlığı yorulur
kaç şiir söyledim ben aynalarda kendime
kaç mısra siper aldım kaç mısrada vuruldum
tutamam diye korkup söz vermedim kalbime
Aziz Kağan Güneş

Ağyarıdır kendinin insan ki ağyarıdır kaderinin unutur kıblesini
pelvan sanır kendini dağlara sığmaz olur bakarsın evrene sarar
bakışlarını döller madun eder binleri yüzbinleri sığmaz sanır
oylumlarını doldurur billur sazlıkların dibinden gelir haznesi
şayka salar dört yana uzasın diye sakalları altın ipek inci yakut
ne varsa toplar ve sonra şirpençe vurur sığar bir metrelik toprağa
Yunus Emre Altuntaş

Kime kimseye değil hepsi şehir içinde
Güzelim sevincini dökünce sağa sola
Dolaşıyor olması dağ bayır çarşı pazar
Burası seyirlik olsa bakılsa daha serin
Gecenin yıldızları çıksa mehtap aradan.

Aşk mı dediniz elbet özünde hasret olan
Bütün mesele güzelleştirmektir dünyayı.
Nurettin Durman

Bir gül batımı sayarlar seni, gitme
Barut kokusu sindiğinde terazilere, göz göz silindiğinde şemail
toprağa koyar gibi ökçelerin bağrına basarlar seni

Sesinde çiçekler uzuyor, kurdun kuşun blöfünü gördün iyi
Tomurcuk güneşler içindesin bu daha iyi
Bunca kişi senin içinde
susunca dünyaya susuyor
ıramış kelimeler kuruyorsun konuşunca
Annelerin çocukları öptüğü yerden mi bakıyorsun
Sinan Davulcu

Müminler kardeştir kelebekler sergüzeşt
Kalabalıklar izdihamıdır münzeviliğin
Gökyüzü mütemadiyen stabil
Bak nasıl sığdırır bir kalbe hepimizi
Boy boy saksılara ekilse Hâbil
Çiçeğin bahara inancı gibi
Nedenler seyyale sonuçlar hep putperest
Ölümü düz bir çizgi ile tarif ediyor tababet ehli
Olay yeri inceleme şeridine benziyor hayat
Dudak okumayla bilinmez dünya haberleri
Hüseyin Çolak

Gökyüzünde sessiz bir kuş
Kanadında çocuk sesleri
Bir rüzgâr gibi süzülür
Masmavi göğe karışır
Hiç bitmeyen umutlar gibi

Toprağa bir damla su düşer
O damla, barışın soluğu
Bir çiçeğin kalbinde büyür
Su olur, toprak olur
Gözlerden silinir savaşın izi
Ayşegül Sözen Dağ

Sonbaharı görünce tökezliyor ellerim
yoklamayı aldın mı, soruyorum kalbime
ilk darbede düşen, fire veren hep benim
ey büyük aldanış bilmem ki niye
Mustafa Köneçoğlu

Menhir, Sayı:17

Menhir dergisi Aralık 2024- 17. sayısı elime yeni ulaştı. Derginin genç sesi ve heyecanı ilk sayısından bu yana kendini hissettiriyor. Kendine özgü duruşunu muhafaza ederek yoluna devam etmesi önemli. Dergideki şiirler hece ve aruz vezni ile yazılmış. Bir geleneğin sürdürülmesi anlamında bu tavır da oldukça kıymetli.

Derginin Ön Söz’ünden…

“Okumak” işi fazlasıyla abartılıyor. Şu yapay zekâ tapıcılığı bu abartmanın tesirini bir hayli azaltmış olsa da 20. yüzyılın yetiştirdiği insanlarda okumanın kişiyi yetiştiren en mühim unsur olduğu kanaati hâlâ canlı. Elbette etrafında herhangi bir hayat bulunmayan kimseler okumak vasıtasıyla yaşamanın neye benzediğini sezebilirler. Ancak okumak, “kötü bir dinlemeden” daha fazlası olamaz. Zira insanın kendisini bir masa başında eğri büğrü çizgileri saatlerce takip etmeye zorlaması, bu türün yerküre üzerindeki uzun geçmişi göz önünde bulundurulduğunda sadece pek marjinal bir hayat tarzının alameti sayılabilir.

Meyle Değer

Meyletmek önemli ama neye nasıl meyletmek gerek? Bir zamanların meşhur bir şarkısı vardı; “Zeytin gözlüm nasıl meylim nedendir?” diye. İnsan bilemez bazen neye, neden meyli var diye. Orhan Gazi Gökçe, meyle değer gördüklerini sıralamış yazısında. Derinlikli, sosyolojik ver felsefi göndermelerin olduğu bir yazı kaleme almış Gökçe.

“İnsan meylinin sınırlarını ve bu meylin yöneldiği merci ile ilişkinin tabiatını anlamak zor iştir. Kalp, kendine uygun bir bağ arar; bulduğunda güçlenir, bulamadığında yorulur ve nihayet kendine rücu eder. İlhamını iç dünyasının derinliklerinden almaya başlar. Bu dönüş bir yenilgi değil, insanın varoluşsal devinimi içinde yeni bir başlangıçtır. Her başlangıç başka bir yürüme çeşidi öğretir insana.”

Ali Canip Yöntem ve Hayat

Ali Canip Yöntem’in adı çok bilinir ama hayatı ve eserleri üzerine çok da çalışmaya rastlanmaz. İbrahim Kağan Lek, Yöntem’i anlatmış şiirleri eşliğinde.

“19. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’da dünyaya gelen Ali Canip Yöntem, Milli Edebiyat akımının da teorisyenlerinden. Hem aruzlu hem de heceli şiirleri bulunan Yöntem’in “Bilir Misin Ki?” isimli 1909 yılında yayımladığı şiiri, benim en dikkatimi çeken eserlerinden biri. Aslında üstünde durduğu fikir klasik bir konu olan yaşarken karşılaştığımız zorluklar ve yaşanılan bu sıkıntıların insanı olgunlaştırması. Fakat bu konuyu nispeten uzun olmayan bir şiirde bu kadar başarılı ve içten bir şekilde anlatmayı başarabilmesi insanın üzerinde bir etki bırakıyor.”

“Genel olarak hayat, içindeki zorluklar ve bunların gerekliliklerinden bahseden “Bilir Misin Ki” Ali Canip Yöntem’in keskin hatlara sahip bir eseri. Yöntem’in hayata dair fikirlerini anlatan ve açıklayan bu şiir, insanı farklı bir bakış açısına davet ediyor. İnsanı gerçekçi ve kabullenmesi kolay olmayan bir pencereden hayata bakmaya çağıran bu eser aslında herkesi ilgilendiriyor.”

Çoban Çeşmesi’nden Bir Yudum

Ali Fuat Karaaslan, Faruk Nafiz’in kendi dünyasındaki yerinden bahsediyor. Daha sonra Çoban Çeşmesi şiirine geçiyor. Şiiri anlatan, çözümleyen bir yazı kaleme almış Karaaslan.

“Kabataşlı olmasından mı yoksa hece şiirinin en büyük şairi olmasından mı tam kestiremesem de her zaman ayrı bir saygı duydum kendisine. Birçok şiirini ezbere okuyabilecek kadar Faruk Nafiz hayranı olsam da şiirlerinden bir tanesinin benim için yeri ayrı. “Çoban Çeşmesi” şiirini ilk kez 14 yaşımda bir ödev vesilesiyle okumuştum. Yazdığım ilk şiiri de -ölçüsüz bir biçimde yaptığım karalamaları saymazsak- Çoban Çeşmesi’nden hatırı sayılır miktarda esinlenerek yazmıştım.”

Doğru Söyleyen Bir Yalancı: Şair

Şairlerin sözlerinin gerçekle yalan arasındaki hassas çizgideki durumu sürekli mevzu bahis edilir. Bir de elimizde Fuzuli’nin “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır” dizesi var ki yalanın daha ağır basması gibi bir durumu da beraberinde getiriyor. Elbette konuya vakıf olmayanlar için geçerli bir değerlendirme bu. Keramettin Topkara, şairin sözlerini gerçek-yalan perspektifinde ele almış.

“Şairin işi gücü sözcüklerle oynamaktır. Sözcüklerin kendisi bir yorumken şairler yorumun yorumunu yaparlar. Evet, şiir bir oyundur. Birtakım imgeler, sanatlar, abartmalar ve benzetmelerle bize yalanlar söyleyen bir oyun… Bu oyunda hayal, hakikatin düşmanı değil onu anlayan veya yorumlayan bir dostmuş gibi geliyor bana.”

Menhir’den Şiirler

karıştırsam çarşı pazar
süzüp süzüp kılsam nazar
öyle sokak sokak gezer
bir selamı verir m’ola?
kitabımı pek kapatsam
pişmiş aşa sular katsam
ya ağzımla şahan tutsam
benden sual sorar m’ola?
Abdullah Veli Uçar

Hiç durmaz selde kaybolan bir serkeş
Bî-mânâdır onun için dost, kardeş
Bir an durabilseydi görür aslında
Hengâme geçer, yarın doğar zorla güneş
İbrahim Kağan Lek

Kendin gibi nârin gülüşün sîneme dolsun
Sevdânla kırılmış kadehin bâdesi sensin
Âşık olanın çâresi hiç yoksa da, olsun
Dünyâdaki fânî yaşamın vâdesi sensin
Ali Fuat Karaaslan

Tenha kabirlerin lütfudur bu yalnızlık
Esip gürlemez dar sokaklarda, bilirim
Mahvıma sürükleyen tüm cümleler gibi
bir izmaritti düşen güzün kucağına
Avcumda kar taneleri yahut damlalar
Bitimsiz tuzları anımsatırdı bana.
Hasan Kocabaş

Şehir ve Kültür’den Şam’a Selam Var

Türkiye ve dünya gündemini dergi sayfalarına hatta kapağına taşımayı ihmal etmiyor Şehir ve Kültür dergisi. Ocak 2025 sayısının kapağındaki Emeviye Camii, özgür Şam’a içten bir selam olarak yerini aldı. Yazısı da Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak’tan gelmiş.

“İslam Medeniyeti açısından Şam şehri, bu üç büyük şehirden sonra dördüncü sırada yer alarak, Dört Halife devrinden sonra İslam’ın siyasi merkezi olmuştur. Şam, dünyanın en kadim şehirlerinden biridir ve tarihi milattan önce 3. binyıla kadar uzanır. Şehir, ilk olarak Arami Krallıkları tarafından bir yerleşim yeri olarak kurulmuş ve bölgenin Doğu Akdeniz için stratejik konumu nedeniyle önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Ardından, Asurlular, Babilliler, Persler, Yunanlar, Romalılar ve Bizanslılar gibi farklı medeniyetlerin hakimiyeti altına girmiştir. Ancak Şam’ın gerçek anlamda bir şehir hüviyetine ulaşması ve bir İslam şehri kimliğine kavuşması, Emevîler döneminde gerçekleşmiştir.”

Hatıralarımızın Neşeli Belgeseli: Kartpostallar

Bir zamanlar ne güzel kartpostallarımız vardı. Bayramlarımızı, mutlu günlerimizi en nadide renklerle süsleyerek bir kartpostal arasında uzaklara yakınlara ulaştırırdık. Hülya Günay hatıralar eşliğinde anlatıyor kartpostalları.

“Yeni yıl, bayramlar yaklaşırken harçlık biriktirmeye başlamak, güzel yazı yazma denemelerim..Okul çıkışı, karın kristal gibi karanlığı aydınlattığı kış akşamlarında, Aralık sonuna doğru kurulan kartpostal çarşısına dalıp simli başta olmak üzere çeşit çeşit kartların arasında kaybolmak rüyaydı.”

Rüya Gibi Bir Şehir İç Savaş Öncesindeki “Şam”

Mehmet Kamil Berse, anılar eşliğinde Şam’ı anlatıyor. 2009 yılında yaptığı bir Şam gezisi izlenimlerindeki notlarını paylaşıyor.

“Dile kolay, 400 yıl Osmanlı vilayeti olan Suriye’nin en güzel şehri… Kasiyun Dağı’na sırtını vermiş, mağrur bir duruşu var. Türkler belki bu ülkeden çekilmiş ama gerek tarihten, gerekse günümüzden hâlâ izlerimizi taşıyor Şam. Gözlerimin önünden koca bir tarih geçiyor…”

“Şam sokaklarında gezerken kendinizi Konya’da, Tokat’ta, hatta İstanbul’da bile hayal edebilirsiniz. Çekinecek hiçbir şey yok, sokaktaki insanlar zaten sizi kendilerinden görüyorlar; yabancılık çekmiyor, huzur buluyorsunuz. Benim gibi güzel Türkçemizle konuşan o kadar çok insan var ki…”

Savaşların Kurbanı Şehirlerdir

Savaşlar başlar, biter. Canlar yiter gider, şehirler yerle bir olur. Şehrin üstündeki savaş lekesini silmek zordur. Muhsin İlyas Subaşı, savaşın uğradığı şehirlerin hüzünlü halini yazmış.

“Savaş, şehirleri cezalandırırken, o şehri var eden ve geleceğe taşıyan insanlarını da yok etmenin vebalini taşır. Bunun en can alıcı örneği, Halep’tir! Bir katil, kendisini onaylamadığı için bu şehri bombalarla harabeye çevirmiş ve insanlarını kendi yurdundan yuvasından uzaklaştırmıştır. Halep insanlığın gözyaşıdır! Orasını yakıp yıkan zalim el sonunda ülkesinden kaçacak kadar alçalmış ve gidip bir başka ülkeye sığınmıştır.”

Şebinkarahisar’a İçten Bir Bakış

Senanur Şentürk Şebinkarahisar’ı anlatmış. İçten ve insana görme arzusu uyandıran bir içtenlikle kaleme almış yazısını Şentürk.

“Etrafı heybetli dağlarla çevrili Şebinkarahisar’ın. Öksürük Tepesi, Hacıkayası ve Kayabaşı Dağları’nın dik ve kibirli duruşu beni hep çok etkilemiştir. İlçe merkezindeki yolların kaldırım taşlarıyla döşeli olması çabuk fark edilen özelliklerinden. Eski ismi “Şarkı Karahisar” ama bu isim Atatürk tarafından Şebinkarahisar olarak değiştiriliyor. Burayla ilgili ilk öğrendiğim bilgiler arasında 1923 yılında il olduğu ve on yıl il olarak kaldığı bilgisi var. Daha sonra ilçe statüsüne getirilmiş. Bu topraklar çok fazla kültüre sahipliği yapmış.”

Boğaziçi Medeniyeti

Mehmet Mazak, geçmişten günümüze Boğaziçi’ni anlatmış. Değişimleri, özellikleri, değeri ile Boğaziçi Medeniyeti’ni tanıyoruz.

“Boğaziçi medeniyeti, Türklerin gökten indirerek İstanbul’u Asya ve Avrupa olarak iki kıtayı ayıran suyoluna nakış gibi işlediği, incelmiş ve zarif bir medeniyet eseri olarak ortaya çıkarılmış bir kavramdır. Boğaziçi Medeniyeti, uzun asırlar boyunca değişik coğrafyalarda devletler ve medeniyetler kurmuş olan Türk Milletinin incelmiş, rafine, sanat, kültür, musiki ve mimari anlayışının zirvesi olan bir anlayıştır.”

“İstanbul ile Boğaziçi’ni birbirinden ayıran; “İstanbul Şehir Medeniyeti” kavramı, şehrin kamusal alanını ifade ederken; “Boğaziçi Medeniyeti” şehrin özel alanını ve günlük yaşamını ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkar.”

Fahri Tuna ile Manisa ve Akhisar’a Dair Söyleşi

Fahri Tuna, şehirlere dair Kadir Korkut’un sorularını cevaplamaya devam ediyor. Bun sayı Manisa ve Akhisar’a gidiyoruz.

“Bahadır Yenişehirlioğlu, roman yazarı. Sinema oyuncusu. Özellikle de Sultan II. Abdülhamit’in yaveri Tahsin Paşa olarak ünlendi. Ben Manisa’ya gidip gelirken, Abdülhamit dizisi çok gündemdeydi. Bahadır bey de sanıyorum hep çekimlerdeydi. Manisa ve Akhisar’da hiç karşılaşamadık. Ama iyi bir Manisalı olduğumu biliyorum. En son Ak Parti’den Manisa milletvekili de seçildi. Bizim Salih Hızlı ve Ömer İşçi’nin de yakın dostu. Yolu açık olsun. İnşallah Manisa’dan zamanla nice Bahadır Yenişehirlioğlu gibi değerli şair ve yazarlar çıkar, çıkacaktır da.”

Amele Pazarı

Eskiden şehirlerin orta yerinde amele pazarı kurulurdu. Kendisine işçi lazım olanlar oraya gidip işin durumuna göre amele alırdı. Artık kalmadı öyle yerler. Her şey çağa ayak uydurdu. Firmalar var artık bunu yerine getiren. Alper Lütfi Göncü, Niğde Amele pazarını anlatıyor yazısında.

“Günümüzde İstasyon Caddesi ile Yeni Çarşı girişinin kesiştiği yerde bulunan çeşmenin etrafında gezinen ameleler, geçmişte, tam karşıdaki tarihi Eski Postane binasının gölgesine sığınır, bunlardan bazıları da tüccar Ahmet Göncü’nün köşe dükkânının kenarına çömelir yahut vitrinin önünde siftinir, işe gidene kadar lak lak ederlerdi. Her sabah dükkânına girebilmek için buradaki amele taburunu yarmak zorunda kalan Ahmet Efendi, günün ilerleyen saatlerinde ekmek teknesinin önünü kapatan, kapı önünde toplaşıp girişe manî olan bu güruhun üzerine taharet ibriği veya çorba kâsesiyle su dökerek, ekmek peşindeki garibanları ıslatıp karşı kaldırıma püskürtürdü.”

Manyas Kuş Cenneti

Türkiye’nin güzide yerlerinden biridir Manyas Kuş Cenneti. Görmek gerek. Eğer daha görmediyseniz Şifanur Özçelik Şirin’in yazısını okuyunca mutlaka görmek isteyeceksiniz.

“Gölün muhteşem görüntüsü eşliğinde gezimize başlamış olduk. Doğu-Batı doğrultusunda uzanan gölün uzunluğu yaklaşık 20 kilometre genişliği ise 14 km. civarında bulunmaktadır. Mevsimlere göre su seviyesi değişmekte olup ortalama derinliği 3 metredir. Sular ilkbaharda yağışların etkisiyle yükselerek kıyılara kadar ulaşır. Yaz aylarında ise sıcakların etkisiyle geri çekilir. Bu ritmik olay her sene düzenli bir şekilde tekrarlanır ve bu ekosistemin devamlılığını sağlar. Kuş Gölü’nün suyu, kumun yapısından ötürü bulanıktır ancak kuşların yaşam döngüsünün devamını sağlayan ılık bir havası vardır.”

Türkistan’a Şiirden Bir Köprü

Ahmet Köseoğlu, TYB’nin Kasım 2024’te Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te gerçekleştirdiği şiir şöleni izlenimlerini kaleme almış. Köseoğlu ile birlikte gezdik ata yurdunun dört bir yanını. Gitmek güzel ama ayrılmak büyük hüzün oralardan.

“Şiir Şölenini başkent Taşkent’te icra eyledik lakin tarihin başşehri Semerkant’a uğramasak büyük eksiklik olacaktı. Sadece tarihin değil, gönül sultanlarının da manen dünyaya ışık saçtığı merkezdir Semerkant. Registan Meydanı (kumluk), Semerkant’ın kalbi olarak adeta zamana meydan okuyor. Uluğ Bey, Şirdar ve Tilla-Kari medreseleri gibi, Türk-İslam mimarisinin ihtişamını günümüze taşıyan muhteşem eserlerin içinde ser-hoş olduk, az zamanda çok kıymetli ve olağanüstü güzellikteki külliyeleri mescitleri, mektepleri, medreseleri,bilim merkezlerini gezip incelerken yeniden uzun süreli buralara gelmemiz için hem niyaz ettik ve hem de birbirimize salık vererek o anda bir nebze telkin ve teskin olduk diyebilirim.”

Okan Zirek’le Söyleşi

Okan Zirek, plak ve gramofon koleksiyoneri. Prof Dr. H. Ömer Özden, bir söyleşi gerekleştirmiş Zirek ile.

“Bu ilgi ve sevgi aslında babadan geçti diyebiliriz. Çünkü şu an mesela hala kullanmakta olduğum şu dual pikap 1975’te babamın aldığı 1974 yapımı bir cihaz. Ben 2 yaşımdan beri onunla büyüdüm. Sonra böyle ortaokul yıllarımda evdeki plaklara elim gitmeye başladı. Babam pikabına çok değer verirdi; hatta pikaba dokunup babamdan azar işittiğim de olmuştur. Yani ortaokuldan itibaren böyle bir merak başladı Ömer abi.”

“Şu an sadece Türkiye’de değil dünyada bir plak geri dönüşü oldu. Bu geri dönüşün çoğunlukla ticari boyutu olan farklı sebepleri var. Ben de koleksiyonumu geliştirmek için yeni baskı plaklar almaya başladım; ama bu plaklar, geçmişte koleksiyonumda olmasını istediğim fakat zor bulunduğu için ya da bütçem el vermediği için alamadığım plaklardan oluşuyordu. Çünkü bazı plakların ikinci eli aşırı pahalıydı. Türkçe plakların bazıları yeniden basıldı belki eskisi kadar kaliteli baskı değil ama tatmin eder seviyede. Şu anda onlardan basılanlardan alıyorum.”

Uzaktaki Yakınımız: İvi İlyadis

Necla Dursun bu sayı bizlere İvi İlyadis’i tanıtıyor. İşin içinde elbette Adapazarı da var. Uzaktaki Yakın: Adapazarı kitabının yazarı İvi İlyadis. Kitaptan, İlyadis’in hayatından notlar var satır aralarında. En çok da Çark’ın ve suyun sesine kulak verdim bu yazıda. Çünkü çocukluğumun en güzide şahitlerinden biridir Çark.

“Çocuklarına ve torunlarına karşı duyduğu sorumluluk bilinciyle ailesinin son üç asrını ve onların doğdukları memleketteki saygınlığını, başarılarını yazmış kitabında. Bunu yaparken; yazdıklarının bırakabileceği en önemli miras olduğunu bir an olsun unutmamış. Dedesini elindeki bilgi ve belgelerle tanıtmak istemiş. Tabii Türk sinemasının gelişmesinde büyük emeği geçen Adapazarlı oğulları Yorgo ve Kriton’u da. Türk sinemasının ilk kuşak emektar sanatçıları anılırken İlia Usta’nın oğullarının da onlarla birlikte anılmasını arzu etmiş. Tüm bunları paylaşmak için biri Yunanca, diğeri Türkçe iki kitap yazmış.”

Nasuhi Hasan Çolpan ile Söyleşi

Hülya Günay, minyatür sanatçısı Nasuhi Hasan Çolpan ile bir söyleşi gerçekleştirmiş. Ailesinden aldığı sanat sevgisini ve desteğini, minyatür sanatında kendi ortaya koyduğu özgün çalışmaları anlatıyor Çolpan söyleşide.

“Mimari çizimlerde zaten bilgisayar kullanıyorduk. Babamın çizdiği eskizlere boya fırça sürmeden önce nasıl bir renk daha iyi durur onları denemek için kullanıyorduk bilgisayarı, kontürler elde yapılıyordu onları bilgisayara geçiriyorduk. İlk başlarda eserin son halini boyamadan önce renk provası için kullanıyorduk bilgisayarı. 2000 yılından sonra, metro istasyonları, çeşitli kamu kurumlarında büyük boy duvarları kaplayan çini çalışmaları başladı, onların nihai boyanış şekli tam müsaitti bilgisayar ortamına, babam kontürleri elde yapıyordu hatta bazı renkleri de fırçayla sürüyordu, parça parça boyadığı öğeleri bilgisayarda bir araya getirmek, tekrarlayan motifleri ekranda çoğaltmak, bazı eksikliklerini bilgisayarda kapatmak bayağı hızlandırıyordu o zaman çalışmalarımızı, bu bilgisayar kısmında ben yardımcı oluyordum.”

“Umumi mekânlarda sürekli halka açık olması heyecan verici, her bir eser günde yüzlerce kişi ile buluşuyor. Bu eserlerin çini üzerine işlenmiş olması beni mutlu ediyor, malum çini uzun ömürlü kartona, tuvale yapılanlardan daha farklı yıllarca, belki birkaç yüzyıl yaşayacak, farklı nesillere dokunacak olması beni mutlu ediyor. Benimsediğim tarzımın geleneğimize dayanması ve gelecek nesillere tevarüs edecek olması beni çok mutlu ediyor.”

Yazıyı Paylaş:

By Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

One thought on “Ocak 2025 Dergilerine Genel Bir Bakış-1”
  1. Öncelikle emeklerinize sağlık hocamm.Detaylarda en güzel dizeleri okurlara taşımış oldugunuza şahit oldum. Sürükleyici okuma isteği olan bir değerlendirme yazısı olmuş. Kutluyor kaleminiz daim aksın diyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir