Erdem Bayazıt’ın, “Telgrafın tellerini kurşunlamalı” şiiri bir türkünün tellerini içimize dokundurarak titretir ve “öyle değildi bu türkü bilirim.” der. Bazen böyle olur. Bir türkü bizi alır götürür uzak diyarlara ama türkünün bize kalan ayrı bir yanı olur. Drama Köprüsü türküsünde “Soğuktur suları bir tas içilmez” derken içimiz o soğuklukla öyle bir titrer ki suyu içmiş kadar oluruz.
Habib Erdem anlatı türündeki kitabının adını “Soğuktur suları bir tas içilir” koymuş. Türkülerin bize dokunan hallerini terennüm etmek daha mutlu ediyor bizi. Duyduğumuzla anlamla hissettiğimiz duygunun içimizde harmanlanmasından doğan bir değişim bu aslında.
“Soğuktur suları bir tas içilir” deyince aklımıza yoğun olarak bir yayla ortamı gelir. Yaylanın havası, suyu berekettir, şifadır. Suları da buz gibidir. Kitap isminin çağrışımı ilk anlamda bunlar olarak okuyucuda karşılık buluyor. Sayfaları çevirince kendimizi bir yaylanın tam ortasında buluyoruz. Koyunlar, kuzular yayılıyor, çimenler boy vermiş, buz gibi sular şifa dağıtıyor gelene gidene.
Kitap anlatı türünde kaleme alınmış. On üç yazı var kitapta, konu bütünlüğü bozulmadan konular arasında geçiş sağlanmış olsa da değişmeyen mekân yayla, kahramanlarımız yazar ve anneanne.
Anneannenin Gölgesi
Eski zaman çocukları şanslıydı. Anne ve babalarının yanında dede, nine de vardı onlara kol kanat geren. Geniş ailelerde büyüyen çocuklar dede ve ninenin gözetiminde geleneği, göreneği, ahlakı, erdemi öğreniyordu. Çocukluğum babaannemle geçtiği için çok iyi bilirim bir ninenin kanatları altında büyümenin kıymetini.
Habib Erdem kitabını anneannesi Ayşe Dursun’a ithaf etmiş. Erdem’in çocukluk yıllarında anneannesi ile yaylada yaşadıkları merkezinde gelişen olaylarda ondan öğrendikleri, irfanı, gözetimi, duaları kitabın temelini oluşturuyor. Eski toprak dediğimiz büyüklerimizin irfanını hiçbir okul sırası kolay kolay sağlayamaz. Doğayı okumak, tüm canlılara şefkatle yaklaşmak yaşanan uzun bir ömrün tezahürüdür. Bunları anlamak ve anlatmak da en çok ninelerimize ve dedelerimize yakışır.
“Anneannem bizim en büyük koruyucumuz ve kollayıcımızdı. O kadar evlat, onlarca toruna bir insan bu kadar sevgiyi nasıl bulup yetirebiliyordu? Bunu anlamak o an için gerçekten zordu ama şimdi bile düşünüyorum da bu büyük bir psikolojik devrimdi. Benim hayatımda sevginin metropolü anneannemdi, her türden canlıyaydı bu kocaman yüreğin sevgisi.” (s.21)
Yaşarken Öğrenilir Hayat
Hayat mektebini bitirmek denen bir şey var. Hiçbir yerde kaydı yoktur bu mektebin. Yaşayarak öğrenilir bu mektebin bilgileri. Büyüklerimizin bize ders olarak verdiği her bilgi onların deneyimleri sonucunda edindikleri bilgilerin birikimidir.
Kitapta hep öğreten, yol gösteren bir anneanne var. Onun öğrettiği her bilgi yılların deneyiminin sonuncunda elde ettiği birikimden geliyor. Tavukları gurka yatırmak, tüm canlıları sevmek, iyilik yapmak, dua ile ruhu temizlemek ve daha fazlasını öğreten bir ninenin hayat derslerini birlikte işliyoruz. Her şey o kadar duru ki sanki yanı başımızda olmuş gibi her şey öylesine sıcak ve içten geliyor anlatılanlar.
Kitapta özellikle hayvan sevgisini, canlılara gösterilen ihtimamı göründe bugün hayvanlar için popülist tavır takınanların çok da samimi olmadığını daha iyi anlıyoruz. Köylerdeki, yaylalardaki hayvanlar oradaki insanların eli, kolu, her şeyidir. Bunun karşılığı olarak da insanlar hayvanlara gözleri gibi bakarlar. Bunun birçok örneği olan olayı anlatıyor Erdem.
“Anadolu’da çocuk veya genç, bir ineğin yavrusunun anne karnına düşmesinden doğmasına kadar geçen süreye büyük bir sevinçle şahit olur. Bir canın oluşmasını, ortaya çıkmasını, aileye verdiği sevinci ve huzuru doğrudan yaşar bu çocuklar, onun içindir ki çocukta oluşan bu sevgi kalıcı olur, göstermelik olmaz.” (s.26)
Kitabı okurken sık sık; “Biz ne güzel vakitler geçirmişiz.” sesi okuyucuların içinde yankılanıp duracak. Çünkü gerçekten eski zamanlarda ruha şifa vakitler geçirdik. Dostluk, kardeşlik, komşuluk denen değerlerimiz bizi birleştirdi ve gönüller hep güzellikte buluştu. Bunun için illâki çok da büyük şeyler yapmaya gerek yoktu mesela ninesinin yazara yaptığı küçük tavsiyeler bile gönlü hoşnut ediyor.
“Bir gün sobayı tutuşturduktan sonra sobaya odun atacağım sırada ninem bana şöyle seslendi:
Oğlum odunları sobaya atarken yere vur sonra at, içlerinde börtü böcek varsa dökülsün, günahtır onlarınki de can, hayvanları yakmayalım. Bunun hesabını veremeyiz.” (s.60)
Başka bir örnek de paylaşmakla ilgili yaşananlarda karşımıza çıkıyor. Kış için yaptıkları tarhanadan birçok komşuya dağıtan torunun bize kalmayacak demesi üzerine ninenin sözü yine ibretlik bir nasihat olarak yer alıyor kitapta.
“Kalır oğlum, korkma kalır. Allah onun bereketini verir, kalanda bize yeter.” (s.66)
Şiirler Eşliğinde Anılar
Habib Erdem her yazıya konuyu da tamamlayan bir şiir, türkü ya da şarkı ile başlıyor. Şiirin hayata kattığı rengi görüyoruz bu paylaşımlarda. Böyle girişler okuyucuyu anlatılanlara hazırlamak anlamında tamamlayıcı bir parça oluyor. Faruk Nafiz, Necip Fazıl, Bedri Rahmi, İsmet Özel, Barış Manço, Neşet Ertaş gibi birçok şair ve sanatçı eşlik ediyor bize.
Kitabın sonunda “Şair Ninem” bölümünde Erdem, ninesinden dinlediği şiirleri, manileri paylaşıyor. Burada da görüyoruz ki bu topraklardan bereketlenen büyüklerimizin gönülleri öylesine geniş ki içine tüm güzelliklerle birlikte şiirler de sığabiliyor. Şiirin kendine yer bulduğu gönüller de herkese kuşatacak kadar geniş oluyor.
Habib Erdem’in anılarını yayla pınarları serinliğinde okuyacaksınız. Bir anneannenin nasıl gönüllere dokunduğunu, bir yol gösterici olabildiğini, yüreğinin Anadolu’nun bereketi gibi herkesi kuşattığına şahit olacaksınız. Fırsat buldukça büyükleriniz hayattayken çocuklarınızı sık sık onlarla buluşturmak isteyeceksiniz. Hem de bir yayla serinliğinde olacak bu buluşmalar.
Habib Erdem, Soğuktur Suları Bir Tas İçilir, Mahfel Yayıncılık, 2023