Mustafa UÇURUM
Sibel Oğuz’un “Bu Hikâye Tutar Canan” adlı öykü kitabı, Eksik Parça Yayınları’ndan çıkan ve okuyucuyu yer yer sarsan, derinlemesine düşündüren bir kitap. Kitap, insanın iç dünyasındaki karmaşayı, yalnızlığı, pişmanlıkları ve aidiyet duygusunu farklı karakterler ve yaşamlar üzerinden incelikle işliyor. Oğuz’un anlatımı, sıradan görünen hayatların içindeki olağanüstü ayrıntıları yakalayarak, okuru karakterlerin içsel yolculuklarına ortak ediyor.
Kitabın öne çıkan özelliklerinden biri, dilindeki şiirsellik ve metaforik anlatımın gücü. Yazar, kurduğu her cümlede derin bir anlam katmanı oluşturuyor ve bu da okuru metinle kurduğu ilişkide aktif bir rol almaya zorluyor. Öykülerdeki karakterler, çoğu zaman toplumun kıyısında ya da kendi içsel çatışmalarının girdabında kaybolmuş bireyler olarak karşımıza çıkıyor. Onların yaşadığı yalnızlık, iletişimsizlik ve özlem, kitabın temel izleklerini oluşturuyor.
Öyküler, çoğunlukla sıradan insanların hayatlarından kesitler sunuyor. Bir baba-oğul ilişkisinin sessizliği, bir kadının iç dünyasındaki çatışmalar, bir çocuğun masumiyetle kurduğu hayaller, bir aşkın getirdiği belirsizlikler… Oğuz, bu hikâyeleri anlatırken, karakterlerin iç seslerini, korkularını, umutlarını ve hayal kırıklıklarını öyle bir samimiyetle aktarıyor ki, okur kendini hikâyenin bir parçası gibi hissediyor. Örneğin, “Kefaret” adlı öyküde, bir marangozun oğlu olan Harun’un iç dünyasındaki çatışmalar, babasıyla kuramadığı iletişim ve kendi hayallerinin peşinde koşarken yaşadığı ikilemler, okuyucuya derin bir empati duygusu yaşatıyor.
Kitabın dili, sade ama etkileyici. Oğuz, uzun betimlemelere kaçmadan, kısa ve öz cümlelerle, karakterlerin ruh halini ve çevrelerini ustaca çiziyor. Bu da öykülerin akıcı olmasını sağlıyor. Öte yandan, her öyküde bir “an”ın, bir “duraklama”nın altı çiziliyor. Bu anlar, bazen bir pencerenin önünde geçirilen sessiz dakikalar, bazen bir telefon konuşması, bazen de bir ayrılık veya buluşma anı oluyor. Oğuz, bu küçük ama anlam yüklü anları öyle bir ustalıkla işliyor ki, okurun zihninde uzun süre yer ediyor.
“İçimden bu süreçte dükkândan dışarı adımımı atmayacağıma dair yemin ettim. Kadın bana döndü ve babamı göstererek ‘Neyin oluyor?’ dedi. Ba-ba-m, dedim. İki heceyi üçe bölmüştüm. Dedim ya Türkçe dersini sevmem. Kız gülmeye başladı, annesi başka dilde bir şeyler söyledi. Bence uyarıydı.” (s. 11)
“Serap olsa kendi sorularıma bile cevabımın olmadığını söyleyerek o ağız dolusu kahkahasını patlatacaktı. İki dudağım birbirine yapışmış. Bunun nedeni sadece susuzluk mu? Ağzımı suya değdireceğim, ayaklarımı kızgın kumlar yakacak.” (s. 17)
Sibel Oğuz, “Bu Hikâye Tutar Canan” ile sadece öykü yazmıyor, aynı zamanda okuru da kendi içsel karanlıklarında bir yolculuğa davet ediyor. Kitap, insan ruhunun labirentlerinde dolaşmak ve o labirentlerde kaybolmuş karakterlerle tanışmak isteyen herkes için unutulmaz bir okuma deneyimi vadediyor.
“Bu Hikâye Tutar Canan”, sadece öykülerden oluşan bir derleme değil; aynı zamanda, hayatın içinden, insanların iç dünyalarından kesitler sunan, okuru düşündüren, duygulandıran ve zaman zaman gülümseten bir yolculuk. Sibel Oğuz’un kalemi, hayatın kırılgan anlarını, küçük mutluluklarını ve derin acılarını öyle bir samimiyetle aktarıyor ki okur kitapla vedalaşırken, kendi hayatındaki “tutunmayan hikâyeler”e de yeni bir gözle bakacak. Bu kitap, öykü severler için olduğu kadar, insan ilişkilerine ve duyguların derinliklerine ilgi duyan herkes için de okunası bir eser.
Sibel Oğuz, Bu Hikâye Tutar Canan, Eksik Parça Yayınları, 2025